Vox Populi Ox Dei *
AKP kurulduğundan bugüne birçok farklı kesimin oyunu alabilmiş bir partiyken bugün kendini çok dar bir kimliğin içerisine sıkıştırdı. Yerel seçim sonuçlarının haritasına bakıldığında bu eğilim görülebiliyor, gittikçe daha da sıkışması muhtemeldir. Bu nedenle yerel seçimlerin sonuçlarından biri ve belki de en önemlisi Türkiye’deki siyasal alanın yeniden düzenlenmesi, bugüne kadar bizzat iktidar bloğu tarafından ortadan kaldırılmak istenen bu alanın bu kez tabandan ve daha güçlü dinamiklerle inşa edilmesi olabilir.
İktidar bloğunun zillet, illet, terör, ihanet, ders vermek/vermemek, beka, dış güçler ve benzeri pejoratif kelimeleri seçmenlerin başından aşağı boca ederek sürdürdükleri seçim süreci bitti. Medyayı, hukuku, kolluk kuvvetlerini, bürokrasiyi ve akla hayale gelmeyecek bütün araçları seçimleri kazanmak için organize eden iktidar bloğunun elde ettiği oy oranını, kendileri için bir başarı olarak sunmaktan başka çıkar yolu yok. Ancak başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, sembolik değeri yüksek büyükşehirlerin kaybedilmiş olması, bu başarıyı büyük ölçüde gölgeliyor.
İstanbul seçimlerinin sonuçlarıyla ilgili spekülasyonlar sürse de gelinen noktanın iktidar bloğu açısından büyük bir gerileme olduğunu ifade etmek gerek. Son Başbakan Binali Yıldırım’ın bütün biyografisini ve geçmiş başarılarını buharlaştıran bu sonuç, AKP hükümetleri döneminde inşa edilen seçmen tipolojisinin sınırlarını göstermesi bakımından da önemlidir.
Bu seçmen tipolojisi, hiçbir koşul altında AKP dışında yer alan ya da onun yörüngesine yerleşmemiş siyasal söylemlere kulak kesilmeyen, sadece liderlerinin kendilerine gösterdiği hedefe kitlenen ve sadece kendilerine seslenilmesine müsaade edilen homojen ve yekpare bir kitle olarak kabul edildiği için bütün hamasi propagandanın alıcısı olarak kabul edildiler. 31 Mart Yerel Seçim sonuçları bu siyaset tekniğinin belli ölçüde işe yaradığını ama beklenen düzeyde çalışmadığını göstermesi bakımından değerliydi.
İşe yaradığı yerlerin başında milliyetçi-muhafazakar seçmenlerin yoğun olduğu, sosyo-ekonomik gelir düzeyi ortalamanın altında, patriarkal ilişkilerin görece güçlü, kimlik siyasetinin geleneksel olarak karşılık bulduğu İç Anadolu Bölgesi geliyor. Bölgenin demografik dokusuyla seçim sonuçları arasında tutarlılık var, Kırşehir hariç. Biraz şaşkınlıkla karşılanması ve hakkında epey mizah yapılmasının nedenlerinden biri de bu. Kırşehir’de CHP’nin kazanması, oradaki demografik yapının bölgenin ortalamasından farklı olduğu anlamına gelmez, yine de birazdan bahsedilecek olan gelişmeler açısından anlamlı olduğunu söylemek gerek.
Bu nefret içerikli, öfkeli, tehditkâr ve hamasi siyaset tekniğinin işe yaradığı diğer yerler iktidar bloğunun hegemonik söyleminin işe yaradığı yerler. Bunlardan biri de Marmara Bölgesi. Türkiye toplumu uzun süredir milliyetçi-muhafazakar söylemin tesiri ve şiddeti altında ve bu söylemin yerleşik hale gelebilmesi için devletin bütün araçları patriarkal ilişkilerin restorasyonu için seferber edildi. Ekonomik kriz ile birlikte sosyo-ekonomik gelir düzeyi azalan bölgelerin başında ise Marmara Bölgesi geliyor. Bir başka ifadeyle ekonomik krizin etkisini ilk ve doğrudan hisseden yerlerin başında bu bölge var. Yine bu bölgedeki kentlileşme dinamikleri ve küresel gelişmelere entegre olma eğilimleri Türkiye ortalamasının üzerinde seyrediyor. Marmara bölgesindeki seçmenlerin heterojen karakterinin çeşitliliği ve iç göç hareketinin yoğunluğu bugüne kadar AKP lehine sonuç veriyordu.
Bir de doğudaki Kürt seçmenler var. Kürt seçmenlerin oy verdiği bölgelerdeki sonuçların tartışmalı olduğu ve HDP’nin görece güç kaybettiği ifade edilse de bu önermenin seçim sonuçlarını yorumlamak için yeterli olmadığı söylenebilir. HDP’nin seçim süreci boyunca siyaset yapmasının önündeki doğrudan ve dolaylı engeller onunla ilgili değerlendirmeleri zorlaştırıyor. Sıklıkla ifade edilen bu önermenin haklılık payı var, bugün bile birçok yöneticisinin, parti çalışanının ve gönüllüsünün cezaevinde olduğu ya da sürmekte olan davalarda sanık olduğu, önemli ölçüde politik ve bürokratik baskı altında olduğu kolaylıkla öne sürülebilir. Ancak bu durum HDP’nin siyaset tekniğinin kusursuz olduğu anlamına gelmez. HDP’nin 7 Haziran sonrasında ve 31 Mart Yerel Seçimleri’ne giden süreçte eleştirilmesi gereken birçok söylemi ve siyaset yapma tarzı var. Ancak HDP’nin içinde bulunduğu koşullar onun eleştirisini de güçleştiriyor. Sonuç olarak Kars ve Iğdır’ı almayı başarmasına karşılık daha önce kazandığı bazı illeri kaybetti. Ancak kayyım atanan belediyeleri geri kazanmış olması HDP’nin başarısı olarak yorumlanabilir. Elbette buna eklenmesi gereken şeylerden biri HDP’nin aday çıkarmadığı büyükşehirlerde Kürt seçmenlerin iktidar bloğunun dışındaki adaylara yönelmesini de eklemek gerek.
Hegemonik Bloğun Çözülüşü…
Bu değerlendirmeler, tek başlık altında toplanacak olsaydı, buna hegemonik bloğun çözülüşü denebilirdi. Ancak mevcut durumun bundan daha karmaşık olduğu anlaşılıyor. Her şeyden önce oransal ve sayısal olarak seçmenlerin iktidar bloğunun yanında durmaya devam ettiği sonucu çıkarılabilir. AKP’nin hala Türkiye’nin en güçlü partisi olduğu da söylenebilir. Ancak bu önermelerin hepsi ancak MHP ile koalisyonun devam ettiği koşullar altında geçerli, bu nedenle yeni rejimin kurucu ve belirleyici failinin AKP olmaktan daha çok MHP olduğu üzerinde duruluyor.
Bu ilişkiden ve bunun neden olduğu sosyo-politik krizden daha sonra bahsedilebilir, ancak geçerken eklenmesi gereken diğer husus yerli-milli retoriğinin iktidar bloğunun arzu ettiği düzeyde çalışmamış olmasıdır. Her ne kadar iktidar bloğu temsilcileri, seçim gecesi seçmenlerin beka sorununu algıladığını ifade etmiş olsa da ortaya çıkan tablo bunun aksini gösteriyor. Seçmenler, iktidar bloğunun kendileri için döktüğü bu kalıbına yerleşmeye razı olmadıklarını gösterdi. Zaten AKP’nin uzun süredir anlamak istemediği şey, Türkiye toplumunun dinamik ve geçişken bir karaktere sahip olması ve başta ekonomi olmak üzere toplumsal refahı önceledikleriydi. İslamcılık, milliyetçilik ve muhafazakarlık üzerinden dile getirilen siyasal kalıbın ise gündelik yaşamın belirleyeni olarak inşa edilmesine yönelik tabanda oluşan direnci öteleyerek, onları kontrol edebileceğine fazlaca inanıp dile getirdikleri nefret yüklü hamasetle toplumu siyaset yorgunu haline getirdiler. Bütün bu gelişmeler kendilerine yönelik bir tepkiye dönüşmeye başladığında ise bunu cebirle giderebileceklerini varsaydılar.
AKP kurulduğundan bugüne birçok farklı kesimin oyunu alabilmiş bir partiyken bugün kendini çok dar bir kimliğin içerisine sıkıştırdı. Yerel seçim sonuçlarının haritasına bakıldığında bu eğilim görülebiliyor, gittikçe daha da sıkışması muhtemeldir. Bu nedenle yerel seçimlerin sonuçlarından biri ve belki de en önemlisi Türkiye’deki siyasal alanın yeniden düzenlenmesi, bugüne kadar bizzat iktidar bloğu tarafından ortadan kaldırılmak istenen bu alanın bu kez tabandan ve daha güçlü dinamiklerle inşa edilmesi olabilir. Bunu biraz da seçmenlerin sahip oldukları memleket hayali belirleyecek. Bu hayal popülist hezeyanlara kurban edilecek kadar temelsiz ise kaybedilen bir şey yok, eğer sahici bir temeli varsa bunun önünde durabilecek herhangi bir iktidar bloğu yok.
* * *
* Halkın sesi Hakk’ın sesidir. Bu Latince deyimin başka kültürlerde de tekrar edildiğini görebiliriz. Belki de medeniyet tarihinin ilk popülist deyimi olan bu ifade yöneticilere kalabalıkların taleplerini dinlemeyi tavsiye ediyor. Aslında bu tür yaklaşımlara karşı biraz temkinli olmakta fayda var. Halkın sesinin nasıl bir ses olduğu ve kimin sesinin yankısını dillendirdiği, Türkiye’yi hançeresinden yakalayan sağ-popülist siyaset tecrübesiyle de bilindiği üzere, toplum düşmanlığına da dönüşebilir. Ancak ilkesel olarak halkın bir sesinin olduğu, olması gerektiği, bunu öne çıkaran bir yönetim modelinin siyasal alana egemen hale gelebilmesi için yerel yönetimlerin önemli olduğu hatırlanmalıdır. Demokratik ve özgür toplumun belki de ilk kuralı, kendi hemşerilerine kulak kesilen bir yerel yönetim tecrübesinin, yerelden yönetişimin siyasal alana hakim hale getirilmesidir.
Bizi Takip Edin