İstanbul’un Kültürel Kimliği İçin Bütüncül Bir Strateji Gerekiyor
İKSV 50 yıla yaklaşan bir zamanda şehrin kültürel hafızasına kazandırdıklarının yanında geleceğe dair oluşturduğu kültür sanat stratejileriyle de katılımı, iyileştirici ve kapsayıcı sanat ortamının oluşmasına katkı sunuyor. Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ile vakfın kültür sanat haritasının ve İstanbul için geliştirdikleri kültür stratejilerini konuştuk.
Video röportaj ve görseller: Sevde Tunç
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) sadece bienal, festival ya da konser düzenleyen bir kurum değil, aynı zamanda kamu yararı güden bir vakıf vasfıyla İstanbul’un kültür şehri olması ve hiçbir ayrım gözetmeden şehrin tüm sakinlerinin kültür sanata ulaşımında engel kalmaması için çalışıyor. Her yıl yayınladıkları raporlarla Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere yerel yönetimler, STK’lar ve diğer tüm ilgili kurumlar için, sorunlara yönelik bilimsel veriler içeren çözümler sunan İKSV üzerine Kültür Politikaları Çalışmaları Direktörü Özlem Ece ile konuştuk. İstanbul’a yakışan bütüncül bir kültür stratejisinin izlenmesi için tüm uzmanlıklarını açmaya hazır olduklarını belirten Ece, “Yeter ki sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, yaratıcılar karar süreçlerinin içinde yer alsın. Yerelleşme kültür politikalarının olmazsa olmazlarından biri” diyor.
İKSV 1973 yılından beri şehrin kültürel hafızasını oluşturmada önemli roller üstleniyor. İstanbul gibi değişimin çok hızlı olduğu bir metropolün kültür sanat vakfı olmanın zorlukları ve güzellikleri nelerdir?
1973’ten bu yana, çok uzun bir yol kat etmiş İKSV. Burası kamu yararı güden bir kurum. Bu, içinde bulunduğu şehrin dokusuna katkıda bulunmayı amaç edinmek demek. İKSV bir yandan festivaller, bienaller ve diğer tüm etkinlikleriyle kültürel hayatı canlandırıyor, diğer yandan izleyicisinin birikimine katkıda bulunuyor. Türkiye’de kültür sanat alanında üretim yapan birçok insan İKSV’nin organizasyonlarından beslenmiştir. Son zamanlarda “İKSV Seve Seve” diye bir sloganımız var. Herkes kişisel hikayesi üzerinden İKSV’yi anlatıyor. Değişim çok hızlı yaşanıyor ama kalıcı olan şeyler de var. Kültür ve sanatın bu şehir için kalıcı, öncelikli konulardan biri olması için uğraş veriyoruz. Kültür sanat Türkiye’nin gündeminde ilk sırada yer almıyor ne yazık ki ama bir yandan da hayatımızın çok temel bir parçası. Dolayısıyla hak ettiği yeri bulabilmesi için, etkinlikler yoluyla İstanbul’daki izleyici ve potansiyel izleyicilerin kültürel birikimine hizmet ediyor, kente dinamizm kazandırmaya çalışıyoruz. Bu amaç festival kavramının doğasında olan şenlik, coşku tarafını besliyor. Ama günümüzün festivalleri artık sadece eğlence ve coşku anlamına gelmiyor, daha farklı sorumluluklar da taşıyor. Kapsayıcılık, iyileştiricilik, kentte daha fazla insana ulaşmak ya da kitleyi çeşitlendirmek gibi sorumluluklar bunlar. Burası adı üstünde bir vakıf, kamu yararı gütmesi de bundan kaynaklanıyor. Bu zorlu bir süreç. Güzel tarafları olduğu kadar zorlu yanları da var. 1973 yılında Nejat Eczacıbaşı ilk İstanbul festivalini düzenlemek için yola çıktığında, uluslararası bir etkinliği gerçekleştirmeye uygun tek bir konser salonu bile yokmuş şehirde. Buna rağmen ona inanan insanlarla birlikte bu yola çıkmayı göze almış, İstanbul’u bir festival kenti yapmak üzere ilk adımları atmışlar. Biz de bu sorumluluğu taşıyarak üretmeye, çalışmaya devam ediyoruz.
Siz vakıf olarak kültür sanat alanında sadece etkinlik programı oluşturmakla kalmıyorsunuz, bir de ciddiyetle belirlenen bir kültür sanat politikasına sahipsiniz. Sizce İstanbul’un bir kültür politikası mevcut mu? Siz vakıf olarak bu politikayla ne kadar bir arada hareket edebiliyorsunuz? Eleştirdiğiniz ve/veya doğru bulduğunuz noktalar neler? İKSV kendi kültür politikasında neleri ön planda tutuyor ve hayata geçirmeyi önemsiyor?
İKSV’nin kuruluş amaçlarına bakarsak, şehre bir festival kazandırmak, İstanbullu izleyicileri dünyadaki seçkin sanatsal üretimle buluşturmak ve burayı dünyanın kültür sanat başkentlerinden biri yapmak ideallerini görürüz. Biz 2010 yılında vizyonumuzu ve misyonumuzu gözden geçirdik ve o zaman dile getirilen hedeflerin halen geçerli olduğunu, yapmamız gereken şeyin ise bu hedeflerin üzerine yenilerini eklemek olduğunu anladık. Evet, İstanbullu izleyiciyi dünyadan sanatçılarla buluşturuyoruz ama bir yandan da Türkiye’deki sanatsal üretime destek oluyoruz. Burada yaşayan sanatçıların üretebileceği ortamı festivaller ve bienallerle sağlıyoruz. Bu etkinliklerle sanatçıların dünyaya açılmasına da olumlu etki ediyoruz. Diğer yandan kültür politikaları çalışmalarıyla bilgi üretmeye ve Türkiye’de ya da İstanbul’da bir kültür politikası oluşturulacaksa somut önerilerle bu sürece katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Çünkü İstanbul’un tanımlanmış bir kültür stratejisi yok ne yazık ki. İstanbul nüfusu neredeyse 20 milyonu bulan bir metropol ama kültür sanat konusunda bir koordinasyon yok, belli bir politika dahilinde hareket ediliyor diyemeyiz. Özel sektör destekli kültür kurumlarının yaptığı çok önemli işler var, belediyeler eliyle gerçekleştirilen işler var, kültür bakanlığının il kültür müdürlükleri aracılığıyla yaptığı projeler var ama bunların hepsine birlikte bakan, bütün kente hitap eden bir strateji yok. Bu stratejinin oluşturulması için somut öneriler geliştiriyoruz, bu önerileri ihtiyaçlardan yola çıkarak tanımlamaya çalışıyoruz. Bunu nasıl yapıyorsunuz derseniz, İKSV’nin misyonu doğrultusunda bu yolda kendine koyduğu hedefler var, bunun yanında bir de üç yıllık bir stratejik planı var. Bu stratejik plana göre önceliklerimizi belirliyoruz, yani bütün etkinlikleri planlarken kendimize prensipleri görebileceğimiz bir yol haritası belirlemeye çalışıyoruz. Kültür politikaları bilgiyi üretiyor, stratejik plan yol haritasını çiziyor, festivaller, bienaller ve geri kalan etkinlik alanları da bu stratejileri gözeterek programlarını hazırlıyor. Nedir bunlar? Kapsayıcılık, çeşitlenme, katılım… Kültür politikaları raporlarında dile getirdiğimiz, teorisini geliştirdiğimiz her şeyi hayata geçirmeye çalışıyoruz. Çünkü İstanbul büyük bir metropol, bu şehirde milyonlarca insan yaşıyor. Herkese dokunabilecek programları üretmek, çeşitlenmek, şehre yayılmayı sağlamak uzun bir yol. Bunun için hedefler koymak, takip etmek, izlemek ve değerlendirmek gerekiyor. Bunu stratejik plan eliyle sağlamaya çalışıyoruz.
Sizin vakıf olarak bir de anayasa teklifiniz var. Bu çalışmanız, şehrin kültür stratejisini oluşturmasında elinizi ne denli taşın altına koyduğunuzu göstermesi açısından da değerli.
Kültür politikaları çalışmaya başladığımızda kendimize birkaç öncelik belirledik. Vatandaşların kültürel hayata eşit şekilde erişimi ve katılımı bu prensiplerin en başında geliyor. Kültürel hayata katılımın önünde maddi ve fiziksel engeller, ulaşım zorlukları gibi birçok engel var. Bunları aşmak için topyekün stratejiler geliştirmek gerekiyor; kamu politikalarına bu yüzden ihtiyaç var. Kültür kurumlarının başardığı şeyler çok önemli; izleyiciyle ilişki kurmak adına birçok kültür sanat kurumu stratejiler geliştiriyor, izleyici geliştirme programları, eğitim projeleri tasarlıyor. Ancak bu kadar büyük bir şehirde daha fazla ve çeşitli katılımcıya ulaşmak istiyorsanız, birlikte strateji geliştirmeye de ihtiyaç var demektir. Dolayısıyla, kültüre erişim ve katılım kültür politikalarının ilk maddesi. 2012 yılında Türkiye yeni anayasasını yapmaya ilk kez niyetlendiğinde, sivil toplum kuruluşlarına bir çağrı yapılmış ve yeni anayasa için önerileri istenmişti. Birçok sivil toplum kuruluşu kendi önceliklerini öne çıkaran öneriler hazırladı ve gönderdi. Biz de kültürel yaşama eşit erişim ve katılım konusunu odağa alan bir anayasa maddesi önerisi hazırladık. Bunun için İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Turgut Tarhanlı’nın kapısını çaldık. Onun bizi yönlendirmesiyle, Birleşmiş Milletler’in Türkiye’nin de imzacısı olduğu ekonomik ve sosyal haklar sözleşmesinden yola çıkan bir madde önerisi hazırladık ve dönemin uzlaşma komisyonuna gönderdik. Elbette önerimizin anayasa hemen girmeyeceğini biliyorduk ama bu konuyu savunmak için, kültür ve sanatın en büyük hukuki metinde kapsamlı şekilde yer bulması için bir adım attık. O günden bugüne de bu konuyu savunmaya devam ediyoruz.
Bildirgeler yayınlanmadan evvel bir öneri metni geliştirerek seçime katılan bütün siyasi partilerle paylaştık. Bu metinde öncelikle kültür mekanları ve altyapı konusunu ele aldık. İstanbul gibi bir dünya başkentinde kültüre yeterli altyapı ayrılmış durumda değil. İstanbul’daki kültür mekanlarının kapasitesi ve teknik donanımı uluslararası etkinlikleri ağırlamak için yeterli değil. Özellikle tarihi mekanların kullanımı konusunda eşitlikçi bir yaklaşım yok. Halbuki kültür sanat etkinlikleri sayesinde tarihi mekanlar yaşatılabilir, İstanbul’un kültürel kimliğine daha da büyük bir değer katılabilir. Dolayısıyla bu konuda bir strateji geliştirmeye ihtiyaç var.
Yerel yönetimlerde kültür politikaları da vakfın ele aldığı diğer önemli başlık… Bu bağlamda yerel yönetimlerle ilişkilerinizi nasıl kuruyorsunuz? Yerel yönetimlerin kültürel planlamasında sunduğunuz eylem planları neleri içeriyor? Aynı şekilde sivil toplum kuruluşlarıyla çalışmalar yürütüyor musunuz?
Sivil toplum kuruluşlarıyla farklı konular üzerinde işbirlikleri yapıyoruz. Özellikle kapsayıcılık söz konusu olduğunda, dezavantajlı kesimleri kültürel hayata dahil etmek gerektiğinde, uzmanlık alanlarına göre farklı STK’larla çalışıyoruz. Çocuklar, gençler, engelliler, göçle gelenler ve benzeri alanlarda çalışan bütün STK’lar bizim için önemli paydaşlar. Organik bir iletişimimiz hep var, bu ağımızı giderek genişletmeye gayret gösteriyoruz.
2016 yılında yerel yönetimlere yönelik bir kültürel planlama rehberi hazırladık. Çünkü giderek daha fazla belediyeyle bir araya gelmeye başlamıştık. Hepsi kültür programları konusunda ya da inşa ettikleri kültür merkezleriyle ilgili sorular soruyordu. Biz de bunu bir rapor konusu yapalım ve herkese bilimsel veriler üzerinden, somut öneriler sunalım istedik. Bu raporda bir eylem planı sunduk. Kültürel planlamanın, planlamanın en temel unsurlarından biri olduğunu, kültür ve sanat konusunda bir uzmanının, planlama sürecinin başından itibaren masada olması gerektiğini anlattık. Kültürel planlamanın eşitlikçi ve insan odaklı olması en temel prensip olmalı. Ayrıca kapsayıcı olmalı, bütüncül olmalı, bütün kent ölçeğine yayılmalı. Rapordan sonra da yerel yönetimlerle sık sık bir araya geldik. Seçim dönemlerinde yayınladıkları bildirgelerde kültür sanata nasıl yer verdiklerini inceledik. Gördük ki, kültüre ya yer verilmiyor ya da sayısal verilerin ötesine geçilmiyor. Biz de bu süreci tersine çevirmeye karar verdik. Bildirgeler yayınlanmadan evvel bir öneri metni geliştirerek seçime katılan bütün siyasi partilerle paylaştık. Bu metinde öncelikle kültür mekanları ve altyapı konusunu ele aldık. İstanbul gibi bir dünya başkentinde kültüre yeterli altyapı ayrılmış durumda değil. İstanbul’daki kültür mekanlarının kapasitesi ve teknik donanımı uluslararası etkinlikleri ağırlamak için yeterli değil. Özellikle tarihi mekanların kullanımı konusunda eşitlikçi bir yaklaşım yok. Halbuki kültür sanat etkinlikleri sayesinde tarihi mekanlar yaşatılabilir, İstanbul’un kültürel kimliğine daha da büyük bir değer katılabilir. Dolayısıyla bu konuda bir strateji geliştirmeye ihtiyaç var. Belediyelerin STK’lar ve kültür kurumlarıyla nasıl ilişkileneceğini düzenlemek üzere çeşitli adımlar atılmalı. Kamu kaynaklarının kentteki kültür kurumlarına ya da kültür sanat aktörlerine nasıl kullandırıldığı da önemli başlıklardan bir diğeri. Belediyenin en büyük sorunu ihale aslında, ihale mekanizmasının dışına çıkılmalı. Kültür sanat alanında ihaleyle iş yapılamaz, mutlaka işin uzmanlarına gidilmeli. Biz bütün önerileri derleyen bir paket hazırladık ve seçimler öncesinde tüm siyasi partilerle paylaştık. Kampanyalar sırasında açıklanan kültür projelerini de izledik. Sonuçları hep beraber göreceğiz. İstanbul’a yakışan bir kültür stratejisinin izlenmesi için tüm uzmanlığımızı açmaya hazırız. Yeter ki sivil toplum kuruluşları, sanatçılar, yaratıcılar karar süreçlerinin içinde yer alsın. Yerelleşme kültür politikalarının olmazsa olmazlarından biri. Bu konuyu çok önemsiyoruz.
Kentlerin güncel sorunlarına kültür sanat aracılığıyla yaratıcı çözümler bulmak da daha kolay. Göçün ve savaşın özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde yarattığı travmaları bugünden yarına çözemezsiniz ama içinde yaşadıkları kentle ilişkilenmelerini sağlayarak, sanat aracılığıyla travmalarını atlatmalarına aracılık ederek, birlikte yaşadıkları insanlarla organik bir şekilde yan yana gelmelerini sağlayabilirsiniz. Bu hem yeni gelenler hem de ev sahipleri için bulunmaz bir fırsat.
Temmuz 2018’de yayınladığınız Birlikte Yaşamak: Kültürel Çoğulculuğu Sanat Yoluyla Geliştirmek raporu daha çok mültecilerin topluma kültür/sanat yoluyla entegre olmasına yoğunlaşıyor. İstanbul, aldığı mülteci sayısıyla da bu sorunun göbeğinde yer alan bir metropol. İKSV mültecilerin yaşama pratiklerini iyileştirmek, başka bir yerde ev sahibi gibi hissettirmek için nasıl programlar geliştiriyor ve işbirlikleri yürütüyor?
Biz kültür politikaları çalışmalarımız kapsamında her sene farklı bir araştırma yapıyor ve bir rapor yayınlıyoruz. Bu raporlara İKSV’nin web sitesinden pdf olarak ulaşmak mümkün. Bu raporları aynı zamanda kamu otoritelerine gönderiyoruz, sivil toplum kuruluşları ve diğer kültür kurumlarıyla paylaşıyoruz. Bunlar üzerinden verimli bir tartışma açmaya çalışıyoruz. Bütün bunlar, yol haritamızı belirleyecek tartışma dökümanları. Kültür politikaları alanını bir akademik disiplin olarak ele alıp masaya bilimsel veriler koyuyoruz ve bu veriler üzerinden tartışmak ve öneri geliştirmek istiyoruz. 2018 yılında kültürel çoğulculuk ve birlikte yaşamak konusuna odaklanan bir rapor yayımladık. “Birlikte Yaşamak: Kültürel Çoğulculuğu Sanat Yoluyla Geliştirmek” başlıklı bu çalışma Kanada Trent Üniversitesi’nden Dr. Feyzi Baban ile Wilfrid Laurier Üniversitesi’nden Dr. Kim Rygiel tarafından hazırlandı. Malum, ikinci dünya savaşından bu yana yaşanan en büyük göç dalgasına tanıklık ettiğimiz dönemlerden geçiyoruz. Yaşanan savaşlar bütün dünyayı etkiledi. Kentler değişiyor, dönüşüyor. İstanbul gibi bir metropolün kendine has dinamikleri zaten var, bir de yaklaşık 500 bin mülteciyle bir arada yaşamaya başladık. Acaba şehrin kültür sanat dünyası, sanatçılar, yaratıcı sektörlerde çalışanlar bu durumu ne kadar kendine dert ediniyor? Benzeri sorulardan yola çıkarak bu raporu hazırladık ve bir kültür kurumu olarak bu sürece nasıl katkımız olabilir diye düşündük. Göç etmek zorunda kalan insanların yeni geldikleri kente aidiyet duygusu geliştirebilmeleri için kültür sanat en önemli araçlardan biri çünkü daha hızlı iletişim kurulmasını sağlıyor. Aynı dili konuşmayan insanlar belki bir konserde ya da sergide yan yana gelerek iletişim engellerini çok daha hızlı aşabilirler. Üstelik kentlerin güncel sorunlarına kültür sanat aracılığıyla yaratıcı çözümler bulmak da daha kolay. Göçün ve savaşın özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde yarattığı travmaları bugünden yarına çözemezsiniz ama içinde yaşadıkları kentle ilişkilenmelerini sağlayarak, sanat aracılığıyla travmalarını atlatmalarına aracılık ederek, birlikte yaşadıkları insanlarla organik bir şekilde yan yana gelmelerini sağlayabilirsiniz. Bu hem yeni gelenler hem de ev sahipleri için bulunmaz bir fırsat. Biz tüm bunları önemseyerek bir araştırma yapılmasını istedik ve hocalarımız Kim Rygiel ve Feyzi Baban bize bu oldukça kapsamlı raporu hazırladılar. Bir yandan kültür politikaları raporunu hazırlarken diğer yandan da İKSV’deki etkinliklerimizi nasıl daha kapsayıcı hale getirebiliriz diye çalışmaya başladık. Rapor yayınlanmadan evvel İstanbul Bienali’nin İyi Bir Komşu teması altında rehberli turlar düzenledik. İstanbul’un çeperlerinde yaşayan çocukları Bienal öncesinde çeşitli müzelere götürdük. Pera Müzesi ve İstanbul Modern çocuklara rehberli turlar düzenlediler. Bu çocuklar belki ilk kez sokaklarından çıkıp boğazı gördüler, bir kültür kurumunu ziyaret ettiler. İstanbul Bienali’nde rehberli turlara ve çocuk atölyelerine katıldılar, bienali izlediler. Ve bu böyle devam etti. Amacımız tek atışlık etkinlikler yapmak değil, bunları zamana yaymak, bir strateji oluşturulmasına aracılık etmek ve farkına varılmasını sağlamak. Bu insanlar var, birlikte yaşıyoruz. Belki İstanbul Caz Festivali’nde yanınıza oturacaklar, belki de sahnede olacaklar, tıpkı Damon Albarn’ın Suriyeli Müzisyenler Orkestrası ile yaptığı projede olduğu gibi… Sahneden kültürel zenginliğe tanıklık edeceğiz, hep birlikte ağlayacağız ve eğleneceğiz. Bu kaynaşmalar için kültür sanata her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Büyük sorunları çözmek zaman alacak ama en azından gündelik hayatta nefes alma alanları yaratabiliriz, birlikte iyileşebiliriz.
Türkiye’de Sanat Eğitimini Yeniden Düşünmek başlıklı raporunuzda altyapı yetersizliği, kapasite eksikliği ve sanata verilen değerin yeterli olmaması başlıkları öne çıkıyordu. Bu raporun ardından İKSV ne gibi adımlar atarak/programlar hazırlayarak sorunların çözümüne katkı sundu?
Sanat eğitimi başından beri en çok önem verdiğimiz ve sürekli savunduğumuz konulardan biri. Raporun başlığı Türkiye’de Sanat Eğitimini (Yeniden) Düşünmek. Ohio State Üniversitesi’nden Doktor Zülal Fazlıoğlu Akın ile birlikte yazdık. Bu rapor bizim gözbebeğimiz çünkü sanat eğitimi gündemden düşmeyen konulardan biri. 2014’te yayınladığımız raporda okul öncesinden başlayarak sanat eğitiminin ve sanat yoluyla eğitimin, eğitimin bütün kademelerine yayılması gerektiğini anlatmaya çalıştık ve bunun için bir politika geliştirilmesine ihtiyaç olduğunu belirttik. Çünkü sanat eğitimi hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın hem de Kültür Bakanlığı’nın gündeminde olması gereken ama ikisinin de öncelikleri ve dertleri nedeniyle bir türlü gündeme gelemeyen bir konu. 2014’ten sonra da konu üzerinde çalışmaya devam ettik. Kültür sanatta katılımcılığı önemsediğimiz, “Kültür-Sanatta Katılımcı Yaklaşımlar” başlığıyla bir rapor yayımladığımız dönemde İKSV olarak nasıl daha kapsayıcı olabiliriz, dezavantajlı kesimleri etkinliklerimize nasıl daha çok dahil edebiliriz diye düşünürken, İKSV’nin bünyesinde yeni bir mekan yaratma fikri ortaya çıktı; İKSV Alt Kat. Burası bir öğrenme ve etkileşim alanı. İKSV binasının alt katında yer alıyor ve yıl boyunca İKSV’nin tüm alanlarından beslenen programlar ve atölye çalışmaları hazırlıyor. İlk dönemde odağı çocuklar ve gençler olacak. Örneğin Bernard van Leer Vakfı ile birlikte erken çocukluk döneminde kültür sanatın önemine odaklanan bir proje yapıyoruz. İKSV Alt Kat’ta farklı yaşlara ve gruplara uygun eğitim modülleri tasarlandı. İstanbul Bienali, İstanbul Caz Festivali veya İstanbul Tiyatro Festivali gibi bütün ekiplerimiz İKSV Alt Kat’ta, İstanbul’un farklı semtlerinden gelecek çocuklara uygun programlar tasarladı. Bir yandan bu konuda uluslararası projeler geliştirmeye de devam ediyoruz. Türkiye-Almanya Gençlik Köprüsü ile kültürel eğitim konusunda üç yıldır devam bir işbirliğimiz var. Bu projeyle sanatçılarla eğitmenleri bir araya getirerek yeni programlar ve müfredatlar oluşmasına aracılık etmeye çalışıyoruz. İki ülke arasında sanat üzerinden bir iletişim ağı kurulmasına çalışıyoruz. Diğer yandan, mutlu olduğumuz bir gelişme daha var; Milli Eğitim Bakanlığı’yla son dönemlerde birkaç kez bir araya geldik. Bakanlığın hazırladığı eğitim vizyon belgesinde yer alan tasarım beceri atölyeleri programı için alanda çalışan STK ve uzmanların katılımıyla düzenlediğimiz yuvarlak masa toplantısı sonucunda önerilerimizi kendilerine ilettik. Yakın zamanda yine İKSV Alt Kat’ta çevredeki okullardan ilkokul öğretmenlerine yönelik bir eğitim programı tasarlayacağız. Bu alanda çalışan sanatçılar ve kültür profesyonellerinden ilkokul öğretmenlerine eğitim vermelerini, iki hafta boyunca onlarla birlikte olmalarını isteyeceğiz. Buna benzer programları çok önemli buluyoruz. Çünkü bunlar öğretmenler aracılığıyla doğrudan öğrencilere etki edebilecek ve müfredata girmesi halinde Türkiye geneline yayılabilecek programlar. Bugüne kadar sanat ve eğitim alanında Milli eğitim kanalıyla topyekün bir strateji geliştirilmemiş. Eğer bir adım atılacaksa somut önerilerle buna katkıda bulunmaktan ve sanat dünyasını tartışmalara yapıcı şekilde dahil etmekten mutluluk duyuyoruz. Dolayısıyla bu senenin gündemi bu. 2019’un Ekim-Kasım aylarında yayımlanacak kültür politikaları raporu çocukluk ve gençlik döneminde kültür sanatın önemine odaklanıyor. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü Başkanı Profesör Doktor Feyza Çorapçı bu yılki yazarımız olacak. İKSV’nin programlarında çocuklar ve gençlerle neler yapılabilir, İKSV Alt Kat’tan çıkan projeler festivalleri ve bienalleri nasıl dönüştürebilir, çocuklara kültür sanat etkinliklerinde nasıl daha fazla alan açılabilir ve sanat aracılığıyla eğitimde dönüşüm nasıl sağlanabilir? Tüm bu sorulara verilecek cevaplar 2019’daki önceliklerimizi oluşturuyor.
Kamu politikasında dönüşüm elbette hemen olacak bir şey değil ama bir kültür kurumu olarak bu konuları görünür kıldığımızda, sonuçlarını programlarımıza yansıttığımızda, iletişim gücü ve toplumdaki farkındalık düzeyi çok daha yüksek oluyor. Dolayısıyla bu alanlarda çalışmaya devam edeceğiz.
Dert edindiğimiz daha birçok konu var. Bu seneki İstanbul Bienali “Yedinci Kıta” başlığını taşıyor. Bienal gündeminde çevre, sürdürülebilirlik, küresel iklim değişikliği gibi konular var. Sürdürülebilirlik meselesi kültür politikaları açısından nasıl ele alınabilir? Önümüzdeki dönemde de bu sorulara odaklanmaya niyetliyiz.
Bizi Takip Edin