Ekolojik Şehirler İçin Yerel Yönetimlerin Katılıma Açık Olması Şart
Dosyamıza ekoloji, çevre, mekan ve şehir alanlarında çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının perspektifinden yerel yönetimlerle devam ediyoruz. Şehir konusundaki karar alma süreçlerine ‘katılımın’ önemine vurgu yapan kuruluşların; öncelikli konuları başında ise; sağlıklı ve güvenli gıdaya erişim, iklim eylem planlarının geliştirilmesi, yenilenebilir enerji kooperatiflerinin oluşturulması; gıdadan barınmaya kendine yetebilen bir kent geliyor. Yeşil alanlar, kent bostanları, organik pazarlar da zikredilen diğer başlıklar…
Yeryüzü Derneği’nden Akif Pamuk, sınırları içinde bulundukları ve birlikte projeler yürüttükleri Kadıköy Belediyesi’ni farklı STK’ları sürece dahil etme konusunda görece başarılı bulduğunu kaydederken; gıda topluluklarının dağıtım mekanının Kadıköy Kent Konseyi olduğunu ifade ediyor. Pamuk’a göre; İstanbul için ekoloji ve çevre alanı mevcut kent tasarımında unutulan, bir kenara bırakılan hatta bazı projelerde kırıma uğratılan bir alan… Enerjiden ulaşıma, gıdadan insan yaşamına kadar bir çok alanda sorun olduğunun altını çizen Pamuk; en görünür sorunun kentte yaşayan insanların ne dediğini önemsemeyen mega projeler olduğunu savunuyor. Bu alandaki sorunların çözümü kadar iyi çevre dostu belediyeciliğin de yolunun ‘katılımcılık’dan geçtiğini belirten Pamuk, “ Burada yakın tanıdığımız belediyelerden birisi olarak Kadıköy Belediyesi Çevre Festivali’nde bunu sağlamaya çalışıyor. Farklı STK’ları sürece dahil etmede görece başarılı buluyoruz. Diğer taraftan çevre dostu belediyeciliğin olmazsa olmazları arasında kompost, ileri dönüşüm tartışmaları yeni yeni başlıyor. Aynı zamanda sürdürülebilir mimari konusunda da belediyelerin daha aktif olmasını bekliyoruz. Mevcut belediyecilik anlayışında ne kadar yer alacağı tabi ki tartışma konusu. Benzer biçimde belediyelerde iklim değişikliğine dair uygulamaları yok denecek kadar az. İklim değişikliğine karşı yerel yönetimlerin neler yapacağı yakın geleceğin en önemli başlıklarından bir tanesi.” diye ekliyor.
“Mevcut yönetim anlayışının revize edilmesi gerekiyor. Belediyelerin iş yapma biçiminde STK’lara yer verilmesi en önemli noktalardan birisi. Yani karar alma süreçlerinde STK’ları sürecin bir parçası haline getirmek yine belediyelerin üzerine düşen en önemli görevlerden birisi. Bu yaklaşımı belediyelerin içselleştirmesi gerekiyor.”
İklim Krizine Karşı Etkin Yerel Yönetimler
İklim krizine karşı tabandan örgütlenerek etkin bir mücadele vermek amacıyla kurulan 350. Org, 8 Eylül Küresel Etkinlik Günü’nde yerel yönetimlerle birlikte çalışmalarda bulunduklarını kaydediyor. İstanbul’da Sarıyer ve Kadıköy, Eskişehir’de Tepebaşı ve Odunpazarı, Balıkesir’de Ayvalık, İzmir’de Seferihisar belediyeleriyle ve kent konseyleriyle farkındalığı arttırmaya yönelik eylemler gerçekleştirdiklerini belirten 350 Türkiye Kampanyalar Sorumlusu Efe Baysal, ‘’Nasıl bir yerel yönetim isterdiniz?’’ sorusuna şöyle cevap veriyor: ‘’Belki birkaç istisna dışında bugün Türkiye’de hangi kente giderseniz gidin aşırı betonlaşmadan ve kentlerin nefes kaynağı yeşil alanların azalmasından şikayet edildiğini duyarsınız. Bu gidişat, sadece kentlerin ekolojik eşiklerini aşılmasına ve giderek sürdürülemez hale gelmelerine neden olmuyor aynı zamanda tarihsel dokunun, kültürel ve sosyal yaşamın, kenti döndüren geleneksel ekonomik çarkların aşınmasına yol açıyor. İklim alanında otorite olan IPCC, önlem alınmazsa 2050 yılında kentsel alanlarda en az 2 derecelik bir artış yaşanabileceğini söylemekte. Bu artış halk sağlığına mal olan sorunları ortaya çıkarma potansiyeline sahip. İstanbul’da da durum farklı değil. İklim krizi çağında, şayet gerçek anlamda sürdürülebilir kentlerde yaşamak istiyorsak ekoloji ve iklim başlıklarını merkezine alarak yerel politikalar üreten, tabandan katılıma olanak sağlayan mekanizmaları oluşturan, enerji üretimi dahil yerelliğe önem veren, sera gazı salımlarını azaltmaya / sıfırlamaya yönelik adımlar atan belediyelere ihtiyacımız var.’’
Türkiye’de bu konularda somut adımlar atan belediyelerin olduğunu da kaydeden Baysal,‘’İlk somut adımı atan yerel yönetim Gaziantep Belediyesi oldu ve 2011’de İklim Eylem Planı’nı hazırlayarak sera gazı salımlarını düşürmek için harekete geçti. Geçtiğimiz sene hazırlanan Kadıköy İklim Eylem Planı ve Kadıköy İklim Uyum Planı ise katılımcılığı ön plana çıkararak, bu konu hakkında çalışacak yerel yönetimlere de önemli bir örnek oluşturdu. Belediyenin katılımcılık anlayışı sadece eylem planları hazırlanırken değil, eylem planlarını kamuoyuyla paylaşıp, bu konuda çalışmalarda bulunacak bir gönüllü grubu oluşturmasıyla da önem arz ediyor. Geçtiğimiz sene Kadıköylüler’den oluşan Kadıköy İklim Elçileri, iklim değişikliği üzerine çalışmalarda bulunuyor, ilçe sınırları içinde etkinlikler düzenliyor.’’ Diye konuşuyor.
“İklim değişikliği, gündelik hayata etkileri, temiz gıda ve suya erişim, sağlıklı çevrede yaşama, kent hakkı gibi başlıkları da kapsadığından aynı zamanda bir insan hakları meselesi olarak ele alınmalıdır. Kırılgan toplulukların etkisini daha fazla hissettiği iklim değişikliğine karşı verilecek mücadele; Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri altında de yer alan sağlık, yoksulluk, toplumsal cinsiyet başlıklarını da içine alacak şekilde genişletilebilir.”
Baysal, iklim eylem planlarını oluşturmayan ancak önemli çalışmalarda bulunan yerel yönetimler de var olduğunun da altını çiziyor. “Seferihisar Belediyesi, güneş enerjisi kooperatifi için çalışmalarına devam ediyor ve hedefi ilçe sınırları içinde salınımları sıfırlamak. Eskişehir’de bulunan Tepebaşı Belediyesi de Sürdürülebilir Enerji Eylem Planı çerçevesinde özellikle kamu binalarını ve kamusal alanları güneş panelleriyle donatarak, elektrikli toplu ulaşım araçlarına ve bisiklet yollarına öncelik vererek yaratıcı çözümleri hayata geçiriyor’’ diyen Baysal, konuyla ilgili küresel ölçekte çarpıcı belediyecilik örneklerini ise şöyle aktarıyor:
‘’Kopenhag’tan Londra’ya, New York’a kadar birçok kentin salınımlarını azaltmak için somut adımlar attıklarını görüyoruz. 2050’ye kadar %100 yenilenebilir enerjiye dayalı bir kent yaratma hedefi olan Paris de bu konuda önemli bir örnek. Bize daha yakın bir örnek teşkil edebilecek yerlerden biri 10 milyonluk nüfusuyla Güney Kore’nin başkenti Seul. Fukuşima nükleer felaketinden sonra nükleer enerji kullanımının durdurulması konusunda artan baskılar ve sera gazı salınımlarının azaltılması yönündeki baskılar sonucunda katılımcı bir şekilde hazırlanan enerji planı Seul’da enerji tüketiminde azalım sağladı ve fosil yakıt tüketimini düşürürken yenilenebilir enerji kullanımına önemli teşvik mekanizmaları getirdi. 2011-2014 arasında benzer kentlerde enerji tüketimi artarken Seul’da enerji tüketiminde %4’lük bir düşüş gerçekleşti.’’
Kent Konseylerini Etkin Kılmak…
İstanbul Kent Savunması üyesi Cihan Uzunçarşılı Baysal da yerel yönetimlerden en büyük beklentilerinin ‘katılımcılık’ olduğunu vurguluyor. “Biz yerelde mücadele ediyoruz. Yerel yönetimlerin de sesimizi duymasını ve yansıttığımız meseleleri kendi meseleleri olarak sahiplenip öyle yol almalarını bekliyoruz. İdeal olan budur” diyen Baysal, ilçe belediyelerinin hangi projeleri gerçekleştireceklerini, bütçelerini nasıl kullanacaklarını belirledikleri stratejik planlama toplantılarına, hazırlık aşamasındayken dahil olmak istediklerini kaydediyor:
Sadece söz sahibi olmak için değil, İstanbul’u korumak için belediye mekanizması içerisinde bir biçimiyle yer almak lazım. Nedir bunun araçları? Belediye meclisini takip etmek, aylık düzenli toplantıları takip etmek, gündemde neler var öğrenmek, o gündemde olanları dışarıyla paylaşmak, dışarıdakinin gerçek gündemini içeriye taşımanın yollarına bakmak
Bir diğer İstanbul Kent Savunması üyesi Deniz Özgür de; sivil toplum-yerel yönetim ilişkisinde Kent Konseyleri’nin önemine işaret ederek, “Bu tür alanları küçümsemeden bir şekilde ilişki kurmak adına bile önemsemek, geliştirmek ve dahil olmak gerekiyor. Bu araçlar önemli araçlar, sivil toplumun belediyeyle ilişkilenmesi açısından ya da belediyenin halk açısından önemli gündemlerle ilgilenmemesini kamuya taşımak açısından. Çünkü bu ilişki kurulmadığı takdirde örneğin iyi meclis üyeleri de içeride kavga veriyorlar ama verdikleri kavgayı dışarıda kimse bilmeyebiliyor. Yani sivil toplum ile ilişkilenme mekanizması yok. Hâlbuki içerde yapılan çalışmanın biz dışarıda taşıyıcısı olabiliriz ama böyle bir örgütlülük yok. Biz biraz bu örgütlülüğün oluşması gerektiğini en azından anlatmaya çalışıyoruz. Burada bir örneğini yaratmaya çalışıyoruz” diye anlatıyor.
Katılım ve sivil toplumun tecrübelerinin yerel yönetimlerde kullanılmasına vurgu yapan diğer bir kurum da Sürdürülebilirlik Adımları Derneği… Başkan Emrah Kurum, yerel yönetimlerin projeleri yerel ölçeğin şartlarına ve taleplerine göre şekillendirmesi gerektiğinin altını çiziyor. Sivil toplumun ön yargıları kenara bırakıp talepleriyle belediyelere gitmesi gerektiğini belirten Kurum, “ İnsanlar bu haklarından haberdar olmaması sorunu için ekoloji haklar başlığı altında farkındalık seminerleri olmalı. Basit bir örnek mesela, bahçende bir ağaç kesildiğinde ne yapmalısın, nereyi aramalısın? Bu konuda bilgilendirmelere ihtiyaç var.” Diyor.
Sağlıklı Ve Güvenli Gıdaya Erişim
Yerel yönetimlerle ilişki anlamında Kadıköy Kent Konseyi üyesi olduklarını belirten ve belediyenin Gıda Çalışma Grubu gibi çalışma sahalarında faaliyet yürüten Buğday Derneği’nden Turgay Özçelik, ayrıca, Bakırköy, Şişli, Kartal gibi yerel yönetimlerle işbirliği içerisinde%100 Ekolojik Pazarlar kurduklarını kaydediyor. Yerel yönetimleri önemsediklerini vurgulayan Özçelik, geçtiğimiz yıllarda yürüttükleri Türkiye Çöpünü Dönüştürüyor projesinde de yerel yönetimlerle birlikte çalışarak Türkiye’de kompost yöntemi konusunda farkındalık kazanılması ve kompost tesisleri kurulabilmesi yönünde girişimde bulunduklarını kaydediyor.
İstanbulluların en büyük sorununun doğa ile temas şanslarının yanlış bir kentleşme politikası ya da politikasızlığı yüzünden kalmamış olduğunu vurgulayan Özçelik, “Doğa ile, toprak ile teması kaybetmek, kendi hikâyene ve dolayısıyla diğer insanların hikâyelerine yabancılaşmak, yalnızlaşmak demek. Bu teması gözeterek oluşturulacak bir dönüşüme ihtiyacı var İstanbul’un. Dileyenlerin kendi gıdalarına yetiştirebilecekleri kent bostanlarına, nefes alabilecekleri yeşil alanlara, organik atıklarını dönüştürebilecekleri kompost tesislerine, tüketim kültüründen kendilerini kurtarabilecekleri kooperatiflere, topluluklara ihtiyaçları var. Bunu tesis ve teşvik edecek, bu dönüşümü sağlayabilecek, her adımında doğanın bütününü gözeterek karar veren yerel yönetimlere ihtiyacımız var’’ diye belirtiyor.
“En önemli sorunumuz yeşil alanların betona dönüştürülmesi. İstanbul’un nefes alabileceği ormanları, gıdasını sağlayabileceği tarlaları betona dönüştürüyoruz. Enerji, su, gıdaya erişim en temel sürdürülebilir çözümler üretilmesi gereken alanlar.”
İstanbul’un iklim değişikliği konusunda net bir duruşa, sağlıklı gıdaya erişimle ilgili net çözümlere, hava, ses ve görüntü kirliliği konusunda mega değil, bütüncül projelere ihtiyacı olduğunu vurgulayan Özçelik, ‘Siz belediye başkanı olsaydınız neler yapardınız? sorusuna ise şu cevabı veriyor: “’Buğday’ın felsefesini benimseyen biri belediye başkanı olsaydı muhtemelen ilk adımı komşularının sağlıklı gıdaya erişebilmeleri için çözümler üretmek olurdu. %100 ekolojik pazarları herkesin erişimine uygun olacak şekilde yaygınlaştırmak, komşuların tüketici yerine türetici olacakları gıda topluluklarını, kooperatifleri teşvik etmek, onlara lojistik ve maddi destek sağlamak; mega projeler değil, bütüncül ve sürdürülebilir adımlar atmak, betonu değil yeşil alanları çoğaltmak, doğaya zarar veren yapılaşmaya izin vermemek, kent bostanları kurmak gibi hizmetlere girişirdi. Tüm bu adımlarda da, komşularının sürece ve çözüme aktif olarak katılımına olanak sağlar, sorunları birlikte tespit eder, birlikte çözüm üretirdi.’’
Kendine Yetebilen Kentler Vurgusu…
Belediyelere kayyumların atandığı 2017 yılında kurulan Sur ve Amed Ekoloji Meclisi Üyesi Talat Çetinkaya’ya göre; ekolojik dengenin korunması açısından belediyeye düşen en önemli görev, şehrin kendine yetebilir gıda üretmesi ve bunu halka daha uygun fiyatlarla sunabilmesi. Halk ekmek örneğinde olduğu gibi eti sütü ve sebzeyi de halka sağlıklı ve ucuz şekilde ulaştırmak gerektiğini savunan Çetinkaya, gıdanın daha sağlıklı olması için GDO’dan arındırılmış tohumu halka ulaştırmanın önemine vurgu yapıyor.
“Kendine yetebilir bir kent fikrini önemsiyoruz. Dünyada da gittikçe değeri anlaşılan bir şey. Domates almayı, biber almayı ve buna ulaşamayanların olduğu çok büyük bir meseleyi konuşuyoruz şu an. Biz bunu en başından beri konuşuyoruz, kendine asgari ölçüde yetebilen bir kent. O açıdan tohum üreticisiyiz, özellikle doğal tohumlar bundan üretim yapma ve bunu topluma ulaştırma, bu anlamda enerjisiyle, gıdasıyla, barınmasıyla asgari oranda kendine yetebilen bir kent fikrimiz var.”
“İnsanlar evlerinin damında, penceresinde bile GDO’suz gıda yetiştirebilir’’ diyen Çetinkaya, üçüncü meseleninse enerji meselesi olduğuna dikkat çekerek, ‘’Belediyelerin bu 5 yıllık dönemde kendi binalarından başlayarak, bazı mahallerde enerjiyi kendi üretip kendi tüketebilen bir sistem geliştirilebileceğini düşünüyoruz. Bu da sivil toplumun desteğiyle olacak’’ diyor. Gıda, enerji ve konut ihtiyacıyla ilgili politikaların sürdürülebilir hale getirilmesi gerektiğini belirten Çetinkaya, “Başka yerlerden ürün getirilmesindense yerinde üretilmesi, üretimin profesyonel şekilde yapılacağı kooperatifleri geliştirmek gerekir. Dedi.
Gerçek Anlamda İşbirliğinin Sağlanması
İstanbul’da sivil toplum-yerel yönetim ilişkisini yorumlayan Mekanda Adalet Derneği Başkanı Yaşar Adanalı; sivil toplumun hemşehri hukuku kavramı üzerinden kararlara katılım konusunda hak sahibi olduğunu hatırlatıyor. Yerel yönetimlerin katılımcı olmamasının yapısal, tarihsel, kültürel sebepleri olduğunu belirten Adanalı, “Belediyeyle kurulan temasların olgunluğu, kalıcılığı ve gerçekten bir şeyleri dönüştürebilme imkânı ve sadece ‘sivil toplumla biz birlikte çalışıyoruz’ makyajının ötesinde gerçek anlamda bir işbirliği kurulmasının önünde ciddi sıkıntılar var. Nedir? İşte, en temelde katılımın içinin bu kadar sulandırılmış olması, genel olarak katılım alanlarının çok kısıtlı olması ve katılımdan anlanan da aslında çok fazla yüzeysel bir katılım öngörülmesi.” Diyor. İstanbul’da ya da Türkiye’nin farklı yerlerinde kentsel dönüşüm süreçlerini yaşayan mahallelerin, hemşehri derneklerinin katılım talebiyle gittiklerini ancak taleplerinin karşılanmadığını belirten Adanalı, “Ama öte taraftan daha böyle aslında çok da önemi olmayan, renk ya da işte vapurun modeli gibi konularda katılım olabiliyor. Çoktan seçmeli katılım, varmış gibi bir izlenim yaratılıyor. Katılımdaki olgunluk dediğimiz şeyde; sivil toplumun aktörleri gündemi belirleyebiliyor, gündemin bir parçası olabiliyor. Yoksa zaten hâli hazırda hazırlanmış bir gündemin çok kısmi, çok ufak bir parçasını, davet üzerine çoğu zaman, çoktan seçmeli bir şekilde katılıyorlar. Aslında böyle çok temel bir ayrım var.” Diye anlatıyor. İstanbul’u tek bir şehir olarak ele almanın doğru olmayacağını savunan Adanalı, “39 tane ilçe, aslında 39 tane kentten oluşan bir megakent burası. Her birinin kendi belediyesi, belediye başkanı var ve ilaveten büyükşehir belediyesi var. Bir yandan da İstanbul’un doğrudan etki ettiği Türkiye’nin birçok başka kenti var. Burada temas etmemiz gereken çok fazla aktör var. Bu bir yandan bir imkan, bir avantaj; bir yandan da işleri zorlaştıran bir durum…’’ diye ekliyor.
”Kentin bütününün ve kentsel hizmetlerin tamamının herkes için eşit derecede ulaşılır ve talep edilebilir olmasının belediye tarafında ne de sivil toplum ayağında fazlasıyla öne çıkarılmadığını görüyoruz. Bu sadece belediyelerin uygulamalarında görülen bir şey değil, sivil toplumun taleplerinde de baskın olanın, daha tarif edilen norm içinde hareket ettiğini görüyoruz. Bir kere bunun ötesine geçecek olan yerel uygulamaları talep etmek gerekiyor.”
Yaptıkları çalışmaların yerel yönetimlerin radarına girebilmesi için alternatif yollar da kullandıklarını vurgulayan Adanalı, ‘’Derdimizi anlatmanın yolu bir meseleyi sadece rapor olarak tutmaktan geçmiyorsa, onu daha etkin anlatmak için bir kısa film çekmek gerekiyorsa öyle yapıyoruz. Yahut çıkardığımız yayınların herkesçe ulaşılabilir olması için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz. Ürettiğimiz önerilerin kamuoyuyla yahut kamu aktörleriyle nasıl buluşabileceğine dair açıktan kafa yoruyoruz’’ diyerek, belediyelerin içindeki gündelik kararları alan plancıların, mimarların, bürokratların gündemlerine sokabilecekleri, belediyecilik dillerini etkileyebilecek bir farkındalık yaratmaya çalıştıklarını ifade ediyor.
Bizi Takip Edin