Sivil Toplumda ‘Koşan Kadınlar”…
Sivil toplumun son yıllarda hem farkındalık hem de bireysel bağış konusundaki önemli girişimlerinden biri koşular… Türkiye'de dayanıklılılık artırıcı sporlar aracılığı ile sivil toplum için bağış ve farkındalık yaratmayı hedefleyen Adım Adım Organizasyonu; kadın koşucular için açtığı alan sebebiyle de bu konuda önemi vurgulanması gereken bir kurum. Sivil toplum ve akademi alanındaki kadın koşuculardan Itır Erhart, Betül Selcen Özer ve Mine Kılıç ile kendi bireysel yolculuklarından yola çıkarak, kadınların koşu dünyasında yaşadıklarını ve gözlemlerini konuştuk…
Bilgi Üniversitesi ve Adım Adım Organizasyonu’ndan Itır Erhart; ilk koşusunu Chicago Maratonu’nda Lösemi ve Lenfoma Derneği takımının yararına yapmış.
Üç kez İstanbul Maratonu’nda koşan Erhart’ın katıldığı diğer koşulardan bazıları ise; Roma Maratonu, İznik Ultra, Run Fire Salt Lake Ultra Trail (42km), Likya Yolu Ultra Maratonu (4K).
Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer ilk koşusunu ‘yürüyüş’ olarak tanımlayarak, “Koşuyla ilk defa 2011 yılında Antalya’da yapılan ve artık ismi Runatolia olan Runtalya Maratonu ile tanıştım. O güne kadar bu tarz sportif bir etkinliğe hiç dahil olmamıştım. Maraton nedir? Göğüs numarası nedir? Çip nedir? İnanın hiçbir şey bilmiyordum. O dönem Toplum Gönüllüleri Vakfı’nda çalışıyordum ve ilk 10 km’lik yürüyüşümü Runtalya 2011’de gerçekleştirdim. Bu etkinlik benim için bir dönüm noktasıydı…Açıkçası o güne kadar hiç koşmayı düşünmemiştim. Koşan insanları da anlayamıyordum çünkü benim için bırakın 42 KM’yi 10 metre bile koşmak imkansızdı. Sonra her şeyin insanın beyninde olduğunu anladım. Sınırları koyan da kaldıranlar da bizlerdik. 10 metre, 100 metre, 10 kilometre derken koşabildiğimi gördüm. O gün bugündür hiç aksatmadan hem Runatolia hem de İstanbul Maratonlarına düzenli olarak katılıyorum. Bunların dışında Macera Akademisi’nin düzenlediği yarışları da heyecanla takip ediyorum. Geyik Koşularına ve İznik Ultra Maratonu’na katılma ve o harika parkurları deneyimleme şansına sahip oldum.” diye anlatıyor.
Sosyal Dayanışma Ağı’ndan (SODA) Mine Kılıç koşmaya 39 yaşından sonra başlamış, ilham kaynağı ise Pekin Olimpiyatları’nda rekor kıran Usain Bolt olmuş. İk ay sonra İstanbul Maratonu’nda 15 km’lik parkuru koşan Kılıç, Türkiye’nin ilk ultra maratoncusu Bakiye Duran’la tanıştıktan sonra uzun mesafe koşucusu olmaya karar vermiş. Kılıç, 11 yılda Türkiye’de ve yurtdışında 30’a yakın maraton (42.2km) ve yurt içinde 20 kadar ultra maratonda koşmuş ve 10km ve 21.1km’lik yarı maratonlara katılıyor.
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Bu Alanda da Var
Diğer spor dallarında olduğu gibi koşu alanına toplumsal cinsiyet eşitliği alanından bakıldığında manzara iç açıcı değil. Mine Kılıç’ın çıkardığı panaroma şöyle; “Türkiye’de, atletizmdeki lisanslı kadın sporcuların oranı yalnızca yüzde 37. (Spor Genel Müdürlüğü, 2017) Uzun mesafe koşularına baktığımızda, ‘yarış listelerinden hareketle’ bazı tahminlerde bulunmak mümkün. Türkiye’nin en büyük maratonu “İstanbul”u baz alırsak, Türkiye’den katılan sporcular arasında kadın sporcu oranının yüzde 10’u bulmadığını görüyoruz. Türkiye’de düzenlenen 5km, 10km, 15km ve 21.1km yarışlarına baktığımızda ise 21.1’de oran yüzde 10-20 arasında değişirken, mesafe azaldıkça daha fazla kadının katılımcı olduğunu söylemek mümkün. 42.2km üzerindeki ultra maraton yarışlarında da kadın katılımcı son derece az. Bu mesafelere ilgi duyan kadın sayısı 50 bile değil.”
Kadın koşucu sayısının azlığının sebebini Itır Erhart, “Kadınların çoğu 15 km ya da 10 km yarışında. Kadınlar hem kalıp yargılar ‘kadınlar maraton koşamaz’, ‘dayanıklı değildir’ hem de evdeki iş bölümü ‘antrenman için zaman bulamamak, ev işlerinin çoğunun onların üzerinde olması’ nedeniyle uzun mesafe koşmuyor pek. Sayı artıyor ama çok yavaş…” şeklinde özetliyor. Mine Kılıç’ın bu konudaki değerlendirmeleri ise şöyle; “Uzun mesafe koşularına hazırlanmak erkek ya da kadın herkes için zor olsa da kadınlar için çok daha zor. Antrenmanlara uzun saatler ayırmanın gerekliliği, dağda, bayırda koşma zorunluluğu, antrenman alanlarının sınırlı ya da bu alanlara ulaşımın zor olması, evdeki işlerin, çocuk bakımının paylaşılmaması, güvenlik endişesi, taciz korkusu, kadınları uzun mesafe koşularından ‘uzak’ tutan temel sorunlar. Start ve finiş alanlarında kadınlara yönelik kullanılan ayrımcı dil ve davranışları (kadınlara ısrarla bayan demek, taciz, küçümseme vb) ise genel olarak tüm yarışlarda görebiliyoruz. Bunlar çözülmedikçe “sahalarda” daha fazla kadın görmemiz de mümkün olmayacak.”
Kadın koşucuların bu alanda yaşadıkları sorunlar ve gözlemler de neredeyse aynı… Koşu sırasında çevredekilerin sözlü tacizleri, alandaki ‘erkek hakimiyetinin oluşturduğu ayrımcı bakış sıkça rastlanan durumlardan. Betül Selcen Özer, sorunun ilkokul çağlarından itibaren dayatılan roller olduğunu belirterek, “Ben hayat bilgisi kitaplarımızın içerisinde hiç koşan, spor yapan kadınlar hatırlamıyorum. Bu şekilde büyüyünce de bu konuda ilk adımı atmanız zor oluyor. Ben o adımı ancak 37 yaşında atabildim ve halen çok geç olduğunu düşünüyorum. Keşke daha önce atabilseydim. Ayrımcılık az önce de belirttiğim gibi çocukluk çağlarımızda başlıyor ve şekilleniyor. Çevrenizde koşan arkadaşlarınız, tanıdığınız koşu grupları yoksa ya da ucundan kıyısından herhangi bir koşuya yürüyerek bile olsa katılmadıysanız bu tanışma maalesef gerçekleşemiyor. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim koşu gruplarının içerisindeki eşitlikçi ortamı çok seviyorum. Koşuya herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmadan başlamak için harika bir ortam sunuyor.” Diyor. Mine Kılıç’ın vurguladığı ayrımcılık konularından biri de; ileri yaşta kadınlar için yarış kategorisi açılmayışı: “Koşu yarışlarında master atletlerin ödülleri yaş gruplarına göre veriliyor. Erkeklerde neredeyse 90 yaşına kadar para ödülü konuluyor (çünkü koşan atlet var). Ancak kadınlarda tek tük ileri yaşta kadın olsa da ayrı bir grup açılmıyor. Bu nedenle örneğin 70 yaşındaki koşucu bir kadın “50 yaş üzeri” kategoride yer alıyor ve ödül alamıyor. “
Dayanışma Çabalarına Bakış…
Kadınlar diğer alanlarda da olduğu gibi koşu alanında yaşanılan sorunlara karşı dayanışma çabalarına giriyor. Bu amaçla ağlar oluşturan kadınlar birbirlerine destek de oluyor. Itır Erhart, Adım Adım, Bi Koşu Adana, İstRunBul gibi gruplarda kadın dayanışmasının güçlü olduğunu vurguluyor. Mine Kılıç bu çabaların genel bir dayanışma olduğunu şöyle anlatıyor: “Yalnızca kadınların olduğu gruplarda ise daha çok sorun paylaşımı oluyor ama ‘örgütlü’ bir tepki ortaya konulmuyor. Ayrımcılığa karşı mücadele daha çok ‘bireysel’ yürütülüyor. Spor kulüplerinin de bu konuda çaba gösterdiğini söyleyebiliriz. Ancak spor kulüplerinde feminist bakış açısına sahip çok fazla kadın yok. Bu nedenle haksızlıklar fark edilmiyor ve sessiz kalınıyor.” Betül Selcen Özer ise kadınların bir araya geldiğini ancak bunun birbirleriyle çalışma ve konusunda yeterli bir aşama olmadığını belirterek, “Bazen çok küçük nüanslara takıldıklarını, birbirlerini dinlemediklerini ve ilerleyemediklerini gözlemliyorum.” saptamasında bulunuyor.
Adım Adım’ın Koşu Kültüründe Önemi Büyük
Sivil toplum ve koşu alanı deyince ilk akla gelen oluşumlardan biri Adım Adım Organizasyonu. Erhart, Adım Adım’ın Türkiye’de dayanıklılılık artırıcı sporlar aracılığı ile sivil toplum için bağış ve farkındalık yaratmayı hedefleyen bir oluşum olduğunu belirterek, “ 2008 yılına Runatolia Maratonu kapsamında ilk yardımseverlik koşumuzu yaptık. Bugün 60,000 koşucu 75 STK için koşuyor. Bugüne kadar toplanan bağış 52 milyon TL “ bilgisini veriyor. Mine Kılıç da Adım Adım’ın Türkiye’nin koşu kültürüne devrimsel bir katkı sağladığını belirtiyor. Özellikle kadın koşucuların artmasında Adım Adım’ın çok etkili olduğunu belirten Kılıç, “Sivil toplum kuruluşlarında çalışan kadınların spora başlaması da Adım Adım sayesindedir. Bir yandan projeler için para toplanırken, öte yandan bu işin mutfağındaki insanlar da parkurlarda destekçilerle birlikte koşuyor. Bu çok değerli ve önemli.” diyor.
Betül Selcen Özer’in koşuyla yolunun kesişmesi de Adım Adım sayesinde olmuş. Adım Adım yönetiminde yer alan Şener Kurtuluş’un emeğinin büyük olduğunu vurgulayan Özer, “Adım Adım’ın ve yardımseverlik koşularının sivil toplumda bireysel bağışçılık alanında büyük fark yarattığına inanıyorum. Tabi sadece bağış ekseninde de düşünmemek lazım. Bugün bir çok STK’yı yardımseverlik koşuları sayesinde tanıdık, hangi alanlarda çalıştıklarını öğrendik ve hiç bilmediğimiz alanlara dair farkındalığımız arttı. Bir sivil toplum çalışanı olarak koşmaktan ve bunu kendi çalıştığım sivil toplum kuruluşu için faydaya dönüştürmekten büyük onur duyuyorum. “ diye anlatıyor. Özer’in koşu alanındaki en mutlu olduğu gelişmelerden biri de 15 yaşındaki kızı Azra’nın Runatolia 2019’da Tohum Otizm Vakfı’nda eğitim gören akranları için adım atması olmuş.
Güçlü ve Kendinden Emin Kadınlar
Koşmanın kadınları güçlü ve kendinden emin hale getirdiğini belirten Itır Erhart, koşunun, sınırları (fiziksel ve psikolojik) zorlayan bir spor olarak, hem bireysel hem toplumsal olarak güçlenmeye kartı sağladığını belirtiyor. Erhart, koşunun kendi bireysel hayatına çok katkı ve gelişme sağladığını belirterek, “Aynı etkiyi koşan tüm kadınlarda da gözlemledim. Hızlı koşmalarına, maraton koşmalarına gerek yok (isterlerse sonra bunları da denerler) ama mutlaka koşsunlar” tavsiyesinde bulunuyor.
Koşan ve koşmak isteyen kadınların özellikle manevi desteğe, bilgiye ihtiyaçları olduğunu vurgulayan Mine Kılıç’ın alandan gözlemleri şunlar; “Zaman zaman grup olarak koşsanız da genel olarak koşu “yalnız” yapılan bir spor. Bu durum diğer kadınlarla iletişimde olmayı gerektiren nedenlerden biri. Koşan kadınlar, koştukları için aydınlanma yaşayıp, konuya ideolojik bakmıyorlar. Bunu bir özgürlük ya da eşitlik alanı olarak değil “hobi” olarak görüyorlar. Bu nedenle taciz, başarısızlık, sakatlanma, küçümsenme olduğunda kolayca vazgeçebiliyorlar. İş ya da normal hayatta olduğu gibi “diğer” kadını kendilerine rakip görüp, kıskanıldıklarını düşünebiliyorlar. “Genel” olarak ise (adı konulmasa da) birbirlerine destek olduklarını, olmaya çalıştıklarını söyleyebilirim. Ama bu “talep” üzerine şekilleniyor.” Kılıç’ın koşmak isteyen kadınlara tavsiyesinde ise ‘özgürlük ve keşif’ vurguları göze çarpıyor: “Spor yalnızca sağlık değil özgürlük de getiriyor. Yeni yerler görmeyi, yeni insanlarla tanışmayı, yeni bakış açıları kazanmayı sağlıyor. Zihnen ve bedenen insanı besleyen mutlu ve özgür kılan bir eylem. İnsanı farklılaştırıyor, sıradanlıktan uzaklaştırıyor, kendine güveni arttırıyor. Toplum kadınlara, sürekli başkalarını düşünüp, başkaları için yaşamalarını, fedakarlık yapmalarını söylüyor. Spor sayesinde öncelikle kendilerini sevecek, yatırım yapacak ve ne kadar değerli olduklarını hissedecekler.”
Kadınların ‘Ben yapamam’ fikrini kafadan çıkartarak harekete geçmelerinin hem koşu hem de hayatın her alanı için geçerli olduğunu belirten Betül Selcen Özer, “Kimse sizden bir anda bir koşuyu tamamlamanızı, hiç durmadan 10 km koşmanızı beklemiyor. Bir koşu etkinliğine yürüyerek daha olsa katılmanız, belki ilk etkinliğinizde 100 metre koşmanız, sahilde yürürken ilerideki bankı hedefleyerek kısa bile olsa adımlarınızı hızlandırmanız yepyeni bir başlangıç yapmanızı sağlayabilir. Yeter ki isteyin ve inanın… Kadınların istediği zaman yapamayacağı, başaramayacağı hiçbir şey yok.” diyor.
Bizi Takip Edin