“Yaşlıya Dönük Politikalar Değiştiğinde Toplumdaki Olumsuz Algı Da Değişecektir”
18-24 Mart Yaşlılar Haftası'nda, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gerontoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Arun ile toplumdaki yaşlı algısını, yerel ve merkezi yönetimlere düşen görevleri konuştuk. Arun’a göre, merkezi ve yerel yöneticilerin yaşlanmayı risk olarak görmesi toplumda yaşlılara karşı olumsuz tutuma yol açıyor.
Türkiye’deki yaşlı algısından başlamak istiyorum. Toplumda yaşlılara yönelik algıyı nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’nin son 3-4 kalkınma programlarına bakarsanız yaşlılık bir risk olarak gösteriliyor. Öncelikli olarak merkezi ve yerel yöneticiler bu düşünceden uzaklaşmalı. Bu düşünce topluma sirayet ediyor ve yaşlılara karşı olumsuz bir algıya hatta yaş ayrımcılığına yol açıyor. Öte yandan Türkiye’nin hızlı bir demografik dönüşümü var ve ne yazık ki akademi, bilim dünyası tanık olduğu döneme yabancılaşmış durumda. Türkiye’deki akademi, yaşlanma perspektifinden bakarak yaşlılık politikalarının yorumlayamıyor. Sonuç olarak da yaşlılığı tehlikeli olarak gören algı varlığını sürdürüyor.
Yaş ayrımcılığına neden olan sebepler ve bu sebeplerin çözümleri nelerdir?
Türkiye’de özellikle politika geliştirenler ve uygulayanlar yaşlanma meselesini bir risk olarak algılıyor. Ne yaşlılar sorunlu insanlardır ne de yaşlılar bir ülke için risktir.
Yaşlılık risk olarak algılanınca yaş ayrımcılığı ortaya çıkıyor. Bir insanın yaşlanması hastalık, atıl olma şeklinde değerlendiriliyor. Toplum olarak bu algıdan sıyrılmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilmeli. Ben bireysel ve toplumsal yaşlanmayı risk olarak görmüyorum. Asıl risk zenginleşemeden, niteliksiz olarak yaşlanmaktır.
Yaş ayrımcılığına neden başka bir faktör ise merkezi ve yerel yönetimler yaşlılık meselesine yönelik sosyal uygulamalara yönelmesi. Sosyal uygulamalar orta ve uzun vadede toplumda kuşak çatışmasını yaratıyor. Sosyal uygulamaların amacı; dezavantajlı grupları kısa bir süre için desteklemek, dezavantajlı durumu geçene kadar rahatlatmaktır. Sosyal uygulamalar uzun vadeye yayıldığında toplumun belirli bir kesiminin desteklendiği anlamına gelir ve bu da toplumsal olarak çatışmaya yol açar. Hal böyle olunca yaşlıya yönelik sosyal uygulamalar toplumun tepkisini çekebiliyor.
Çözüm olarak; merkezi ve yerel yönetimler sosyal uygulamalardan ziyade sosyal politikalara yönelmeli. Yaşlılar için yapılan uygulamalar tüm topluma yayılmalı. Güvenli, rahat ve ulaşılabilir hizmeti toplumun tüm kesimleri hak eder.
Nüfus projeksiyonlarına göre her geçen yıl Türkiye’deki yaşlı nüfusu artıyor. Merkezi ve yerel yönetimler bu doğrultuda neler yapmalı?
Demografin sürecin bir parçası olarak Türkiye’nin hızla yaşlandığı yıllar önceden belliydi. Türkiye’de 2040 yılından sonra yetişkin ve 15 yaş altı çocuk nüfusu azalacak. 2050’lilere geldiğimizde ise yaşlı nüfusu, çocuk nüfusunu geçecek. Toplumun niceliksel olarak hangi yönde gelişeceğini biliyoruz. Artık toplumun niteliksel bakımdan gelişmesi için hareket etmeli, bu yönde çalışmalar yapmalıyız. Bugün Türkiye’deki yetişkinlerin yüzde 54’ü ilkokul mezunu. 2 kuşak sonra gelecek yaşlı kesimlerin eğitimle ilgili nasıl bir özellik göstereceğini yorumlayabiliyoruz.
Merkezi ve yerel yönetimler yaşlıları toplumsal bir grup olarak görmemeli. Toplumsal grup; aynı hedef peşinde koşan, belirli çıkarları olan ve olaylara karşı aynı tepkileri veren kişilerden oluşuyor. Ancak yaşlılar birbirine benzemeyene insanlardır. Tıpkı gençler, çocuklar ve yetişkinler gibi. Yaşlılar farklı deneyim ve eğitim düzeyine sahip, çeşitliliğin yaygın olduğu bir kesimdir. Bu sebeple yaşlılara sunulacak hizmetlerin de çeşitlendirilmesi gerek. Yaşlıları homojen olarak görmek ve standart bir politika belirlemek çok yanlıştır.
Nüfusun yaşlanmasına yönelik atılacak adımlardan biri de gelir dağılımın eşitlenmesidir. Türkiye’de son 10 yıldır gelir dağılımının düzeltilemiyor oluşu, orta gelir tuzağından çıkamıyor oluşu bize gelecekte yaşlıların ekonomik durumu hakkında fikir veriyor. Türkiye’deki en yoksul kesim ancak 8 kuşak sonra ortalama gelire ulaşabilecek. Politika üretenler, nokta atışı yaparak yaşlılık politikalarına yatırım yapmalı.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet rolleri yaşlılar için de geçerli mi?
Ne yazık ki yaşlılık döneminde de toplumsal cinsiyet rolleri devam ediyor. Yaşlı ya da genç fark etmiyor kadını bakım işine hapsediyoruz. Bu durum devlet tarafından da destekleniyor. Büyükannelere torun maaşı, yaşlıya bakanlara ise bakım maaşı veriliyor. Hanelerde yaşlıya bakım veren kişilerin yüzde 72’si kadın. Bakım işinin hem aile içerisinde hem özel sektörde büyük oranla kadınlar üstleniyor. Bakım hizmeti veren kadınlar genellikle yoksul kadınlar. Aynı zamanda sınıfsal bir mesele de mevcut. Toplumsal cinsiyet ve sınıfsal açıdan baktığımızda ortaya müthiş bir haksızlık çıkıyor. Devlet dediğimiz aygıtın ve onu üretenlerin kafası çok karışık. Bir yandan kadını eve hapsedip bakım hizmeti vermesi için bakım maaşı veriyor öte yandan ise Avrupa’nın en düşük kadın istihdamına sahip olduğumuz için kadınların iş hayatına girmesi için teşvikler getiriyor. Bu ikisi bir arada olmaz.
Akademi ve sivil toplum dünyasında yaşlılık nasıl algılanıyor?
Akademide yaşlılık üzerine pek çok insan, yaşam döngüsü perspektifiyle yaşlanma meselesine bakmıyor. Yaşam döngüsü perspektifinde, insanın çocukluk ve gençlik dönemlerinde sahip olduğu avantajlar ve dezavantajlar yaşlılığa miras kalır.
Türkiye’de sivil toplum girişimlerinin için bulunduğu bazı kesimler başarılı yaşlanma diye kavramdan söz ediyor. Bu kavrama göre yoksul, engelli, kronik hastalık sahibi ya da eğitimsiz yaşlanan yaşlılar başarısız yaşlanmıştır. Ancak bu başarısızlığı tek başına bireye yükleme büyük bir eşitsizlik ve haksızlığa yol açar. Bu başarısızlık sadece bireysel değil aynı zamanda toplumsaldır. Okuma-yazma bilmeyen yaşlıya “Sen neden okuma yazma öğrenmedin” diyerek tüm suçu kendisinde arayamayız. Bu durum yönetenlere düşen görev, ailenin görüşü ve maddi imkanlardan bağımsız değildir.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Yaşlılar üzerindeki tartışmalar genellikle bakım ve bakım muhtaçlık çerçevesinde yapılıyor. Bakım bir insan hakkıdır. Bakıma muhtaç ve bakım veren arasında asimetrik bir ilişki var. Bakıma muhtaç kavramı üzerinde politika üretenler birey ve devlet arasındaki asimetrik güç ilişkisini yeniden üretir. Merkezi ve yerel yöneticiler bakımın bir insanı hakkı olduğunu bilmesi gerekir. Yurttaş hakkını dahi geçtim bakım bir insan hakkıdır. Ülkede yaşayan herkesin bakım konusunda destek alma hakkı vardır.
Bizi Takip Edin