“Ölümü Değil Yaşamı Savunalım”
Abdullah Öcalan’ın tecridinin kaldırılması talebiyle başlayan açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüşmesi kararı alınırken, talepler de bütün tutuklu ve hükümlülerin tecridinin kalkması olarak değiştirildi. Dicle Üniversitesi’nden Prof. Dr. Vahap Coşkun, Mahsus Mahal Derneği kurucusu yazar Aytekin Yılmaz ve insan hakları savunucusu avukat Erkan Şenses, Öcalan’ın avukatlarıyla gönderdiği ‘açlık grevleri durdurulsun’ mesajından sonra da devam eden eylemleri ve sivil toplumun bu konudaki tutumunun nasıl olması gerektiğini Sivil Sayfalar için değerlendirdi.
Açlık grevleri dünyada olduğu gibi ülkemizde de özellikle cezaevlerinde uzun süredir hak arama yöntemi olarak görülüyor. Leyla Güven’le başlayan son açlık grevine farklı cezaevlerinden 3 bin kişinin katıldığı bunlardan yüz kişinin hayati tehlikesinin olduğu kaydediliyor. İnsan Hakları savunucusu Erkan Şenses kişisel olarak desteklemese de açlık grevlerinin ‘barışçıl bir hak arama yöntemi’ olduğunu belirterek, “Eylemcilerin greve girme hakkı en az benim bu grevi desteklememe hakkım kadar ifade özgürlüğünün koruması altındadır” saptamasında bulunuyor.
“İnsan Bir Makinadan Fazladır”
Vahap Coşkun da açlık grevlerini ilkesel olarak desteklememe sebebini şöyle dile getiriyor: “Ben meseleye insanın ve hayatının kutsallığı açısından bakıyorum. Bana göre, birey olarak insan her şeyden daha kıymetlidir. “insan” ve “insan hayatı” bütün toplumsal ve siyasal davaların üstündedir. Değerli olan insandır. İnsandan öte veya insanın üzerinde bir amaç veya hedef yoktur. Bir politik hareketin veya tasavvurun, insana atıf yapma ve onu merkeze alma düzeyine bağlıdır. Odağında ne kadar insana yer verirse o kadar meşruiyeti o kadar güçlenir, ne kadar insandan uzaklaşırsa o kadar meşruiyeti zayıflar. Ezcümle, insan bir araç değil, başlı başına bir amaçtır. Kendisinin dahi feragat edemeyeceği hak ve özgürlüklere sahiptir. Kant’ın veciz ifadesiyle insan “bir makinadan fazlasıdır.” Bu itibarla hiçbir gayeye ya da kolektif kimliğe araç kılınamaz, kılınmamalıdır. “ Hapiste olduğu yıllarda açlık grevi yaptığını ama ölüm oruçlarına katılmadığını belirten Mahsus Mahal Derneği Kurucusu yazar Aytekin Yılmaz, “O gün de doğru bulmadım bugün de doğru bulmuyorum. Hiçbir dava insan yaşamından daha değerli değildir. Bir mağduriyeti giderirken başka mağduriyetler yaratılmamalıdır. Ölümü değil, yaşamı savunmalıyız. “ diyor.
Açlık Grevlerinin Talebi Toplumsallaşmadı
Hali hazırda yürütülen ve ölüm orucuna dönüşen açlık grevlerinin kamuoyunda ilgi bulmayışını ve iktidarın tutumunu değiştirip değiştirmeyeceği konusunu da değerlendiren Aytekin Yılmaz, eylemlerin yankı bulmamasının hapishanedekilerin kendi koşulları için değil sadece Öcalan için eylem yapması olduğunu savunarak, bu konuda hükümetin tutumunun değişmeyeceğini vurguluyor.
Vahap Coşkun da kamuoyunda ilgisizliğin birinci sebebinin eylemin yöntemi ve gündeme getirilen taleplerle ilgili olduğunu belirterek, “İkincisi, Türkiye ve Ortadoğu çok önemli bir dönemeçten geçiyor. Böyle hayati bir evrede tek bir konuya ve kişiye yoğunlaşmanın bir siyasi hareket için yanlış olmasıdır. Üçüncüsü, bu tarz eylemler, dış dünyada da ses bulmuyor, destek görmüyor, buna tepki verilmiyor. İktidarın tavrını da bunlara eklemek gerek. Böyle bir tabloda açlık grevlerini desteklemek, “feda eylemleri” diye genç insanların hayatlarına son vermelerini kutsamak, açlık grevlerinin ölüm oruçlarına çevirmek, kabul edilemez. Bütün bu hadiseye insan hayatı üzerinden bakmak gerekir. Bu tür eylemlere, doğrudan insan hayatını tehdit ettikleri, uzadıkları ölçüde insan sağlığı üzerinde telafisi imkansız hasarlara sebebiyet verdikleri için karşıyım. “ diyor. Erkan Şenses de grevlerin ölüm orucuna dönüşmesinin geçmişteki yakıcı örnekler gibi toplumsal bir travmaya sebep olacağını belirterek, “Bu açıdan ölüm oruçlarının kutsanmasının doğru olmadığı görülmelidir. Yaşam hakkı hiçbir hak talebi yerine ikame edilmemelidir.” uyarısında bulunuyor.
Sivil Toplumun Pozisyonu
Vahap Coşkun, sivil toplumun bu konuda yapması gerekenleri değerlendirirken, insanı ve sağlığını bütün politik mülahazaların üstüne koyan bir perspektifle yaklaşılmasının gerekliliğinin altını çiziyor. Durumun gittikçe kötüleştiğini bir çıkış yolu bulunması gerektiğini belirten Coşkun, “Sivil toplum ve siyasi aktörler, Selahattin Demirtaş ve Ahmet Türk gibi isimler, taleplerinin kamusal alana taşınması için gerekli her türlü çabanın gösterileceğini belirerek grevde olanlara samimiyetle bu eylemi bırakmaları yönünde çağrıda bulunmalı.” Diyor. Aytekin Yılmaz açlık grevinin olmasa da ölüm orucunun şiddet eylemi olduğunu savunarak, sivil toplumun bu konuda eylemleri destekler bir tutum sergilememesi gerektiğini belirtiyor. Sivil toplum örgütlerinin, insan hakları örgütlerinin insan yaşamına son veren eylemlere karşı olması gerektiğini hatırlatan Yılmaz, “Mesela devletin ortaya çıkardığı bir mağdurluk durumu yaşansa hemen STK’lar, insan hakları örgütlerinden basın açıklamaları, yazar ve sanatçıların imza kampanyalarına rastlıyorduk ama aynı şeyi bu sivil çevreler ölüm oruçları için yapmıyor. Yapan da destek bulmuyor. Örneğin Demir Küçükaydın’ın başlattığı kampanya destek bulmadı. Bana sorarsanız en az devlet kadar bu soğuk savaş dönemi ürünü olan sivil toplum örgütü çalışmaları da Türkiye’nin değişim dönüşümü önünde engeldirler.” Diyor.
Sivil toplumun süreçteki rolünün eylemciler ile devlet arasında arabuluculuk olması gerektiğini savunan Erkan Şenses de, “En kısa sürede karşılıklı diyalog ve uzlaşı yoluyla eylemleri sonlandırmak hedeflenmelidir. Özellikle baroların bu süreçte gerek cezaevlerinde yaşanabilecek hak ihlallerinin önlenmesi konusunda ve gerekse de eylemcilerin taleplerinin diyalog ve uzlaşıyla yerine getirilmesi konusunda Adalet Bakanlığı nezdinde önemli bir rolü var” diye konuştu.
Bizi Takip Edin