Sivil Toplum Teorilerinde Devlet – III
Ulus-devlet rejimlerindeki liberal ekonomi demokrasisinin kaçınılmaz olarak merkeziyetçiliği zorladığı yerlerde, sivil toplumun bu etkiden korunmasının yollarından biri siyasallığının üzerine yeniden düşünmekten geçiyor.
Sivil toplum teorilerinin yirmi birinci yüzyılda yeni başlıklar, konular ve örgütlenme biçimleriyle gündeme geleceğini öne sürmeyi kolaylaştıran gelişmelerin ilkinin demokrasinin geri çekiliş sürecindeki dalgalanmalar olduğundan söz edilmişti. Sivil toplum, siyasallığın devletin dışında ve özel bir düzeyde örgütlenmesine ilişkin soyutlamalardan biridir ve bu yönüyle pür siyasaldır. Bu siyasallığın kapsamı gündelik siyasi mücadelelerle ilgili olmakla birlikte ondan çok daha geniş bir alanda yer alır. Toplumun refah devletlerinin gerileme dönemindeki başarısızlıklarının nedenlerinden biri analizlerini, taleplerini ve beklentilerini devleti merkeze alarak inşa etmesiydi.
Bürokratik-otoriter rejimlerde demokrasi kavramının yerine kullanılan sivil toplum kavramının demokratik olduğu varsayılan ülkelerde liberalizm ile demokrasi arasındaki antagonizmaya temas etmeksizin sürdürülebilmesinin sınırları vardı. Bu nedenle sivil toplumun gerilemesinin ilk nedeni devletin ve siyasal kültürün ekonomi üzerinden yeniden siyasallaştığı neo-liberal atakları ve yeni muhafazakarlık manevralarını karşılayamamasıydı. Yirmi birinci yüzyıl bu yeni düzenlemelerin toplumsal alanları tümüyle ele geçirdiği dönem haline gelirken sivil toplum, kendi siyasallığını apolitik ya da siyaset-dışı bir konum olarak yeniden tarif ediyordu.
Sivil toplum açısından bunun bir parantez olması ve uzun süreli bir arayış olmaması, etkisinin olmadığı anlamına gelmez. Ulus-devlet rejimlerindeki liberal ekonomi demokrasisinin kaçınılmaz olarak merkeziyetçiliği zorladığı yerlerde, sivil toplumun bu etkiden korunmasının yollarından biri siyasallığının üzerine yeniden düşünmekten geçiyor.
Otoriter rejimlerin kamusal alanı denetlemek için toplumu siyasetsizleştirmesi ve parçalaması, aynı zamanda yeni bir kamusal alan yaratmak için uygulanır. Sivil toplum bu tür rejimler altında varlığını sürdürebilmek için yeni siyasal araçlar yaratmak zorundadır. Oysa demokratik rejimlerde sivil toplumun siyasetsizleştirilmesi, sivil toplum eliyle gerçekleştirildi. Bu paradoksal durumu aşmanın yollarından biri devlet gibi muazzam ölçülere sahip bir cihazdan toplumu korumanın araçlarını düşünmektir. Çünkü sivil toplum talebi, geçen yüzyılda olduğu gibi, bu yüzyılda da özgürlük sorununun sonucu olarak ortaya çıkmaya devam ediyor.
Özgürlük tartışmasının bağlamlarından biri olan demokrasi arzusunun yitimi, sivil toplumun siyasallığına ilişkin krizlerle iç içe düşünülebilir. Bunun dramatik örneklerinden biri neoliberalizmin toplumsal düzenlemelerinin bir karşılığı olan yeni muhafazakarlığın yükselişi oldu. Demokrasinin geri çekiliş döneminin önemli gösterenlerinden biri olan yeni muhafazakarlık, siyasal alanın kurucu ethosu olan siyaset özgürlüğünü sivil topluma kapatarak toplumsal alanlar arasındaki bütünlüğü parçaladı. Böylece siyasal, sosyal ve ekonomik alanlar olarak parçalanan toplumsal alanların her birini diğeri karşı organize etti ve iktidar aygıtı karşısında yer alan sivil toplumu farklı düzeylerde araçsallaştırdı.
Siyasetin, siyasal alandan çıkartılması ve alanın daraltılmasıyla birlikte, yeni muhafazakarlık bir sosyal proje olarak yeni yurttaş tipinin sınırlarını da belirlemek ihtiyacındaydı. Popülizm evresi olarak tanımlanabilecek bu aşamada, demokrasi kelimesi siyasal alanın baskı altına alınması için kullanan bir söylem düzeneğine dönüştü. Milliyetçilik, cinsiyetçilik, türcülük, ırkçılık ve benzeri ayrımcılık türleri, toplumdaki eşitsizliklerin ‘doğal’ nedenleri olarak siyaset-dışı alanın meseleleri olarak restore edildi. Böylece her türden hak ve eşitlik talebi, siyasal alana ilişkin bir gasp ve meşru olmayan müdahaleler olarak sunulurken sivil toplumu var eden özgürlük talepleri, yeni muhafazakârlığın siyasal söylemlerinin ve pratiklerinin tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Bütün bu gelişmelerin neden olduğu muğlaklık, yeni toplumsal hareketlerin oluşma biçimindeki yaratıcılık ve mecal kapasitesiyle bir ölçüde aşılmak istense de, tecrübe edilen sürecin yıkıcılığı ve neoliberal düzenlemelerin toplum denilen sosyallik biçimine saldırısı, yeni muhafazakarlık ve benzeri biçimler altında devam ediyor. Popülist sağ-ideolojilerin siyasal alandaki egemenliklerinin ‘düzen’ olarak ortaya koydukları icraatlarının karşısına sivil toplumun bir özgürlük ideali olarak tasarladığı siyasallığı oluşturma kapasitesi ve bunun araçlarını geliştirme becerisi, belirsiz haldeki varlığını siyasal alanda göstermeye devam eden demosun bir özne olup olmadığı konusundaki tartışmalara da yön verecektir. İçinden geçilen dönem, bu belirsiz öznenin siyasal alana farklı biçim ve içeriklerle çağrıldığı bir yüzyıl olmaya doğru gidiyor. Bunun en biçimsiz haline şimdilik popülizm deniyor.
Bizi Takip Edin