23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı Nisan’da Açılıyor
Dünyanın farkılı ülkelerinde savaşlar ve katliamlar sonrasında yüzleşmek için kurulan hafıza mekanlarının konuşulduğu ‘Başka Bir Gelecek İçin Hafıza Mekanları, Hafıza Yolları Konferansı’nda konuşan Rakel Dink, “23 Nisan’da, Hrant’ın öldürüldüğü yerde '23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı' açacağız. Bu mekan Hrant’ın sahiplendiği evrensel değerleri geniş kitlelerle buluşturacak” dedi.
Hrant Dink Vakfı tarafından DVV International ve Friedrich-Ebert Stiftung ile işbirliği içinde düzenlenen “Başka Bir Gelecek için Hafıza Mekanları, Hafıza Yolları Konferansı” 22-23 Mart’ta Yapı Kredi Kültür Sanat’ta gerçekleşti. Uluslararası konferansta, zor geçmişlerle yüzleşme pratikleri hafıza mekanları, hafızalaştırma çalışmaları ve müzeler üzerinden ele alındı. Hafızalaştırma çalışmalarının ve yüzleşme pratiklerinin bugünü ve geleceği, yeni yöntemler farklı coğrafyalardan hafıza mekanları uzmanları, akademisyenler, hafızalaştırma alanında çalışan uzmanlar, küratörler, müze profesyonelleri ve sanatçılar tarafından tartışıldı. 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesiyle toplumsal hafızada özel bir yer edinen İstanbul Şişli’deki Sebat Apartmanı’nda bulunan Agos Gazetesi eski ofisinin, 23 Nisan’da ‘23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı’ olarak hayata geçirileceğinin bilgisini paylaştı.
‘Başka Bir Gelecek İçin Hafıza Mekanları, Hafıza Yolları Konferansı’nın açılış konuşmasını yapan Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, insanlığa karşı işlenmiş olan pek çok suçu dünyanın hatırlaması, idrak etmesi ve “Bir daha asla” demesi için hafızalaşmasına katkı sunmuş konukların olduğunu belirterek, “Konuklarımızı dinlerken sadece geçmişteki olayları değil bugün bizi isyan ettiren olayları nasıl hafızalaştırmalıyız üzerine de düşüneceğiz. Konuşmanın, barış için imza atmanın dahi bedellerinin olduğu bir dönemde yaşasak da bu dönem bir gün mutlaka bitecek. Ve bu gün yaşananları gelecek nesillere anlatmanın bir yolunu bulmak gerekecek. ‘23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı’nı bu anlayışla başka bir geleceğe katkı sunabilmek için kurduk. Ve bundan sonra bu buluşmaların paylaşımların artması başta gelen hedeflerimizden olacak” dedi.
“Karşılıklı Anlayışı Besleyecek Bir Mekan Olmasını Diliyorum”
Benzer acıların bir daha yaşanmadığı, bir arada yaşamanın mümkün olduğu bir gelecek için sebatla, sabırla, vicdanla, umutla ve sevgiyle devam edeceklerine vurgu yapan Dink, “Bu hafıza aynı zamanda Türkiye’nin de hafızası ve tarihidir. Hrant’ın kalan mirasını ve mücadelesini sürdürmek adına acımızı, kederimizi, onsuz yaşamanın ağırlığını içimizde taşırken içten içe ağlarken sevgiyi, gülümsemeyi, affetmeyi, yaşamayı ve yaşatmanın peşindeyiz. Bu çabanın önemli bir parçası olarak bu yıl 23 Nisan’da, Hrant’ın öldürüldüğü yerde 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı açacağız. Bu mekan Hrant’ın sahiplendiği ve farkındalık yaratmaya çalıştığı; insan hakları, demokrasi, eşitlik ve adalet gibi evrensel değerleri geniş kitlelerle buluşturacak. Geçmişin hafızası ile geleceğin umudunu birleştirecek. Diyaloğun önemi hakkında farkındalık yaratacak ve karşılıklı anlayışı besleyecek bir mekan olmasını diliyorum” şeklinde konuşmasına devam etti. 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı hazırlıklarını yaparken, program koordinatörü Nayat Karaköse’nin dünyanın dört bir yanındaki hafıza mekanlarını gezip öğrendiklerini yeni kurulacak olan mekanla yoğurduğunu belirten Dink, “Bugün bu konferansla dünyada hafızayı geleceğe taşımayı dert edinen uzmanlarla ve bize ilham veren kurumların bazılarıyla sizleri buluşturmayı amaçladık. Bugün sadece geçmişte yaşananların hafızalaştırılmasını konuşmayacağız, bugün yaşananların gelecekte nasıl hafızalaştırılacağını da düşüneceğiz” dedi.
“Birlikte Düşünmek Birlikte Hayal Kurmak Çok Önemli”
‘23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı’nı kurma aşamasında bir öğrenme sürecine girdiklerini ve özenli bir hazırlık yürüttüklerini belirten Başka Bir Gelecek için Hafızı Mekanları, Hafıza Yolları Konferansı Program Koordinatörü Hayat Karaköse, “Dünyanın farklı noktalarında bulunan bugün burada dinlediğiniz müzelerin hepsine gittik ve onların deneyimlerinden yararlandık. Uzmanlarla tanıştık. İlham verici işlerine baktık ve onlardan çok şey öğrendik. Bir kısmını da buraya davet ederek 23,5 Hrant Dink Hafıza Mekanı’na götürdük ve birlikte hayal kurduk, neler yapabiliriz diye. Dolayısıyla bizim için çok kıymetli bir öğrenme süreciydi. Çünkü birlikte düşünmek birlikte hayal kurmak çok önemli. Bunun bizi güçlendirdiğinde düşünüyoruz. Ve Türkiye’de çok ihtiyaç var. Hatta bugün burada dinlediğimiz hafıza mekanlarından gelen uzmanların bir kısmını ilerde gelip hafıza mekanında workshoplar verirken görebileceksiniz. Sürekliliği olan bir proje olacak” dedi.
“Mekan İsmini ‘23,5 Nisan’ Yazısından Aldı”
Hrant Dink’in Agos Gazetesi önünde öldürülmesinin toplumsal vicdan ve kamusal hafızada çok sembolik bir yere sahip olduğuna dikkat çeken Karaköse, “Şişli’deki Sebat Apartmanı’nda olan Agos Gazetesi ile aynı yerde bir süre devam eden Hrant Dink Vakfı, iki kurumun da büyümesiyle başka bir binaya taşındı. Fakat taşınmadan önce bize gelen sorulardan bir tanesi, gazetenin eski yerine ne yapacağımızdı. Tabi ki orayı koruyacaktık, bırakmaz mümkün değil. Dolayısıyla bir hafıza mekanı yaratma fikri ortaya çıktı. Mekan, hem geçmişe bakan hem de geleceği söz söyleyen bir mekan olacak” diye konuştu. Hrant Dink’in hayatından kesitlerin yer alacağı bir hafıza mekanı olacağını belirten Karaköse, “Hrant’ın savunduğu; demokrasi, barış, insan hakları, eşitlik ve adalet gibi evrensel değerleri bir çok kişiyle buluşturacak bir mekan olacak. Geçmişin hafızasıyla geleceğin umudunu birleştirecek. Hissetmek, üretmek ve hayal kurma mekanı olarak görebiliriz. Mekan ismini 23 Nisan 1996’da Hrant Dink’in ’23,5 Nisan’ yazısından aldı. O yazısı bize ilham verdi ve yol gösterici oldu”dedi.
“Hafıza Müzeleri Hegemonik Amaçlara da Hizmet Edebilir, Bu Bir Risktir”
Konferansın ‘Zor Geçmişleri Sergilemek’ başlıklı birinci panelinin açılır konuşmasını yapan Columbia Üniversitesi William Peterfield Trent Karşılaştırmalı Edebiyat ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Profesörü Marianne Hirsch, geçmişte yaşanan savaş ve soykırımların insanların hafızasında her zaman taze kaldığına dikkat çekerek, bu hafızaların transfer edilmesi gerektiğini ve bunun nasıl yapılacağı konusunda tecrübelerini paylaştı. Hirsch, kendi çalışmalarında savaş, soykırım, aşırı şiddet, otokratik diktatörlüğe maruz kalanların torunlarının olayları nasıl bilmeleri gerektiğine dikkat çekti. Kendi doğumlarından önce meydana gelen olayları hafıza değil, post hafıza olarak tecrübe edeceklerine değinen Hirsch, post hafızaya fotoğrafların, filmlerin, dizilerin ve hikayelerin aracılık ettiğini söyledi. Yakın anıların toplumla ters düşmesi sonucunda karşı hafızanın ortaya çıktığına da değinen Hirsch, “Anıt kurumlar şunu anladı: Uzak geçmiş ortaya koyulurken denge sağlanmalı. Yakın ufukta yer alıp, karşı hafızaya da açık olmalı. Yakın hafızayı canlandırmak için kurulan müzeler ve bütün kurumlar ortak tanıkları çağırmalı ve katkıda bulunmalarına izin verilmeli. Diğer yandan hafıza müzeleri hegemonik amaçlara da hizmet edebilir, bu bir risktir. Etnik ve ulusal bariyerleri yıkmak yerine güçlendirebilir. Ulusal mitleri güçlendirmek yerine post hafızayı güçlendirmeliyiz” dedi.
“5 bin Elbise Kosova’da Yaşanan Cinsel Şiddete Dikkat Çekti”
Hafızadan, post hafızaya geçişi bir örnek üzerinden anlatan Hirsch, 1998-1999 Kosova Savaşı’nda tutuklanan, aşağılanan ve tecavüz edilen 20 bin Arnavutluk kadını için Kosovalı sanatçı Alketa Xhafa Mripa’nın yaptığı hafızalaştırma eyleminden bahsetti. Hirsch, “Projenin amacı sessizliği yok etmek ve inkarı ortadan kaldırmaktı. Bunun için Kosova’daki kadınlardan 5 bin etek toplandı ve etekler Kosova’nın başkenti Priştine’nin şehir stadyumunda çamaşır iplerine asıldı. Erkekler için önemli anlamı olan stadyumda eteklerin sergilenmesiyle travma sadece yaşayanlarla sınırlı kalmamış oldu ve geleceğe de aktarıldı. Bir stadyumda rüzgarda sallanan 5 bin elbise Kosova’da yaşanan cinsel şiddete dikkat çekti” şeklinde konuştu.
“Bosna Savaşı Sırasında Büyüyen Çocuklar Anlatıyor”
‘Zor Geçmişi Sorgulamak’ başlıklı panelde ‘Müzelerde Çatışma Yönetimi ve Farklılıklar Üzerine Çalışmak için Alternatif Bir Yaklaşım Olarak Sistem Merkezli Düşünme’ başlıklı bir konuşma yapan Atina Müzesi Müzeoloji Eğitmeni Marlen Mouliou, zorlu geçmişlerin sergilenmesinin zor olduğunu ancak ötekinden korkmadan doğan akımların çoğaldığına dikkat çekti. 1. Dünya Savaşı’nın 330 gün süren en uzun savaşı olan Verdun Savaşı sonrasında kurulan bir hafızalaştırma mekanı olan Verdun Hafıza Anıtı’ndan bahseden Mouliou, savaşta hayatını kaybedenlerin anısına oluşturulan mekan sayesinde Verdun’un gerçek anlamını hissetmek, anlamak ve aktarmak isteyen herkes içindir hafıza mekanı olduğunu söyledi. Bosna Savaşı’nın izlerinin anlatıldığı The War Childhood Museum Sarajevo müzesinden de bahseden Mouliou, “Müze, Bosna savaşını yaşayan çocukların deneyimlerini eşyalarla, video ifadelerle ve sözlü öykülerden alıntılarla ziyaretçilerine aktarmakta. Bosna savaşı sırasında büyüyen çocuklar anlatıyor. Böylece öz farkındalık kazanılıyor ve güçlenme sağlanıyor.” dedi.
“Güney Afrika’da Sadece Beyazların Yaşayacağı Bir Yer Yarattılar”
‘Hafıza Bir Silahtır’ başlıklı konuşmasıyla dikkat çeken District Six Müzesi Direktörü Bonita Bennett, 1966 yılında Güney Afrika en eski şehir olan Cape Town’da zorla yerlerinden edilen District Six Köyü sakinlerinin hafızalaştırılan hikayesini anlattı. District Six Köyü’nün 19. yy’ın başlarından itibaren farklı ırktan insanların yaşadığı bir yer olduğunu belirten Bennett, Afrika dilinde ‘ayrılık’ anlamına gelen Apartheid uygulaması hakkında şunları söyledi: “1948’de başa gelen Apartheid yönetimi siyasi ideolojisi çerçevesinde böl ve yönet olarak ilerledi. District sadece beyaz insanlar için ayrıldı. Hükümet 15 yıl içerisinde buradaki toplumu yok etti. Güney Afrika’da sadece beyazların yaşayacağı bir yer yarattılar. Tamamen beyazların yaşayacağı bir bölge yönetmek istediler. 1989’da ‘District Six’ten elinizi çekin’ diye bir kampanya başlatıldı. Çok büyük bir ses getirdi ve 1994’te bir müze doğdu. Müze ırkçılığa bir şekilde yerlerinden edilen insanları bir araya getiren bir araç oldu. Müze değişimin lideri oldu. İnsanların kendilerinden alınan tarihi geri alabilmek için kurulan bir mekan oldu”
“Fotoğrafçının Dükkanı Yıkılmıştı Ama Çektiği Fotoğraflar ve Anıları Duruyordu”
1975’ten 1990’ kadar devam eden Lübnan İç Savaşı sonrası bir hafıza mekanı oluşturmak için ortaya koyduğu mücadeleyi ‘Hatırlama ve Unutma Arasında Beyrut’ başlıklı konuşmasıyla aktaran mimar ve aktivist olan Mona El Hallak, şiddetin nasıl hatırlanması gerektiği ve aynı zamanda nasıl bir daha hatırlanmamak üzere unutulabilir paradoksu üzerinde durdu. Beyrut’un iki kez yıkıldığını belirten Hallak, “Birinci yıkılması savaş yüzünden oldu, ikincisi ise yeniden yapılandırma ile oldu. Biz mimarlar şehri restore etmek istedik ama bazı rant sağlayıcılar buna izin vermedi. Özellikle bir bina için çok uğraştık. Barakat Binası’nın yıkılmasına engel olduk ama istediğimiz bir hafıza mekanına dönüşmedi. Savaş sırasında bir ölüm makinesine dönüşmüştü. Bina savaş bölgesinin çok net görüldüğü bir noktadaydı. Bu sebeple keskin nişancılar için vazgeçilmez bir yer olmuştu. 1990’da savaş sona erdikten sonra, akdeniz güneşi sarısı binanın karşısına geçtim, çok zarar görmüştü ama ayaktaydı. Benim için bu bina umudu temsil ediyordu. İçerideki Dr. Şimalı Muayenehanesi yıkılmıştı ama eşyaları duruyordu. Fotoğrafçının dükkanı yıkılmıştı ama çektiği fotoğraflar ve anıları duruyordu. Biz de 45 yıl sonra bu fotoğraflardaki yaşayan insanlara ulaştık ve bu hafıza mekanında onları birleştirdik” şeklinde konuştu.
“Ölecek olsalar da, resimleriyle yaşayacaklarını bilerek çizmeye devam etmişler”
‘Sanat ve Hafıza’ panelinde ‘Toplama ve Ölüm Kampında Sanat: Auschwitz Müzesi’nin Sanat Koleksiyonu’ başlıklı bir konuşma yapan Auschwitz-Birkenau Anıtı Müzesi Sanat Koleksiyonları Müdürü Agneiszka Sieradzka, kurulan hafıza mekanıyla, Nazilerin 2. Dünya Savaşı sırasındaki en büyük toplama kampında insanların umut ve gelecek nesillere seslerini duyurmak için sanattan nasıl faydalandıklarını aktardı. Esirler tarafından büyük bir riski göze alarak yapılan resimlerin kampta yaşananlara dair kapsamlı bir fikir verdiğini belirten Sieradzka, “2 binden fazla sanat eseri, savaştan sonra esirlerin bir araya gelip çalışmalarını birleştirmeleri sayesinde ortaya çıktı. Çok büyük risk alarak yapılan resimler, kamptaki vahşeti görmemizi sağlamış oldu. Esirler ölecek olsalar da, resimleriyle yaşayacaklarını bilerek çizmeye devam etmişler. Auschwitz’in nasıl bir cehennem olduğunu ve neden bir daha tekrarlanmaması gerektiğini gözler önüne seren sanat eserlerini eşsiz bir kayıt niteliğinde. Sanat insana dair olanı kurtarmaktaki inancı filizlendiren önemli bir güç” dedi.
Bizi Takip Edin