Hafıza, Hatırlama ve Anma Üzerine
23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı 23 Nisan’da kapılarını açacak. O kapıların arkasındaki yıllara ve yollara yayılan emeğin ve aklın bizlere ulaşması çok önemli. Dünya üzerinde farklı farklı acı, yıkım ve felaket anlarından sonra acıyı sağaltmak ve anma üzerine girişilen pek çok model var.
Bunlardan bazısı anıtlaştırma, bazısı ters-anıtlaştıma (yok olanın boşluğunu korumak) ve bazıları da toplumsal hafızayı biriktirme üzerine kurulu yapılar niteliğindeyken, Türkiye’de bu acının sağaltılması ve toplumsal hafızanın gelecek nesillere ulaşması gibi bir algının çok kısıtlı ve kısır olduğunu söylemek gerekiyor. Bizim bu dile ve bu deneyime çok ihtiyacımız var. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı oluşumunun da önemi buradan gelmektedir.
Gazeteci Hrant Dink’in 2007’de katledilmesinin ardından ve onun anısıyla (ya da acısıyla) kurulan Hrant Dink Vakfı bugün 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanına varan süreçte benzer bir hafıza aktarım çabası içine girdi. Bu mekanın kurulmasını sağlayan süreçte dünyanın farklı coğrafyalarında hafıza mekanlarını ziyaret ederek birikimlerini bu projeyi şekillendirmekte kullanan Hrant Dink Hafıza Mekanı Program Koordinatörü Nayat Karaköse ve arkadaşları dünyadan tecrübe biriktirmekle kalmayıp Türkiye genelinde de pek çok atölye ve toplantı gerçekleştirdiler. Ben de projeden Mardin’e geldiklerinde haberdar oldum. Nihayetinde 22-23 Mart 2019 günlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen Başka Bir Gelecek için Hafıza Mekanları, Hafıza Yolları Konferansı programında dünyanın farklı yerlerinden gelen kurum temsilcileri ile biz de buluşup farklı-benzer tecrübeleri dinleme imkanı bulduk.
Hrant Dink’in katledilmesi yakın tarihimizdeki en acı olaylardan biri şüphesiz. Fakat bu acıyı özel ve önemli kılan bir diğer yanı, olayın duyulmasının ardından cinayetin gerçekleştiği yere, o günkü Agos Gazetesi ofisinin önüne koşan kalabalıkta gizli. İnsanlar öncelikle belki de bir refleks olarak orada buluştular. Sonrasında Dink’in cenazesi o güne kadar görülmemiş bir insan seline dönüştü. Bu sel Hrant Dink’in onu katledilmeye kadar götüren karanlığı dağıtmak için inşa etmeye çalıştığı dilde kucakladığı kadar çok çeşitli kimliği ve insanı barındırıyordu. Onun hayatında yapmaya giriştiği işi adını taşıyan Vakıf devralmış görünüyor. Sempozyumda görevli olan gençlere baktığınızda farklı farklı yerlerden gelip buluşmuş bir toplulukla karşılaşıyorsunuz. Ve bu topluluk, adına ister “acıyı bal eylemek” diyelim, ister “acıyı anmak” diyelim, bence adeta acının küllerinden bir hayat var etme çabası gibi bir anma mekanı oluşturmaya girişmişler. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı acıyı anmakla kalmamış; o acının üzerine “başka bir gelecek” inşa etmemiz için de çalışacak bir mekan olmuş. Türkiye’de bu anlamda örneği olmayan ama çok ihtiyaç olan bir tecrübe duruyor karşımızda. Aynı Hrant Dink’in cenazesinin ardından akan o insan seli gibi…
Konferansta dinlediğimiz örneklerle Lübnan’dan Bosna’ya, Kosova’dan Güney Afrikaya, oradan New York’a neredeyse dünyanın pek çok merkezini ve çevresini dolaşan bir hafıza, acı, yıkım ve yenilenme ağı çıkıyor karşımıza. Bunların hemen hepsi son yüz yılımıza ait acı ve yıkımlar maalesef… Konferans boyunca zihnimi Hanna Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı etrafında dönen tartışmalar meşgul etti. Her acı ve kayıp döneminden sonra karşılaşmak istediğimiz fail öyle alelade bir insan olarak çıkabiliyordu karşımıza; sanki sadece emirleri yerine getirmiş bir memur kimliğinde… Kötülüğün sıradanlığı zalimi şeytanileştirip günlük hayatın istisnası olarak görmediği için “zulmedeni mazur gösteriyor” gerekçesiyle çok eleştiri aldı. Ama tartışmasız bir yanı vardı ki zulmün hüküm sürmesi için kitlelerin buna ikna olması ve hatta umursamaz kalarak zımnen onaylaması gerekiyor. Bir faciayı, bir yıkımı, bir cinayeti yani bir zulmü anmak ancak bu sıradanlıkla yüzleştiğimiz anda kamplaşma eksenini aşıyor. Çünkü ancak o zaman asıl karşı durulması ve mahkum edilmesi gereken koca bir karanlıkla yüzleşebiliyoruz.
Tüm bunlar aklımdan geçerken Rakel Dink ile de konuşma fırsatı buldum. Daha acının ilk günlerinde dilimize “bir bebekten bir katil yaratan karanlık” tanımlamasını yerleştiren sevgili Rakel Dink tam da Arendt’in tasvir ettiği gibi bir nevi “akışa ayak uydurmanın sakıncaları” üzerinde duruyordu. “Mağdur olmak bir noktadır, asıl bu noktadan sonra zalimleşmemek gerek” derken o an içinde bulunduğumuz dönemin gündemine uyup zalim pozisyonuna taşınmanın kolaylığından bahsediyordu. Onun sözlerinde, kendi acısının, kendi mağduriyetinin bu acının bir daha yaşanmaması için düşlediği “başka bir geleceğe” hizmet etmek için nasıl bir mekana dönüştüğü daha iyi görülebiliyor.
Bir acıyı bir anıt dikerek anabiliriz. Dahası “keşke olmasaydı” da diyebiliriz. Ama günümüzün umut veren hafıza mekanları bu acıların tek ve tekil örnekler olmadığının farkında olarak “bir bebekten bir katil yaratan karanlık” ile mücadele edecek bir anma, unutmama ve harekete geçme merkezleri olarak çıkıyorlar karşımıza. Belki de en önemlisi bu hafıza mekanları hafızamızı kimliksizleştirmiyor, aksine nefret dilini terk ettirecek bir üst seviyede acıyı anmamıza olanak sağlıyor. Nihayetinde tüm bu acılar ve yıkımlar belli bağlamlar içinde yaşanıyor ama tarihin bize öğrettiği en önemli ders -İslami tabirlerle bahsedecek olursak- zulüm ekseninde “zalim” ve “mazlum” kategorilerinin değişken olduğudur. Hiçbir kimlik, kişi ve topluluk salt zalim ya da salt mazlum olarak varlığını sürdürmemiştir. Yahudi soykırımı anıtlarından bahseden sunumları dinlerken bugün İsrail’de ya da Filistin’de yaşanan benzer zulüm örneklerinin aklımıza gelmesi uluslararası arenada artık normal bir durum. Ama konu kendi meselelerimize geldiğinde de zalim ve mazlum kimliklerinin zaman içindeki akışkanlıklarının farkına vararak zalimleşmemek için çaba sarf etmemiz gerekiyor. Dahası acılarımızı anarken o mazlumdan zalim yaratan çarka su taşımamamız gerekiyor. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı bu anlayış üzerine inşa edilmiş bir yapı olarak çıkıyor karşımıza.
Bizi Takip Edin