Irkçılıkla Mücadele Günü’nde Suriyeli Mültecilere Bakış…
21 Mart Irk Ayrımı ile Mücadele Günü dolayısıyla Suriyeliler başta olmak üzere mültecilerin durumunu ve Af Örgütü'nün ayrımcılıkla mücadele çalışmalarını konuştuk...
Güney Afrika’nın Sharpville kentinde 21 Mart 1960’da siyah işçilerin paso taşımadıkları takdirde tutuklanmasını ön gören yasayı protesto edenlere polis tarafından ateş açıldı. Polis ateşi sonrası 69 siyah yurttaş hayatını kaybetti, 180 kişi yaralandı. Irkçılığa karşı bir sembol haline gelen Sharpeville katliamından 6 yıl sonra Birleşmiş Milletler, katliam tarihi olan 21 Mart’ı Uluslararası Irk Ayrımı ile Mücadele günü ilan etti. 1966 yılında bu yana tüm dünyada ırk ayrımına karşı mücadeleye dikkat çekmek amacıyla çeşitli etkinlikler düzenleniyor.
2011 yılında başlayan ve milyonlarca insanın ülkesini terk etmesine neden olan Suriye Savaşı, göç ve ırkçılık tartışmalarını da beraberinde getirdi. ABD merkezli araştırma şirketi Pew’in verilerine göre en az 13 milyon Suriyeli evini terk etti. Gittikleri ülkelerde siyasal, sosyal ve kültürel açıdan ayrımcılığa uğrayan Suriyeliler, günümüzde ırk ayrımına maruz bırakılanların başında geliyor. Türkiye, sınır komşusu Suriye’deki savaşın başlangıcında bu yana en fazla göç alan ülkelerden. Suriye savaşından bugüne kadar Türkiye’ye 4 milyona yakın Suriyeli geldi. Geçen ocak ayı verilerine göre Türkiye vatandaşı olan Suriyelilerin sayısı ise 53 bin 99.
Türkiye, Cenevre Sözleşmesi kapsamında coğrafi çekince uyguladığı için Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler dışından gelen Suriyeliler için mülteci statüsü tanımıyor. Suriyeliler için hazırlanan Geçici Koruma Yönetmeliği ile birlikte Suriyelilerin hukuki sınıflandırılması mülteci değil geçici koruma statüsü adı altında sığınmacı olarak adlandırılıyor.
Irkçılığa Karşı Panel
16 Mart Cumartesi günü İngiltere, İrlanda, Avusturalya ve ABD’de ırkçılık karşıtı göstericiler sokaklara çıkarak ırkçılığa karşı seslerini yükseltti.
Türkiye’de ise “Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu” İstanbul, İzmir ve Tekirdağ’da düzenlediği etkinliklerle ırkçılığa karşı mücadeleye dikkat çekti. Etkinliklerin İstanbul ayağının gerçekleştiği Cezayir Toplantı Salonu’ndaki panelde konuşan Hepimiz Göçmeniz, Irkçılığa Hayır Platformu aktivisti Yıldız Önen, Suriyeliler için hazırlanan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin 11’nci maddesinin oldukça tehlikeli olduğunu belirterek, “Bu maddeye göre İçişleri Bakanlığı’nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu istediği zaman tüm geçici koruma statüsündeki Suriyelileri geri gönderme hakkına sahip. Bu madde Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleriyle pazarlık konusu oluyor” dedi.
Panelde söz alan ve mültecilerle ilgili çalışmalarda yer alan İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, ekonomi pastasının durağan değil aksine aktif olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Göçmenlerin göç ettikleri ülkede sadece tüketici değil aynı zamanda üretici ve iktisadi aktörlerdir.”
“Göçmenlerin Deneyimi Kamu Görevlisine Göre Değişiyor”
İnsan Hakları Aktivisti Ayşe Özlem Ekşi, panelde göçmenlerin kamu hizmetine erişimde yaşadığı sıkıntıların, kamu görevlisinin bakış açısına bağlı olduğunu aktararak, “Göçmenin kamu hizmetinden faydalanması, ilgili yerdeki kamu görevlisinin bakış açısına ve döneme göre değişiyor. Suriyeli göçünün ilk dönemlerin daha kabullenici ve sahiplenici söylem hakimken şimdi ise ‘Benim vatandaşım dururken Suriyelilere mi yardım edeceğiz’ bakışı hakim” dedi.
Yurttaşlık Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Nükte Devrim Bouvard ise, Türkiye’de göçmenlere uygulanan yasal düzenlemeleri şöyle sıraladı:
-Sadece Avrupa Konseyine üye ülkelerden gelenlere verilen Mülteci Statüsü,
-3’ncü bir ülkeye gidene kadar Türkiye’de kalmasına izin verilen Şartlı Mülteci Statüsü,
-Ülkesine gönderildiği takdirde ölüm cezasına çarptırılma ya da işkence görme riski bulananlara karşı uygulana İkincil Koruma Statüsü
-Suriyeli göçmenlere uygulanan Geçici Koruma Statüsü.
“Mülteciler Sorumluluk Değil Hak Sahibi Kişiler”
Siyaset Sosyoloğu Dr. Polat Alpman aynı zamanda Göç Araştırmaları Derneği kurucularından. Göç alanında çalışmaları bulunan Alpman, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar, siyasal alanın yapılanması, medya dili ve siyasal pratiklerin de etkisiyle, yaşanan her türlü olumsuzluğu nedenini mülteciler olarak gören yaygın bir davranış biçiminin hakim olduğunu söylüyor.
Mültecilerin sorumluluk sahibi değil hak sahibi kişiler olduğuna vurgu yapan Alpman, sorumluluk sahibi kişilerin görevlerini yerine getirmediği için toplumda oluşan öfkenin mültecilere yöneldiğini ve ayrımcılığa, ırkçılığa maruz bırakıldıklarını ifade ediyor.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Savunuculuk Direktörü Ruhat Sena Akşener’e göre ırk, etnik kimlik, ulus, sınıf, din, inanç, cinsiyet, dil, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, yaş, sağlık veya başka bir durum gözetilmeksizin, herkesin ayrımcılığa uğramamaya hakkı var. Ve bu hak evrensel insan hakları normları, hukuk ve antlaşmalarla güvence altında. Akşener, Uluslararası Af Örgütü’nün çalışmalarında, ayrımcılık yapmama ilkesini temel aldığını ifade ederek, “Herkesin ırk veya etnik kimliğe dayalı tehdit ve tacizden korunması gerekiyor. Irk ayrımcılığına maruz kalan ve ihlale uğrayan kişilerle ilgili, küresel kampanya ve savunuculuk çalışmalarımız mevcut” diyor.
Akşener, Af Örgütü’nün ırkçılık üzerinden hak ihlaline uğramış insanlara yönelik çalışmalarıyla ilgili soruyu ise şöyle yanıtlıyor: “2017 yılında, 778 Britanyalı ve Amerikan kadın gazeteciye gönderilen 200 binden fazla tweetin tarandığı bir çalışmada, kadın gazetecilerin cinsiyet ve ırk üzerinden hakaret ve tacize maruz kaldıkları gösterildi. Siyah kadınların Twitter’dan tacize maruz kalma ihtimalinin beyaz kadınlarınkinden yüzde 84 daha fazla olduğu bulundu. Yine güncel olarak farklı kimlik ve kültürleri dolayısıyla toplu gözaltı ve tutuklamaya maruz bırakılan Uygurlarla ilgili sürdürülen bir kampanyamız bulunuyor.”
Bizi Takip Edin