Demokratikleşmenin Yolu Belediye Başkanı ve Meclis Yönetişiminin Değişmesinde
Şehir ve yerel yönetimlerle ilgili konuştuğumuz Akademisyen Nazım Kadri Ekinci, belediyelerin demokratikleşmesi için belediye meclisi ve belediye başkanı yönetişiminin değişmesi gerektiğini belirtiyor.
Şehir üzerine genel düşüncelerinizi alarak başlayalım.
Şehir birlikte içinde bulunduğumuz, kendimizle birlikte tanımladığımız bir şey. Dikkat ederseniz sonradan kurulma pek şehir yok; hep tarihte oluşmuş. Cumhuriyet döneminde bir iki şehir sonradan oluşmuş sadece. Ama mesela Diyarbakır ezelden beri var olan bir yer hemen hemen. Niye öyledir? Konumu uygun. Bugün Diyarbakır büyük bir iktisadi şey sağlayan bir yer değil aslında, tarıma dayalı parçalar halinde olsa belki olabilirdi, bilemiyorum. Yol çok önemlidir mesela. Mesela Afyon’u şehir yapan yoldur. İzmir Ege yolunun oradan geçmesidir. Başka yerden geçse Afyon küçük bir yer olarak kalırdı. Diyarbakır da yol bir şekilde, doğunun yolu. Aşağı inen yollar. Doğudan çıkıp Diyarbakır’dan geçmeden gidemiyorsunuz. Bir de tabii zamanında o tarihte neden öyle oluşmuş, ne tür bir stratejik gelişmeler olmuş, ona bağlıdır. Bütün bu şehirlere bakarsanız öyle emperyal bir geçmişleri vardır zaten. İstanbul’un, büyükşehirlerin. Mesela burası emperyal bir kuruluş. Asurlulardan kalma. Şehrin böyle bir oluşumu var; askerî açıdan, yol tutma açısından, stratejisi açısından.
Şehir dediğimiz şey, özellikle tarihselliği olan şehirler için düşünecek olursak, nasıl bir dönüşüm geçirdi?
Yüz yıl önce şehri insanlar nasıl algılıyorlardı? Şehir, içinde idareci, yöneten kadronun olduğu ve halkın olduğu bir yer. Bir de tabii o zaman dışarıdakiler (kırsaldakiler) için işini görmeye geleceğin yer o, o zaman için endüstriyel ve ticari anlamda. bugün de tabii aynı özellik sürüyor işte. Sanayi şehrinde bütün tarım endüstrisinin merkezi burası, mecburen buraya gelmek zorundasın. Muhtemelen benzer roller oynuyordu. Ama o zamanın insanları için o zaman şehir dediğin Sur, Diyarbakır dediğin Sur, işte Sur’un içi. O güzel yerde, yakın ilişkiler içinde, birbirini bilen insanların yeriydi. Muhtemelen bizle onların en önemli farkı odur. Bugün Diyarbakır’da muhtemelen herkes kendi dar çevresinde, bütünü görmeden yaşıyor. Bir de bu şehre dayalı büyüme, şehirleşme bir büyüme aracı oldu. Her ülkede ama az gelişmiş ülkelerde özellikle. En kolay yapılan şeylerden biri bu. Güney de öyle. Erbil’e son on senede iki kerede gittim, buradan büyük olmuş şu anda. Ama nedir o şehri tutan? Bugün şehri ayakta tutacak gelir şehirde yaratılmıyor.
Diyarbakır da öyle. Diyarbakır da bence bu kredi ataklarıyla falan aşırı büyüdü. Şehirleşme, apartmanlar falan. Bağcılar mesela. Belediyeler de biraz bunu körüklüyor. Bir sürü şehirlerde büyüme böyle bir şey. Ama kof bir büyüme. Şehir her faktörüyle beraber büyümüyor. Sadece hizmet sektörü büyüyor bu büyümeye bağlı olarak. Ama bu çarkı ayakta tutacak mekanizma, esas o temel üretim orada biraz sorunlar var. Şehirler onu sağlayamıyor.
Şehircilik açısından Diyarbakır’a, İstanbul’a, Türkiye’ye özellikle baktığımızda genel olarak göze çarpan problemler neler?
Anadolu’nun yarısı İstanbul’da, Ankara, Ege kıyılarında falan. Geriye kalanları da buralarda tutan yerel bir dinamizmi var şehirlerin. Bu son 20 yılda falan bakıyorsun, bir sürü eskiden küçük yer, hepsi büyüyor. Birbirine de benziyor hepsi. Hiçbiri de bir kişiliği olmayan yerler. Şimdi buradan Urfa’ya gidiyorsun, hepsi aynı, yollar aynı, apartmanlar aynı. Elazığ’ın yeni mahallelerine gidiyorsun öyle. Bir kişiliği olan şeyler kalmadı. Büyümeyi böyle sağlıyor. Ama beraberinde de bir kent yoksulluğu da getiriyor. Oralar bir sürü insanın o apartmanda oturacak geliri yok aslında. Ama bir şekilde girilmiş oralara ve orada öyle bir hayatın parçası olunmuş, bütünleşilmiş. Bölüm bölüm gettolaşıyorlar dolayısıyla, herkes belli bir grupla belli yerlere gidiyor.
İnşaatla şehirleşmeyle büyümenin sorunu bu. Sanayiye, üretime dayalı bir şey yaparsanız o sürüp gidiyor, belli bir istihdam oturuyor. Arsayla, inşaatla oluşan büyük rantlardan alınanların hepsi burada iktisadi anlamda yatırım da alınmıyor. Servetle yatırım farklı şeyler zaten. Dolayısıyla böyle bir çıkmaz var. Bu ciddi bir şey. Şehirler o anlamda büyüyemiyorlar.
Bu yoksullar bu kentte nasıl yaşıyorlar, nasıl hayatta kalabiliyorlar?
Çok ucuz emeğe ve daha çok hizmet sektörüne dayalı bir hayat var. Mesela insanları hep sokaklarda görüyorsunuz. Herkes her an dışarıda. Sabahtan çıkıp tüm gün bir şeyler kovalayıp bir şekilde de yaşanıyor. Büyük bir kısmı da belediye ve kaymakamlıkların yardımlarıyla sürdürebiliyor. Kendi iç yardım dayanışmaları, geniş aile bağları hala iyi kötü ayakta. Dediğim gibi bu taşımacılık ve şehir içi servis sektörleri, inşaat falan. Onun için hükümetin de inşaat gibi sektörleri ayakta tutmaya çalışması boşuna değil. Onlar da farkında.
İnşaatla şehirleşmeyle büyümenin sorunu bu. Sanayiye, üretime dayalı bir şey yaparsanız o sürüp gidiyor, belli bir istihdam oturuyor. Arsayla, inşaatla oluşan büyük rantlardan alınanların hepsi burada iktisadi anlamda yatırım da alınmıyor. Servetle yatırım farklı şeyler zaten. Dolayısıyla böyle bir çıkmaz var. Bu ciddi bir şey. Şehirler o anlamda büyüyemiyorlar.
Peki bir şehir nasıl olmalı? Bugün bu konuştuklarımızdan neyi farklı olmalı örneğin bir şehrin?
Şehirlerin kimlikleri var deniyor hep. Ben de hep öyle görmek istiyorum ama bakıyorum bakıyorum yani nedir kimlik? Şehir paylaşım yeri, yaşam alanı, paylaşım alanı. Onun düzenli bir yer olması lazım, şehrin onu sağlaması lazım. Bir yaşam alanı, iktisadi yaşam sağlanması lazım yaşayanlar için.
Şehir var ama o şehirleşmenin ne iktisadi gelirleri var ne gelmiş, aktarılmış bir kültürü var. Hala herkes kendi küçük dünyasında, şehri bir talan alanı gibi görüyor. Şehri bir paylaşım alanı olarak görüyoruz ya, bir kültür aktarımı olmadığından insanlar bugün çıkıp dolanıp bir şeyler toparlayıp geri geldiği av alanı falan gibi görüyorlar şehri. Şehirde yaşayanlar kendilerini şehre ait, şehrin parçası olarak göremiyorlar. O kültür olmadan şehir olmuş.
Bir de bakın mesela, hiçbir şeyin yüz yıllık sahibi yok. Geçmiş travmalar bugünü de etkiliyor. Hiçbir şeyin orijinal sahibi yok. Bugün Diyarbakır’da yüz sene önceki sahibini bulamazsın hiçbir yerin. Dolayısıyla da sahiplenen de yok. Hep talanla, sonradan gelmeyle, kapanın elinde kalmış ne varsa. Kimsenin sahiplenmediği, güvenemediği, onun için de aslında o şehir bütünlüğünü de sağlayamayan bir yer. Koskoca bir ülkedeyiz, iki bin, üç bin yıllık tarihi olan bir coğrafya burası ama buranın yüz yıllık bir tarihi yok.
Peki biraz daha yerel yönetimler bağlamına geçecek olursak mesela belediyeleri, yerel yönetimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi yapılan ya da yapılmayan şeyler nedir Türkiye’de belediyeler açısından?
Türkiye’de belediyelerin bir kere çok ciddi bir denetim sorunu var. Bugün bir belediye başkanının yapmak isteyip de yapamayacağı nedir? Ne tür bir denetime tabiidir? İçişleri Bakanlığı denetimine, valilik işine gelmeyen işlerde harcatmıyor, onun dışında yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi de biraz belediye başkanlığına öykünen bir şey. Bir de belediyelerin kendi gelirleri çok az biliyorsunuz, genellikle bütçeden aktarılan paylar. Yatırım bütçeleri de ya Hazine’den ya İller Bankası’ndan, alabilirlerse. Dolayısıyla birçok belediye öyle aktarma parayla çalışıyor.
Onun yanında kentte kenti paylaşmayan insanlar var, hayatında vergi vermemiş, hiçbir şeye bir katkı yapmaz, hiçbir şeyi benimsemez. Bu önemli bir şey bu toplumda. Hiç kimsenin hiçbir şeyi benimsemediği yerde, “katılım, paylaşım, beraber biz kendimizi yöneteceğiz” gibi laflar ediyoruz. Kim kendini yönetecek? Şehir bağlamında bir paylaşımı olmayan insanlar mı? Bu genel bir sorun. Dolayısıyla belediyelerin demokratikleşmesi için bir kere bu belediye meclisi, belediye başkanı yönetişiminin değişmesi lazım. Ankara’nın eski belediye başkanının billboardlarda her gün her gün suratını oraya koymanın parasını kim öder? Kendi şahsının ödüyor olması lazım ama altına belediyenin logosunu koyuyor ya da başkası ona bir kıyak yapıyor. Ankara’yı şeye çevirdi, taklar maklar, Osmanlı bilmem neleri. Ne hakkın var? Bunu nasıl yaptın? Şehirde yaşayanlar bunun hesabını sorabiliyor mu? Ne paranın geldiğine dahilsin ne karar mekanizmasına. Ödeyen sen değilsin, transferlerle, bir yerlerden borçlanmalarla, işte hükümet de sana yakınsa ve önünü açabiliyorsa.
Bu bahsettiğimiz durum nasıl olmalı yerel yönetimlerde?
Yerel yönetimlerde bir kere para nereden geldi, Hazine’den ne kadar geldi, bunu bilmeliyim ben. Bunun o belediye meclislerinin bütçeleme ve harcama sistemlerinden geçmesi lazım. Belediye başkanlarının yetkilerinin bu anlamda kısıtlanması lazım. Bugün belediye meclisleri göstermelik, kesin bir bütçe denetimi olmalı. Hani belki çok temel şeylerde imar falan gibi işlerde, onu da istediği gibi yapıyorlar da, onun dışında belediye başkanları ne isterse yapabiliyor. Nedir denetimi gerçekten ben merak ediyorum. Ne yapabilirsin? Bir usulsüzlük de yok, o anlamda bir şey demiyorum. Ama bir sürü proje söylüyorlar, yapıyorlar. Hangi amaca göre, hangi usullere göre.
Yani bir kişinin tek başına bu kadar vaat, proje öneriyor olması da problemdir diyorsunuz?
Tabii. Bir kere bu projecilik kavramı Refah Partisi’nin Türkiye’ye bulaştırdığı bir şey, onlar çıkardı bu işi. Planlamadan geliyor olmalarından ötürü öğrendikleri bir şey. Bu projeci yapı demokratik bir şey de değil. Şehrin sorunları ve öncelikleri var. Siyasetin belirleyeceği budur. Çöptür, yoldur, parktır, yeşil alandır. Tabii belediyelere ait olmayan başka sorunlar da belediyelerin üstüne yükleniyor. İş mesela, istihdam. Belediyenin asli olarak çözebileceği bir şey değil. Nedir, yol mu, çıkarsın benim önceliğim şudur dersin. “Önümüzdeki iki sene ben park işini halledeceğim.” Bu bir öncelik. Ondan sonra bir önceliğe karar verdikten sonra o projelendirilir, bunu nasıl yapacağız, hangi sırayla yapacağız, finansmanını nasıl sağlayacağız, bütçeyi nasıl aktaracağız.
İyi belediye başkanı en azından bu hassasiyetleri bilen, mevcut yapılar içinde kendine verilen o yetkilerden kısmen feragat edip katılımcılığı güçlendiren. Bir öncelikler belirlemesi yapan. Projeyi bırak. Proje lafı edenlere oy vermemek lazım bence. Bana öncelik söyle, üç tane sorununu say bu şehrin. Elli sorun vardır, hepsini çözemezsin. Türkiye’de de öyle.
Peki yaşadığınız şehrin belediyesinden memnun musunuz, Diyarbakır’ın belediyesinden memnun musunuz? Nelerini eksik buluyorsunuz bu belediyenin?
Belediyemiz Türkiye’nin ortalama belediyelerinden. Özel bir şikayetimiz yok. Ama bak bir örnek vereyim. Bu apartmanlarda pis su giderlerinin çatıdan dışarı uzaması lazım, içeride biriken havayı alması lazım. Koskoca Diyarbakır bunu bilmiyor. Geliyor o borular tepede en üst kata çıkınca çatı bağlantısı yapılmıyor, bizimkinin üzerine cam yün sermişlerdi. Bütün evlere gidin banyolar, o yer süzgeçleri koku yapar. Kimse bilmiyor. Belediyeye dilekçeler verdim, gittiler geldiler, sonunda biri buldu. İşin denetimi yok, yapan nasıl yapıldığını bilmiyor. Bizde dediğim gibi bu şehrin yaşamı, bu modern apartmanlara dayalı bir büyükşehir ama buna uygun ne geliri var, ne kültürü var ne de onun yasal ve yönetişimsel tabanı var.
Peki iyi bir belediye başkanı nasıl bir şeydir, nasıl bir şey olmalı ya da?
İyi belediye başkanı en azından bu hassasiyetleri bilen, mevcut yapılar içinde kendine verilen o yetkilerden kısmen feragat edip katılımcılığı güçlendiren. Bir öncelikler belirlemesi yapan. Projeyi bırak. Proje lafı edenlere oy vermemek lazım bence. Bana öncelik söyle, üç tane sorununu say bu şehrin. Elli sorun vardır, hepsini çözemezsin. Türkiye’de de öyle.
Mesela mevcut hükümetin en önemli işlerinden biri bu duble yol işleri. Bir sorundu o. Türkiye’de yol yoktu. Bak onu kimse eleştiriyor mu? Neden çünkü gerçek bir sorunu yakaladı, üzerine gitti, çözdü iki üç sene yatırımlar yaptı, yaydı zamana. Yol projesi olmaz. “Yol diye bir sorun var ben bunu çözeceğim,” iyi bir belediye başkanının bence yapacağı o. Sorunlar şunlardır, bunlardan ben bu üçünü yapabilirim bu dönemde, bu üçüne ağırlık vereceğim. Ama diğerlerin hepsiyle de belki biraz uğraşırım. Ama beş yıllık dönem bittiği zaman yeşil alan açısından şehrimiz böyle olacak. Ya da yol temizliği, açıklığı açısından düzgün olacak. Bir şeyleri söyle, öncelik tanımla, sorun tanımla, bunu tartış belki. Yoksa biz kendimizi yöneteceğiz falan, bunlar yani öyle olmuyor.
Bir de biraz şöyle çevirmeye çalışayım sohbetin yörüngesini. Şehirlerde bir arada yaşam, farklılıklara saygı, hoşgörü, çok kültürlülük gibi şeylerden bahsediyoruz. Bu açılardan neler yapılabilir bir şehirde? Şehrimizin eksiği nedir ve biz ne yapabiliriz?
Hiçbirini bırakmamışsın ki, neyinden bahsediyorsun. Bugün Diyarbakır’ın eğer tarih başka türlü gelmiş olsaydı, mesela bir tane Ermeni mahallesi olması lazımdı. Bir tane Süryani Mahallesi. Gidersin Avrupa’da büyükşehirlerde vardır, bir tane bilmem ne quarter derler, Latin Quarter denir bir tane. Bizim buralarda hiçbir farklılık da çoğulculuk da bırakmamışsın. Üç tane kilise kalmış. Herkesi bitirdikten sonra bir iki tane göstermelik şeyler. Ama belediyecilerin çıkıp bunu konu yapmaları, vurgulamaları, o yönde küçük şeyler de yapmaları çok önemli. Onlar da demese hiç şeyi yok. Ama yani biz oraları geçmişiz. Onları yaşatmadık. Kendi içimizdeki farklılıkları bile neredeyse sorun yapıyoruz. İşte bak aramıza Suriyeliler girdi, görüyorsun herkesin içindeki canavarlar çıkıyor. Eskiden Avrupa’da yabancılara yapılınca buradan kolay geliyor, ne olmuş, kendi içine girince çok zor.
Belediyeler neler yapabilir çok kültürlülüğü, uzlaşıyı, bir arada yaşama kültürünü geliştirmek noktasında?
Belediyeler bizim Diyarbakır’da aslında fena şeyler yapmadılar, kiliseleri falan canlandırdılar. Onlar da en azından insanlara, herhalde kalan üç beş kişiye biraz iyi gelmiştir, duyguları okşanmıştır belki. Bir de bizim gibi insanlar da duyunca “bak bunlar da varmış” diyorlar. Onlar bence iyi şeylerdi. O konuda bir hassasiyeti var bizim buradaki belediyelerin. Ama elbette belediyelerden başka bir sürü beklenti var, istihdam gibi, yoksulluğu giderme gibi.
Şehirdeki yoksullukla, pahalılıkla nasıl mücadele edebilir, ne yapabilir belediye?
Çok zor. Belediyenin orada direkt yapabileceği şey Diyarbakır’daki Sarmaşık tecrübesini daha genelleştirmek belki. Onun dışında belediyenin yapabileceği işler nedir, belki şehre yatırım çekmek. Tabii ülkenin genel havasından bağımsız değil senin yatırım çekme potansiyelin. Ülkenin genel ivme kazandığı ortamda hani şehir olarak, başta söylediğim stratejik şartlarda olman, kalifiye iş gücünün olması falan, bunlar gerekli ama Diyarbakır’da kalifiye iş gücü var mı mesela? Yok.
Bir sürü insan bilmem nesini götürüp Adana’da yaptırıyor, Antep’te yaptırıyor. Kalite düşük, iş gücü kalitesi düşük. Ciddi bir sermaye yok burada. Bugün Diyarbakır’da belki şimdi küseler ama tüccar yok ya. Burası koskoca tarım alanıdır ama güçlü bir buğday alacak tüccar yok. Vardı eskiden. Onların çoğu kayboldu gitti. Sermayedarlar, para sahipleri var ama sistemli bir ticareti olan yok. Diyarbakır’da büyük bir şirket derken kimse geliyor mu akla mesela? Koskoca bir şehir, yılların birikimi var. Adı sanı duyulmuş belki bir iki tane inşaat şirketi dışında yok.
Son dönemlerde tanzim satışları gündemde ya, üreticiden tüketiciye daha az aracıyla, kooperatifler üzerinden ulaştırmak falan. Bunlar belediyelerin altından kalkabileceği şeyler olabilir mi?
Şimdi İstanbul’dan kalkıp diyor ki domates Antalya’da 50 kuruş, Antalya’daki domates İstanbul’a yürüyerek gelmiyor ya. Geçenlerde bir pazarcı adam gayet güzel anlatmıştı: “Onu oraya getiren kamyon işte kaç köprüden geçiyor, her köprüye 100 lira veriyor. Üç kilo poşet harcıyorum 50 lira.” Bir pazarcı günde 50 lira poşet parası verirse kim ödeyecek bunu? Herkes poşeti alıp gidiyor, bunu sen ödeyeceksin yani. E dolayısıyla yani bu malın oraya gelmesi hizmet, arada birileri belki fazla bir marj vardır, onları kısarsan bir şey olur tamam. Ama bu aracılar neden var? Çünkü bu hizmet sektörü, bu aradaki katma değerler olmasa o aradaki insanlar yaşayamaz. Kamyoncular, komisyoncular, toptancılar…
Belediye olarak ucuza alır getirirsin, ama o işi yapanların 100 tanesinin de emeğini alırsın. Hiçbir yere varamayız belediye eliyle domates satarak. Pahalılığı azaltmak bir belediyenin yapabileceği iş değil. Genel, makro bir şeydir. Türkiye’nin de genel sorunu. O açıdan da sıkıntılı bir dönemdeyiz zaten, kriz, dolar açısından. Gerçekçi olalım. Belediyeden öyle bir şey de beklememek lazım. Belediye bu şehri bir yaşam alanı olarak, düzenli bir yaşam alanı haline getirmenin ihtiyaçlarını getirecek, temel şeylerini yerine getirecek. Belli bir kalite kontrolü nedir; inşaatından, yolundan işte mesire alanlarından. Ben gidip bakkaldan bir şey aldığımda bu zehirlenmeme garantimi belediyenin bana veriyor olması lazım.
Bir de çevreyle ilgili sorunlar var, konuşuyoruz. Bu konuda peki nedir sorunlar, ne yapılabilir?
O önemli bak. Belediyenin önemli görevlerinden biridir. Şehirler biliyorsun pislik üretme merkezleridir bir anlamda, çöpüyle, kanalizasyonlarıyla. Bizim Diyarbakır da fena değil bu konuda, epey bir yatırımlar yapıldı, arıtmalar falan. Çöpte sorun var biraz, bir yere atıp bırakıyorlar.
Belediyenin görevi şehri temiz tutmak, çöpleri düzenli toplamak, şehir atıklarının en uygun şekilde, doğaya zarar vermeyecek şekilde, imha edilmesi ya da dönüştürülmesini sağlamak. Bunun teknolojilerini, biraz pahalı ama hayata geçirmek. Poşet, plastik özellikle büyük bir sorun. Ama belediyelerin bu konuda yapabileceği çok şey var, daha aktif olmaları lazım.
Mesela bizim bu Dicle. Bak şimdi Dicle’ye de bir şeyler yapılıyor. Birileri orayı İtalya’daki kanal şehri gibi yapıyor. Bilmiyorum şimdi o nasıl bir projedir, kim demiş, neye benziyor? Bitince ne olacak? Belki güzel mi olur bilmiyorum, banklarını falan yapıyorlar, herhalde şehrin içinden düzgün akacak, biraz debili olacak, kayıkla mı gezeceğiz? Nedir bunu mesela kim yaptı, nasıl yapıldı? Ondan önce de mesela bu Kırklar Dağı faciası da daha önceki belediyenin işiydi. Bu korkunç bir şeydi mesela, oraya yapılacak iş miydi? Nedir mesela bu, kim nasıl yaptı, herkesin şikayetçi olduğu ama kimsenin bilmediği işler. Ne oldu ne bitti bilmiyoruz. Bizim dediğimiz sorun da bu.
Peki şimdi yerel seçim var önümüzde, bu konuştuğumuz konular bakımından adayların performanslarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pek bir seçim havası görünmüyor zaten. Ankara’da, İstanbul’da CHP adayları projelerim diyorlar ama burada zaten açık bir şekilde belediyecilik üzerinden yapılmıyor zaten. Kimsenin öyle bir beklentisi de yok. Belki de sorun o.
İşin genelinde de demek ki bir beklenti mi az, insanlar değişme mi görmüyor, ya da sen gelsen sen de öyle yapacaksın diye mi düşünüyor, ne farkı olacak ki mi diyor… Hani dedik ya kimse bu işi, mesela ekonomik krizi kimse başkasının daha iyi yöneteceğine mi inanmıyor? Bu mesela çok kritik bir şey. Niye, değişmeye inanamıyorsun. Diyarbakır’da zaten senindi, o kayyum ara bir çözüm, sen seçim kaybedip de yeniden gelmiyorsun. Bugün HDP’nin burayı kazanmasının, olağanüstü bir tarafı yok, olağan olan o. Olağan olanı da millet görmüş, kabul de ediyor.
Belediye belediyecilik yapar, belediye hizmetlerinde ciddi olmak gerekir. Dediğim gibi öncelikler ve ihtiyaçlar silsilesi. Bir de tabii bunların elinde olmayan, herkesin içinde bulunduğu ortamın şartlarını kendi lehine kullanması var. Bugün bu merkezi hükümetin belediyeler üzerinde valilikler aracılığıyla bir kontrol mekanizması var. Artık doğrudan da yapıyor tabii bu işi. Bizim buralarda ona da geldi. Sorun olmayan yerlerde beraber yapıyorlar. Ama öyle olmaması lazım. Belediye yasalarının yeniden düzenlenmesi lazım.
Seçmenler belediye seçimlerinde adayların bu performanslarına değer veriyorlar mı? Nasıl bir algıları var adaylar hakkında? Adaylar partinin önüne geçebiliyorlar mı?
Özellikle buralarda bence adaylara hiç bakılmıyor. Belki bazı yerlerde adaylar partinin önüne geçebiliyorlardır ama Diyarbakır’da sanmıyorum. Esas olan partidir. Ama adayın da tabii kişilik özellikleri, ulaşılabilirliği önemlidir mesela. Osman Baydemir mesela rahat bir insandı, insanlarla iyi iletişim kurabiliyordu. Selçuk Mızraklı da öyledir. O konuda sıkıntısı yok, ama esas partidir.
Şimdi mesela kayyum sanki kişiliğinden mi oy alacak, tanıyan mı var? İşte nedir AK Parti’nin bir momentumu var, tabii güç dengeleri kuruluyor, networkler var belirli şeyleri tutmuş. Onların aracılığıyla belirli çevrelerden oylar geliyor, öyle anlayışlar var. Bir kısmı kendi bulunduğu ortama göre, dini çevrelerden ise AK Parti’ye veriyor büyükleriyle beraber, çoğunluğu da bizim partimiz diye HDP’ye veriyor.
Adayların performanslarına, ne söylediklerine, ne vaat ettiklerine dönüp kimse pek vermiyor mu?
Pek baktığı da yok kimsenin.
Peki siz Diyarbakır Belediye Başkanı olsanız bu topluma ne vaat ederdiniz? Projeleriniz neler diye sormaya korkuyorum, projeciliğe karşı olduğunuzu anladım. Peki ne vaat ederdiniz?
Evet, o lafı sevmiyorum. Diyarbakır Belediye Başkanı olmak öyle zor. Diyarbakır Belediye Başkanlığı, Diyarbakır’ın içinde bulunduğu bütün olup bitenden dolayı, tabii onu sürükleyen bir siyasi hareketle beraber özel bir konum. Dışından gelip olsan da Diyarbakır’da hükümet edemezsin. Siyasi hareketler dünyada da öyle geliyor bilmiyorum, belli siyasi hareketler genel ortamın değişmesine göre bakıyorsun değişti. Biliyorsunuz öbür türlü o deneyler, Brezilya’nın o meşhur yeri var, Sao Paolo muydu neresiydi, meşhur bir belediyecilik deneyleri yaptılar orada işte katılımcı meclisler falan. Onlar da iki dönem sonra kaybettiler seçimi yani. Güya çok halkçı, halktan şeyler kurdular, komisyonlar, ama komisyonlara aldıkları sıradan insanlara ilk götürüp verdikleri eğitim bütçeleme ve bütçe kısıtı. Yani oraya gelip afaki onu da yapalım, bunu da yapalım demeyeceksin. Önüne koyup bir hesap yapacaksın. Belediye belediyecilik yapar, belediye hizmetlerinde ciddi olmak gerekir. Dediğim gibi öncelikler ve ihtiyaçlar silsilesi. Bir de tabii bunların elinde olmayan, herkesin içinde bulunduğu ortamın şartlarını kendi lehine kullanması var. Bugün bu merkezi hükümetin belediyeler üzerinde valilikler aracılığıyla bir kontrol mekanizması var. Artık doğrudan da yapıyor tabii bu işi. Bizim buralarda ona da geldi. Sorun olmayan yerlerde beraber yapıyorlar. Ama öyle olmaması lazım. Belediye yasalarının yeniden düzenlenmesi lazım.
Bazen bazı hareketler bir tarz mı üslup mu, yeni bir şeyler katıyor. Mesela birileri yıllardır belediyeyi kazanır, bakıyorsunuz birisi geldi bir seçimde süpürdü birdenbire. Nedir o tarz, üslup. Yoksa belediye yine ertesi gün aynı olacak. Belediye hizmetleri temel olarak aynıdır.
Ama o tarz, üslup nedir? İşte o şehirde gettolaşan azınlıklar ya da aslında çoğunluk olup da ağırlık anlamında azınlık olanlar bir rüzgar estirebiliyor. Londra Belediyesi’nde mesela adam geldi kazandı, neden? Çünkü bir sürü siyah Londralılar, Pakistanlılar, Hintliler, çoğunluklaşıp ama azınlıkta kalan kimlikleriyle, onu oraya taşıdı mesela.
Diyarbakır gibi yerlerde HDP de azınlık olan çoğunluğu taşıdı. Onun sayesinde sürekli ezilmiş, dışlanmış, hiçbir şeye ulaşamayan, kendi varlığıyla gidip belediyeye giremeyen, itilen kakılan bütün insanları sürükleyip getirdiler son 17 senedir. Ama o söylem de bitti gibi bu ilgisizlik falan onu gösteriyor. Onun ötesinde Diyarbakır’ı artık yeni bir söylem, yeni bir ruh, yeni bir heyecan ne söylenir valla şimdi pek gelmedi aklıma…
Bizi Takip Edin