‘Anneler Günü’nde Babalar Anne Olsun!’

Kadınlık, annelik ve ebeveynlik üzerine paylaşımları ile annelerin en çok takip ettiği blogger’ların başında gelen Blogcu Anne Elif Doğan ile Anneler Günü’nde anneleri konuştuk. Kentli ve eğitimli annelerin en büyük sorunu olarak 'anneliğin nasıl olması gerektiğinin' dayatılmış ve tanımlanmış olmasını gösteren Blogcu Anne, “İki tarafı ilgilendiren bir sorunu, tek tarafla çözemezsiniz. Biz kadınlar konuşalım, konuşalım… Erkeklerin dâhil olmasını talep ediyorsak, o zaman bu konuyu önlerine götürmemiz lazım” diyor.

Sosyal medyayı kullanan gençlerin bir zaman sonra ebeveyn olması, özellikle annelikle ilgili araştırmalarını kitapların yanı sıra sosyal medyada sürdürmesi, yıllar önce blogger annelik kavramını ortaya çıkarmıştı. Bazıları uzun süre devam edemese de bir kısmı hatırı sayılır takipçilere ulaştı, içlerinde ilham veren içerikler ve fikirler paylaşanlar oldu. Bu blogger anneler içinde paylaştığı içerikler itibariyle Blogcu Anne farklılaşıyor. Sadece anne olarak değil, bir birey olarak pek çok alanda kendini sürekli geliştiren ve takipçileriyle de bunu paylaşan Blogcu Anne Elif Doğan ile “Anneler Günü” özelinde bir röportaj gerçekleştirdik.

Yeni kitabının yazımına küçük bir mola vererek sorularımızı yanıtlayan Blogcu Anne ile iş hayatında cinsiyet eşitsizliğini, babaları, büyük kentlerde ebeveyn olmanın zorluklarını, eğitimde fırsat eşitliği sunulmamış kadınların mücadelesini desteklemek için neler yapılabileceğini, her yıl düzenlenen Dijital Topuklar’ı ve babaları konuştuk.

İş hayatında cinsiyet eşitsizliği yaşandığını biliyoruz. Özellikle anneler, bu anlamda dezavantajlı mı?

Aslında iş hayatı genel olarak erkekler tarafından ve erkekler için oluşturulmuş bir düzenle devam ediyor. Dolayısıyla kadınların da kadın olarak buralarda var olması istenmiyor. 2018’deki Dijital Topuklar’da Bekir Ağırdır’ın bir konuşması vardı, “İş dünyasında duygulara yer açmak” diye. Bu sene de bu konulara Dijital Topuklar’da girmek istiyoruz. Artık bugüne kadar ataerkil reflekslerle yürütülen birçok şeyin savaşlara neden olduğu, yeni şeylerin söylenmeye, yeni duygulara yer açmaya başlanması gerektiği konuşuluyor. Dolayısıyla bu sadece kadınlara atfedilen özellikler, ama erkeklerin de içinde olan duygular tabii. Daha şefkatli bir güç. Gücün tanımının değişmesi başarının tanımının değişmesi.

Dün İngiltere’deki Telegraph Gazetesi’nde bir yazı okudum. Annelerin yapılacak listesinde 26 madde. Bu maddelerin tamamı da annelerin yapması gereken şeyler değil aslında. Çocukların beslenme çantasını hazırlamak gibi… Bunlar annelerin üzerine kalmış. Kadınların sadece çalışmaları, artık cinsiyet eşitliğini yakalamaları için yeterli değil. Ev içinde eşitlik olması lazım ki kadın iş hayatında taleplerini daha yüksek sesle dile getirebilsin. Tabii ki orada da güçlü olması lazım ki ev içinde de güçlü olsun. Çok girift bir sorun ve tek taraflı olarak sadece kadınların çözüm bulmaya çalışmasıyla çözülmeyecek.

Kadınların erkeklere göre iş hayatında avantajlı olduğu konular var mı?

Bence bunun yanıtı organize olmak, aynı anda birden fazla iş yapabilmek falan değil. Bunlar kadınlara yüklenen, dayatılan işlerin doğurduğu şeyler. Ama bizim küçüklüğümüzden beri duygularımızla daha yakın olmamıza izin verilmesi, oğlan çocuklarının önünün kapatılması, ‘erkek adam ağlamaz’ denilerek onların duygularından soyutlanması,  fakat bizim soyutlanmamamız, artık avantaj olmaya başlayacak. Aslında erkekler arındırılmışlar, bazı pozitif şeylerden. Dolayısıyla onlar şimdi bizim avantajımızmış gibi oluyor; eğer izin verilirse, alan açılırsa. Yoksa kadınların sırf kadın oldukları için, çocuk doğurabildikleri için avantajları olduğunu düşünmüyorum.

Modern, kentli, eğitimli annelerin en büyük sorunları neler sizce?

Sürekli bir şeylere yetişmeye çalışmaları. Bir yandan işyerinde rekabet etmek.  Ayrıca anneliğin nasıl olması gerektiğinin dayatılmış ve tanımlanmış olması. Mesela Twitter’da geçenlerde kıyamet koptu, bir baba kızına anneliği öğretiyor. Bir baba kızına annelikle ilgili ne anlatabilir? Kendi annesiyle ilgili deneyimini anlatabilir, duygusu ve tecrübesinden başka bir şey anlatamaz.

Oğlum 8. sınıfın sonuna yaklaşıyor ve LGS diye bir gerçek var artık. En azından akademik çalışmanın ne olduğunu öğrenmesi adına karşılaşması gereken bir şey olacak bu. Bununla yüzleşirken rakamları öğrendik, aşağı yukarı 1,5 milyona yakın çocuk sınava giriyor. Bunların 2-3 bini modern, eğitimli ailelerin istediği okullara girebiliyor, o da o paraları verebilirseniz. Sadece annelerin özelinde tabii ki çok fazla sorun var, onlara dayatılan şeyler yüzünden. Ama genel olarak bence ebeveynlik çok fazla yük altında, çok zor ve destek sistemi yok. Tek başınızasınız. Birçok şeye yetişmeye çalışıyorsunuz ve yetişebileceğiniz size pompalanıyor. ‘Çocuk da yaparım kariyer de’, ‘10 kaplan gücünde anneler’ falan deniyor ama bunun altı hiç doldurulmuyor. Sanki istemek yeterliymiş gibi anlatılıyor. Ama nasıl olacağını kimse söylemiyor.

 

Sorunların Önemli Kısmı Cinsiyet Eşitsizliğine Dayanıyor

Sizce yasalar çalışan anneleri nasıl destekliyor?

Benim kurumsal tecrübem yok. Dolayısıyla bu konudaki aktarımlarım gözlemlerimden ibaret. Ama herhalde çok az kadın hak ettiğimi alabildim, diyebilir. Gerçekten de iş hayatında sorun yaşayan ya da yaşayacağını düşünen kadınların oranı yüzde 50. Oldukça geriden geliyor bu konuda yasalar. Biz yurtdışında yaşıyorduk, sonradan geldik. Süt izni gibi bir şeyden haberim yoktu. Ben Amerika’da yaşıyordum, orada daha da beter zaten. 6 hafta sadece federal izin var. Türkiye’de devlette çalışan kadınlar biraz daha bu konuda rahat, ama özel sektör çok acımasız. Mesela okul yok, hangimizin evinin yakınında nitelikli anaokulu, nitelikli devlet okulu var? Bu kadar çalışıp çabalayıp çocukları özel okula vermeye çalışıyoruz. Türkiye’de özel okulların oranı zaten yüzde 3. Biz aslında o kadar küçük bir kitleyiz ki burada debelenen. O yüzde 3’ün de yüzde kaçı Bihter Ziyagil kıvamında yaşıyor zaten? Hepimiz, ya başka çocuk yapmıyoruz, ya tatil yapmıyoruz, evimizi satıyoruz, ev satın almıyoruz. Sağlık için de aynısı geçerli. Gelişmiş bir ülkede vatandaşlık hakkı olması gereken şeyleri satın almak için debelenip duruyoruz ve bunu yaparken de yine sınavlara hazırlıyoruz çocukları, yine dershaneye gönderiyoruz, yine özel ders aldırıyoruz. Bir yandan da bu kaotik şehirlerde, bu stresle çocuk büyütmeye çalışıyoruz. O yüzden, çok fazla derdimiz var. Bunların çok büyük bir çoğunluğu cinsiyet eşitsizliğine dayanıyor, aslında çok büyük bir çoğunluğu.

 

Cinsiyet Eşitliğini Erkeklerle de Konuşmak İstiyoruz

Dijital Topuklar 2019’da bu konular tartışılacak mı?

Tam şu anda içeriğini toparlamaya başladık, bir şey söylesem yanlış olur. Genel olarak zaten dertlerimiz var. Biz zaten bir içerik üretimi platformu olarak ortaya çıkmıştık. Feminizm, bizim ilk yıl gündeme getirdiğimiz bir konu değildi. Birkaç sebebi vardı bunun. Hem çok alanımız olduğunu düşünmüyorduk, hem de korkutucu olacağını düşünüyorduk, ama bundan 4 sene önceydi. Şimdi çok değişti her şey. Artık neredeyse 8 Mart reklamı yapmayan firma yok. Ha, 9 Mart’ta aynı şeyi devam ettiriyorlar mı, o ayrı. Ama en azından bu konu artık radarlarında. İçerik üretimi bir tanesiydi, cinsiyet eşitliği ve feminizm bir diğer konu. Dijital gelecek adı altında çocukların sosyal medyayı kullanmaları, sosyal medyada kullanılmaları gibi konuları ele alıyoruz. Aynı zamanda ebeveynlerin, çocukların dijitalle olan etkileşime tepkileri, bu konudaki korkularımız, kaygılarımız… Ne kadarı gerçekçi, ne kadarı aşırı, bunları ele almaya çalışıyoruz. Bir de girişimciliği konuşuyoruz. Dolayısıyla bu ana başlıklar altında her sene, konularımızı farklı bir bakış açısıyla ele alıyoruz. Cinsiyet eşitliğini kadınlarla konuştuğumuz kadar, bu sene erkeklerle de konuşmak istiyoruz. Çok sevdiğim bir söz var: “İki tarafı ilgilendiren bir sorunu, tek tarafla çözemezsiniz.” Biz kadınlar konuşalım, konuşalım… Biz kadınlar erkeklerin dâhil olmasını talep ediyorsak, o zaman bu konuyu önlerine götürmemiz lazım ki şimdi artık bu bakış açısıyla yaklaşan, Instagram’da babalıkla ilgili paylaşımlar yapan ve bunu gerçekten ‘Burada ben de varım’ demek için yapan adamlar var, olması lazım.

 

‘Başkalarının Sorumluluklarını Onlar Adına Almayı Bırakmalıyız’

Babaların annelerin hayatındaki rolüne ilişkin ne söylemek istersiniz? Sizin sosyal medyada #yarımdeğilişbölümü diye bir mottonuz da var bu konuda…

Burada bir yanlışlık var diye keşfettim. Ondan sonra da bu konuda daha çok okumaya başladım. Biraz kendiliğinden gelişti. Çünkü ilk başlarda hiçbir sıkıntı yoktu, biz gayet memnunduk, her şey yolundaydı. Çocuk sayısı arttıkça insan kanyağı yetersizliğinden dolayı daha çok bunları yaşamaya başladık. Yoksa kurduğumuz düzende, ilk başlarda o dışarıda çalışacaktı, ben evde çalışacaktım. Son derece adil bir iş bölümüydü. Ama ev işinin nasıl bir kara delik olduğunu o zamanlar ben bilmiyordum, tecrübe etmeden önce. Dışarıda çok çalışıyorlar, hiçbir şey demiyorum ama ev hiç bitmiyor, 24 saat. Otururken çorap katlıyorsun, telefonla konuşurken bulaşık makinesini boşaltıyorsun. Mesai başladı, bitti diye bir şey yok. Zaten bütün bu yaşadıklarımız da yıllardır feministlerin söylediği şeyler. Sadece, feminizm biraz daha “popüler” olmaya başladığı için “Aaa bu da böyleymiş aslında” denmeye başlandı. #yardımdeğilişbölümü de daha halk diliyle söylediğim bir şey, ama yıllardır akademide söylenen şeylermiş.

Eşbaşkanlı ebeveynlik diyorum ben buna. Hiçbirinin bir diğerinden daha ağır olmasına gerek yok. Erkeklerin yapamadığı tek şey, doğurmak ve emzirmek yani, onun dışında yapamayacağı hiçbir şey olmaması lazım. Bana, “3 oğlunuz var, bir de eşiniz 4” diyorlar. Ne münasebet. 43 yaşında adama ben niye annelik yapayım? Birincisi oğullarım daha çocuk, henüz erkekleşmediler. İkincisi hayır, kabul etmiyorum bunu. Ona da ayıp. İlk başlarda birçok şeye öfkeyle yaklaşıyordum; ne giysin, ne yesin. Çok saçma şeyler bunlar. Bir yandan birçok şeyi okuyorum ve kendimi geliştiriyorum ebeveynlik ve kadınlık konusunda. Altını çizip burayı sen de oku, diyorum. Ne kadar güzel, ne kadar rahat bir hayat ya. Eğer o bunu yapmazsa, aran da açılmaya başlıyor. Sen daha demokratik bir ebeveyn oluyorsun, o daha geleneksel bir yerde kalıyor. Onun da öfkesi oluyor. Biz de buralarda çok tıkandık, uğraştık tabii. Kendini geliştirip bulunduğun yerden çıkmaya çalışırken eşini de oradan çıkarmak gibi bir sorumluluk yükleniyor sana ve bunu da öfkeyle yapmayacaksın, deniyor.  Bu çok zor bir şey. Genel olarak öfkeye yer var, ama tüm ilişkilerinde yapıcı olmaya başlamak gerek. O bardaklar inci gibi dizilince ne oluyor, dizilmeyince ne oluyor? (Erkeklerin bulaşık makinesini boşaltmasıyla ilgili) Yıllarca mesela Doğan bulaşık makinesini yerleştirmedi. Temizleyip koyardı, bulaşık makinesine yerleştirmeye hazır. Ama yerleştirmezdi çünkü ben istemiyordum. Benim istediğim gibi yerleştirmiyordu. Onun 3 makinede yıkadığı bulaşığı ben tek makinede yıkarım. Ama zaten ben tetriste daha iyiydim! Evin bu kadar düzenli, bu kadar temiz olması, kimin faydasına? Ama bir tek ben yapıyorum, tam delilik. O yüzden başta öfkeyle anlatmaya çalıştım, işe yaramadı. Sonra bıraktım, bulaşık makinesini yerleştirsin. İstediği gibi. Başkalarının sorumluluklarını onlar adına almayı bırakmak gerekiyor. Öfkeyle değil, bırakmak…

Annelerin hayatını kolaylaştırmak için babalara bir çağrınız var mı?

23 Nisan’daki gibi, anneler gününde babalar anne olsun! Babaları da çocuk yetiştirmenin yükünü fark etmeye davet ediyorum. Çünkü tek kişilik bir şey değil bu. Evet bekâr anneler, babalar var. Yapılıyor da ama çok yıpratıcı.

Bir anne sözlüğünüz var. Bu konuştuğumuz konular çerçevesinde bir anne tanımınız var mı?

Daha önce yaptığım tanımlamalar içinden şunları söyleyebilirim: Gece uykusunda ‘Baba!’ diye ağlayan çocukla kalkıp ilgilenen kişi. Bir sürü çocuk ağlaması içinden kendi çocuğunun ağlamasını ayırt edebilen bir tür dedektör, bir çeşit zombi.

 

‘Kadınlar Erkeklere, Anneler Çocuklara Hizmet Etmez’

Anneliğin tek başına bir kariyer olarak görüldüğü bir toplumda, bir anne olarak bu düşünceyle ilgili neler yapabiliriz?

Sanırım mücadeleyi nasıl tanımladığımıza bağlı. Hepimizin içinde var, bu kodlanan şeyler. Anneler Günü’nde muhtemelen benim de çocuklarım bana sabah kahvaltısı hazırlayacak. Çok hoşuma gidecek ama önce kendi doğrularımızın peşinden gitmek ve bunları paylaşmaktan da korkmamak, çekinmemek, devam etmek gerek.   Bir noktadan sonra öfkeyi bir kenara bırakıp materyal şeylerle konuşmaya başlayınca, çok da söyleyecek şeyleri kalmıyor. İşte kadının hizmet etmesi… Hizmet, satın alınır. Kimse kimseye hizmet etmez. Hizmetçiler hizmet eder, onlar da maaşlı çalışanlardır. Dolayısıyla kadınlar erkeklere, anneler çocuklara hizmet etmez. Bu, ev işçiliği, karşılıksız emek vermek. Öncelikle bunun adını koyalım, biz de farkında varalım. Bunları paylaştıkça normalleşmeye başlayacak.

Çalışan anneler deyince eğitim anlamında fırsat eşitliği sağlanmamış ve/veya büyük şehirlerde yaşamayan ama kendini sadece anne olarak tanımlamayan, el emeğiyle var olmaya çalışan kadınlar var.  Siz bu annelerle ilgili ne söylemek istersiniz?

Bu benim de düşündüğüm bir konu. Kitabımı yazarken o kadınlar bunu okumak isteyecekler mi, okuduklarında kendilerinden bir şeyler bulabilecekler mi, diye düşünüyorum. Çok kolay bir şey değil, çünkü ben de bulunduğum çevre içinde, ait olduğum gruba dair bir şeyler deneyimliyor, yazıyor ve paylaşıyorum. Bence biraz başka hayatları görüp, açık olup, kendi sorunlarımızın dışındaki sorunları görmeliyiz. Çok kıymetli. Ebeveynin küçümsenmesiyle, şimdi evi işlerinin yeniden bu kadar popüler olmasıyla de çok alakalı. Ama çok fazla bir araya gelme şansımız olmuyor. Çoğumuzun evine, mutlaka destek için birileri geliyor. Onların sorunlarını fark etmek, onun da bir çalışan kadın olduğunu düşünmek bence çok kıymetli. Eve gelen kadınlara bazen çok acımasız yaklaşılabiliyor. Kendi yapmadığımız bir işi başkasından talep etmeye hakkımız olduğunu düşünmüyorum, evle ilgili.

Bu anneleri kendi alanımıza nasıl dâhil etmeliyiz, ya da dâhil etmeyi düşünebilir miyiz? Bu kadınlarla bir buluşma sağlanması mümkün olabilir mi?

Bu yıl Dijital Topuklar’ı İstanbul dışına çıkarmayı çok istedik. Ama seçim vs. nedeniyle gerçekleşemedi. Dijital Topuklar olarak böyle bir niyetimiz var. İstanbul’daki etkinliğimiz biletli, ama İstanbul dışında öyle yapmak istemiyoruz. Burada konuştuklarımızı oradaki kadınlara taşımak ve oradaki kadınları da duyup dinlemek istiyoruz. Kadınların Doğu’da olsun, Batı’da olsun, eğitimli olsun, eğitimsiz olsun, bir araya gelip sorunlarını çözebilmesi için bunu hemzemin bir şekilde yapmak lazım. Hemzemin yerlerde buluşursak o zaman farklılıklarımızın aslında o kadar büyük olmadığını, zannettiğimizden daha çok ortak noktamız olduğunu ve birbirimize daha çok şey verebileceğimizi görürüz.