Meydan Atölye’de Eğitim ve İş Birliğinin Olanakları Konuşuldu
YADA Vakfı'nın düzenlediği ‘Meydan Buluşmaları’nın arama toplantısı olan ‘Meydan Atölyesi’nde sivil toplum temsilcileri, eğitimi ve STK’lar arası iş birliğinin olanaklarını konuştu.
Yaşama Dair Vakıf’ın (YADA) geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği ‘Meydan Buluşmaları’ ve ‘Meydan Atölyeleri’ farklı temalarda sivil toplum kuruluşlarını bir araya getirmeye ve bu kuruluşların yeni bir diyalog ve müzakere modelini hayata geçirmeleri için çalışmalar gerçekleştirmeye devam ediyor.
Meydan Buluşmaları’nın ilki ‘Hepimize ait şehirleri hep birlikte konuşmak için’ çağrısıyla İstanbul’da, ikincisi ise Ankara’da “Mülteci Meselesi Kimin Meselesi?” başlığıyla gerçekleşmişti. Eğitim temasıyla gerçekleşecek bir sonraki ‘Meydan Buluşmaları’nın arama çalışması olarak gerçekleşen atölye geçtiğimiz hafta yapıldı. STK’ların eğitim alanındaki gündemleri, eğitimde problem alanlarının neler olduğu, bu sorunların çözümü noktasında kamunun dikkatini çekecek çözüm önerilerinin ya da modellerin nasıl geliştirileceği ve STK’ların eğitim konusunda iş birliğinin nasıl sağlanacağı sorularına yanıt arandığı atölyeye eğitim alanında çalışan STK temsilcileri katıldı.
“Sivil Toplum Birbirini Müzakere Edilemez Görüyor”
Meydan Buluşmaları fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatan YADA Vakfı Yöneticisi Pınar Gürer, “2014 yılında kamu yönetimi, yurttaşlar ve sivil toplumun gözünden sivil toplum nasıl görülüyor bunu resmetmek üzere bir araştırma gerçekleştirdik. ‘Sivil Toplumun İtibarı’ dediğimiz bu araştırma sonucunda bizi bugüne getiren dört önemli bulgu saptadık. Bunlardan bir tanesi kamu yönetimi ve yurttaşlar, sivil toplum kuruluşlarını çatışmacı ve müzakere edilemez, etkisiz, iş birliksiz buluyor ayrıca kendi konularına çok kapalı görüyor. Bu konularda STK’lar da hemfikir. Sivil toplum kendi dışındaki sivil toplumu ‘etkisiz, çatışmacı, müzakere edilemez ve iş birliksiz’ görüyor. Bir iş birliği var ama bu iş birliği birbirine benzeyenlerin bir arada olduğu bir işbirliği hatta bunu raporda güç birliği olarak tarif etmiştik” dedi.
“İşbirliği STK’ları Daha Etkili Kılıyor”
Birbirine benzemeyen STK’ların bir arada bulunmadıklarının yanında birbirlerini görmediklerine vurgu yapan Gürer, aynı zamanda birbirlerine her anlamda kapalı oldukları için müzakereden bahsetmenin mümkün olmadığını söyledi. Ayrıca STK’ların kendi ilgilendikleri meseleye fazlasıyla kapalı olmaları nedeniyle kendi meselelerini tam olarak göremediklerini belirten Gürer, “Mesela mülteci meselesiyle ana meselesi mülteciler olan sivil toplum kuruluşları ilgileniyor. Halbuki birçok alanda çalışan sivil toplum kuruluşunun bu konuda elini taşın altına koyması gerekir. Eğitim de herkesi ilgilendiren konulardan bir tanesi. Biz de bu bulgulardan yola çıkarak iki model tasarladık. Sivil Sayfalar ve Meydan Buluşmaları. Sivil toplum kuruluşlarını nasıl etkili hale getiririz? STK’lar toplumun kararlarını, kanaatlerini ve karar vericileri nasıl daha fazla etkilerler? Bu etkiyi nasıl arttırırız, işbirliğini nasıl arttırırız, daha müzakere edebilir bir sivil toplum anlayışının inşasına nasıl katkıda bulunabiliriz? YADA olarak dertlerimiz bunların etrafında dönüyor. Sivil Sayfalar bunun online bir mecrası. Meydan Buluşmalarıyla da Sivil Sayfalar’ın fiziki versiyonunu yapmaya çalışıyoruz. Meydan’ın bir sahibi yok. Meydan eşitlerin bir arada olduğu bir yer. YADA olarak Meydan’da çalıştığımız konuların temsilcisi değiliz. Mesela eğitim bizim bir konumuz değil. Bu konunun konuşulması için sivil toplum dünyasının buluşma alanı Meydan. Çünkü işbirliğini sağlayacak şeylerden bir tanesi STK’ların kendi ontolojisini bir kenara bırakıp sadece çalıştığı meselenin sınırlarında kalarak, işbirliğine imkan yaratmak. İşbirliği de çok önemsediğimiz bir şey çünkü işbirliği, STK’ları kararları ve kanaatleri etkileme noktasında daha etkili kılıyor” şeklinde konuştu.
“Otizmli Bireylerin Uğradığı Ayrımcılık Daha Derin”
STK’lar arası işbirliğinin olumlu sonuçlar doğuracağı yönünde kanaat bildirilen atölyede, Tohum Otizm Vakfının da içinde bulunduğu otizm alanında çalışan 22 STK iki sene süren bir çalışmadan sonra Türkiye’de otizm konusunda yapılması gerekenleri nasıl bir eylem planı haline geldiği konuşuldu. Hazırlanan ‘Otizm Eylem Planı’ çerçevesinde devlet tarafında gerçekleşen müzakereler neticesinde, devletin artık bir ‘Otizm Eylem Planı’ olduğunu dile getiren Tohum Otizm Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer, “Çalışmalarımız devlet tarafında kabul gördü. Otizm Eylem Planı çalışmalarını yaparken otizm alanında çalışan STK’larla bir iç tartışma yaptık. Şimdi düşününce bir dış çembere daha gitmemiş olmamızı önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Otizm alanında çalışan ve farklı görüşlerden STK’lar olarak hepimiz aynı noktaya odaklandık ama farklı alanlarda çalışan diğer STK’ları da işin içine dahil etseydik farklı bir perspektif, farklı bir çalışma ortaya çıkabilirdi” şeklinde konuştu. Engellilik alanında otizmli bireylerin başka bir ayrımcılığa maruz kaldığına dikkat çeken Özer, “Sınıfta imza toplanıp görme yada bedensel engelli bir öğrencinin çıkarıldığına şahit oldunuz mu? Oysa ki otizmli bireyler için durum çok farklı…Veliler çok kolay imza toplayıp otizmli bir çocuğun eğitim hakkında engel olabiliyor. Engelli alanını düşündüğümüzde otizmli bireylerin uğradığı ayrımcılık çok daha kesin ve derin…Bizim de temel derdimiz bu aslında” dedi.
“Grupların Kendi Gençliğine Ulaşma Oranları % 10 Bile Değil”
Atölye kapsamında STK temsilcileri Türkiye’de eğitim alanındaki sorunlara telefonlarıyla katıldıkları interaktif bir ortamda başlıklar açtılar. Ortaya çıkan başlıklar üzerinden bir değerlendirme yapan İstanbul Düşünce Vakfı’ndan Erol Erdoğan ortaya çıkan başlıkların büyük çoğunluğunun eğitim felsefesiyle ilgili olduğuna dikkat çekti. Eğitimin ‘makbul vatandaş’ yetiştirme yönüyle ilgili başlığını değerlendiren Erol Erdoğan, “Bir okuldaki eğitimi devletten özgürleştirip, bağımsızlaştırıp mesela okul aile birliğine versek, nasıl bir eğitim ortaya çıkar? Daha iyi bir eğitim ortaya çıkmaz. Veya bir sivil toplum kuruluşları birliğine eğitim işini versek, daha tehlikeli bir eğitim anlayışı da çıkabilir. Dolayısıyla buradaki sorun; bireylerin, toplumun, devletin eğitime nasıl bir anlam yüklediğine yani eğitim felsefesine bakmamız gerekiyor. Eğitimin birincil amaçları ve ikincil amaçları diye bir ayrım yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Eğitimin birincil amaçları; soran, araştıran, konuşan, bakan gören, tartışmayı ve aramayı bilen, bulmayı bilen, merak duygusunun peşinde koşan bir insan yetiştirmektir. Türkiye’de hem devlet hem STK’lar eğitimin ikincil amaçlarına yönelmiş durumdayız. Dindarlar dindar nesil yetiştirmenin, Kemalistler de kemalist nesil yetiştirmenin derdine düşmüş durumda. Oysa yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkiye’deki ideolojik grupların kendi gençliğine ulaşma oranları % 10 bile değil. Biz devlet, toplum, birey ve STK’lar olarak eğitimin birincil amacına odaklanmalıyız. Onu başarmadan ikincil amaç olan ‘iyi insan’ veya yeteneğinin gereğini yapan insan yetiştiremeyiz. Bunun için eğitimi yeniden tanımlamak ve yeniden felsefesini konuşmak durumundayız” şeklinde konuştu.
“Sivil Toplum Haberciliği Yapıyoruz”
Sivil toplum dünyasının içe kapanma halinin aşılması için Sivil Sayfalar’ın önemli bir mecra olduğuna dikkat çeken Sivil Sayfalar Yayın Danışmanı Emine Uçak, “Sivil toplum dünyası toplumun sorunlarını bilgisi, tecrübesi ve birikimi sayesinde çok iyi tespit ediyor. Ama bunu kamuya ulaştırmada, etki yaratma meselesinde ve topluma anlatma konusunda sorunlar yaşıyor. Sivil toplumun etkisini, gücünü artırmak ve tecrübesini görünür kılması gereken bir zamandayız. Sivil toplumun ortaya koyduğu raporlar ve araştırmalar var. Ama artık insanların değil rapor haber okumaya bile tahammülleri yok. Bu yüzden de içeriklerin daha anlaşılır, hikayesi olan bir forma dönüşmesi noktasında Sivil Sayfalar var. STK’ların çalışma takvimlerine, etkinliklerine ve duyurularına yer verdiğimiz Sivil Takvim bölümümüz var. Sivil Sayfalar’da sivil toplum haberciliği yapıyoruz. Yurttaş gazeteciliği, hak gazeteciliği konuşulan alanlar ama sivil toplum haberciliği Türkiye’de yeni yeni konuşulan bir alan. Bunu Türkiye’de kavramsallaştırmaya çalışıyoruz.” dedi.
“Sivil Sayfalar, Sivil Toplumun Veri Bankası”
Eğitimle ilgili haber yaparken eğitim konusunda çalışan STK’ların birbirlerinden ve çalışmalarından haberdar olmalarını sağlayacak içerikler oluşturmaya çalıştıklarını belirten Uçak, “Sivil Sayfalar haberciliğinin öğretici bir yanı var. Aynı meseleler etrafındayız ama birbirimizden ve çalışmalarımızdan haberimiz yok. Bu yüzden içeriklerimizin özgün, farklı perspektif ve kurumları bir araya getiren çoğunlukçu bir yapıda olmasına özen gösteriyoruz. Sivil Sayfalar farklı illerde bir muhabir ağı da örgütlemeye çalışıyor. STK’ların sadece duyuru ve bilgilerinin dışında sivil toplumun da içerik üretmesini ve köşe yazılarıyla destek vermesini de önemsiyoruz. Gündeminize aldığınız konunun tartışılması, dosya haberinin yapılması ya da analizinin yapılmasını istediğiniz konuları bize ulaştırmanız bu anlamda çok önemli. STK’ların yetişmiş ve uzmanlaşmış aktörlerinin görünür olmasını istiyoruz. Sivil Sayfalar’da bunu yapıyoruz. Yaklaşık 5 bin özgün içeriği olan online haber ağımızda STK başlığımız var ve sivil toplum dünyasını ilgilendiren haberlere oradan ulaşabiliyorsunuz. Bu anlamda Sivil Sayfalar’a sivil toplum dünyasının veri bankası diyebiliriz” şeklinde konuştu.
Türkiye sivil toplum dünyasının, siyasetin dayattığı kutuplaşmayı kabul etmeyen, müzakere kültürünü ortaya koyan bir perspektife ihtiyacı olduğu söyleyen YADA Vakfı Kurucusu Mehmet Ali Çalışkan, “STK’ların rolleri nedir, toplumsal ve kamusal hayattaki faydaları nerededir? Bu soruları sorduğumuzda kimliğinden ve konusundan bağımsız STK’ların üzerinde anlaştığı bazı kavramlar var. Bir tanesi keşfetme becerisi. Toplumsal ve çevresel sorunları sivil toplum kuruluşları keşfediyor. Kız çocuklarının okula erişim konusunu, inancı nedeniyle eğitime erişememe konusunu ve engellilerin kente erişim konusunu STK’lar keşfediyor ve kamu yönetiminin önüne çözülecek problemler olarak koyuyorlar. Yani bir grup engelli ortaya çıkıp kendilerinin şehre erişemediğini bize söylemeseler, biz onu bir sorun olarak alıp çözülecek bir konu haline getirmeyiz. Kamu yönetimi de getirmez, getirmiyordu nitekim” diyerek devam etti.
“STK’lar Birbirlerine Karşı Yüksek Duvarlar Örüyor”
Türkiye’de sivil toplum dünyasının sorunları keşfetme konusunda çok becerikli olduğuna dikkat çeken Çalışkan, “STK’lar Türkiye’nin neredeyse bütün konularında ortaya bilgi koyuyor ve sorunu keşfediyor. Bundan sonraki aşama sivil toplum dünyasının keşfettiği sorunu görünür kılmakla ilgili. Bir meseleyi görünür kıldığımızda o meselenin çözümü için sorumluları harekete geçirebiliyoruz. Keşfettik, görünür kıldık ve harekete geçirmeyi sağladığımızda kamu yönetimi ile toplumla bağımızı kurmayı başardığımızda, kamu yönetimi ve toplumdan ‘Peki ne yapılmalı?’ sorusuyla karşılaşıyoruz. Burada da sivil toplumun üçüncü rolü ortaya çıkıyor. Bir politika önerme ve model geliştirme. Esas mesele aslında burada başlıyor. Çünkü politika önermek bir model önermek konusu kamu yönetiminin gündemine girmek ve kamunun gündeminde konuyu öncelikli sıralara taşımakla ilgili. Kamu yönetiminin gündemine girme konusunda da sivil toplumun bir kesimi öbür kesiminden daha başarılı oluyor. Sivil toplum burada işlevsizleşiyor ve felce uğruyor. Sivil toplum dünyası olarak kendi aramızda müzakereci ve demokratik bir kültürü geliştiremediğimiz için felce uğruyoruz. Bunun sebebi de içe kapanma ve konuya kapanmadır. Bir kimliğe kendini yakın hisseden STK’lar kendi dünyalarını oluşturuyorlar ve diğerlerine karşı yüksek duvarlar örüyor ve geçişkenliği kaybediyorlar” dedi.
“Karşılaşmayı Tanışmaya Çevirmeye İhtiyacımız Var.”
Kimliğe kapanma konusu için de aynı sorunların söz konusu olduğunu belirten Çalışkan, “Mesela Aleviler kendi kimliklerini kapanıyorlar ve cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi talebinde bulunuyorlar. Alevi olmayanlar onların bu talebini görmüyorlar çünkü orada bir temas yok. Oysa ibadethane ve ibadet özgürlüğü talep etmek, Türkiye’de vaktiyle Sünni Müslüman kimliğinin çok tecrübe ettiği bir şeydi. Alevilerin şehirde ibadethane talep etmesi ile engellilerin şehirde engelliler için yol talep etmesi arasında hiçbir talep farkı yok. İki farklı yurttaş iki farklı talep dile getiriyor ve bu ikisi arasında bir ilişki var. Ama biz bir ilişki yokmuş gibi davranıyoruz” dedi.
Sivil toplum dünyası olarak içe ve kimliğe kapanmanın önüne geçmek için konu olarak ve kimlik olarak birbirine benzemeyenlerin karşılaşmasına ihtiyaç olduğuna dikkat çeken Çalışkan, “Karşılaşmayı tanışmaya çevirmeye ihtiyacımız var. Bunu bir konuşma haline getirmeye, bir tartışma kültürü çıkarmaya ve işbirliği kültürünü ihtiyacımız var. Burada bir araya gelenlerin bir kısmının birbiriyle bir iş kültürü henüz gelişmiş değil. Birbirine benzeyenlerin yaptığı bir güç birliğinden bahsetmiyorum, benzemeyenlerin arasında bir konu etrafında yürüttükleri bir işbirliği girişimlerinden söz ediyorum. Bizim bugün burada toplanma kriterimiz şu olsun; kendimi ifade etmekten ve ötekini dinlemekten öteye geçmeyen bir tutum ortaya koyalım. Yani kendi pozisyonumuzu fikrimizi ortaya koyalım, ötekini dinleyelim. Çünkü bize benzemeyenlerin söylediklerini sindirmeye oturup onun hakkında düşünmeye ihtiyacımız var. Sivil toplum dünyasının birbiriyle işbirliğinin imkanlarını konuşalım” şeklinde konuştu.
Bizi Takip Edin