Aktivistler Değerlendirdi: 2018, Hayvan Hakları Açısından Nasıl Geçti?
Geride bıraktığımız 2018, diğer toplumsal hareketlerde olduğu gibi hayvan hakları hareketinde de durgunluk, hatta gerileme yılıydı. Genel seçimlerden önce ve sonra, hayvan hakları konusunda verilen vaatlerin hiçbirisi yerine getirilmedi. Hayvanlara yönelik şiddet haberlerini her gün aldık; bu haberlerin kimisini unuttuk, kimisini ise unutamadık. Hayvan hakları hareketinden aktivistler, 2018 yılını, kendi mücadeleleri ekseninde Sivil Sayfalar’a değerlendirdi.
2019 yılı da hayvan hakları aktivistleri için 2018’i aratmayarak başladı maalesef. 2019’un ilk gününe uyandığımızda, yılın ilk felaket haberi İstanbul Büyükada’dan geldi. Ada’nın tepesinde derme çatma yapılmış ve elektrik tesisatı uygun olmayan ahırlarda çıkan yangında, 9 at yanarak hayatını kaybetti; 4 at ise feci şekilde yaralandı. Bu facia ile ülkedeki fayton zulmü ve hayvan hakları sorunsalı tekrar gündeme geldi. Sadece bir haftayı geride bıraktığımız 2019’da, hayvanlar, yine korkunç muamelelere maruz bırakıldı, öldürüldü.
Faytona Binme Atlar Ölüyor İnisiyatifi’nden Elif Ertürk, Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden Fatma Biltekin, Yunuslara Özgürlük Platformu’ndan Öykü Yağcı, Deneye Hayır Platformu’ndan Yağmur Özgür Güven ve Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu’ndan Zülâl Kalkandelen, 2018’i Sivil Sayfalar’a değerlendirdi; 2019’dan beklentilerini sıraladı.
Elif Ertürk (Faytona Binme Atlar Ölüyor İnisiyatifi):
Faytona Binme Atlar Ölüyor İnisiyatifi olarak 5 yıldır faytonların atlara olan zararını, beraberinde getirdiği ölümleri ve zulmü belgeleriyle dile getirdik. Her yıl Adalar’a gelen ziyaretçi ve turist sayısındaki artış katlanarak büyüyor, faytonlarla yapılan ulaşım da buna paralel artıyor. Gün geçtikçe atlar daha fazla çalıştırılıyor. Ölümcül kazalar daha fazla yaşanıyor, kazalardan darbe alan, yaralanan atlar tedavi edilmediği için ağrılı, acılı ölümlere mahkûm ediliyor.
2014’ten 2018’e: Bir yılda yaşamını yitiren at sayısı iki katına çıktı
2014’teki resmî kayıtlara göre, Adalar’da sadece bir yılda yaşamını yitiren at sayısı 400 iken, 2018’e geldiğimizde bu sayı iki katına çıktı.
Kazalar, kışın ormana terk etme, tedavi ve bakımsızlık gibi kötü koşullar varken, atlar bir de ahır yangınlarında, büyük bir çaresizlik içerisinde yanarak can veriyor. 15 Haziran 2016’da çıkan ahır yangınlarında, resmî kayıtlara göre 7 at ölmüştü. Yeni yıla girdiğimiz 1 Ocak 2019 günü çıkan ahır yangınında da 9 at yanarak yaşamını yitirdi. Yangından kurtulan ağır yaralı 4 at ise İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi’nde tedavi altına alındı, yaşam savaşı veriyorlar.
Karantinaya, yasağa rağmen atları, köle gibi Adalar’a taşımaya devam ettiler
14 Haziran 2018’de, Ruam hastalığı karantinası nedeniyle, Adalar’a at girişi yasak olmasına rağmen karara uyulmayarak, Anadolu’dan faytonlarda çalıştırılmak üzere getirilen 209 at Büyükada’ya gönderildi. 220 at, Beykoz’daki boş bir arazide aylarca sıcakta, yağmurda, feci koşullarda bekletildi.
Bir at, ortalama 25 sene yaşayabiliyorken, faytona koşulan atlar sadece 2 yıl yaşayabiliyor. Sonları hep aynı olan, ağrılı ve acılı bir ölüme mahkûm ediliyorlar.
İki yılda sadece 28 şahsa, atlara işkenceden idarî para cezası
Gün geçtikçe kötüye evrilen gidişatı, yaşananları belgeleriyle kamuoyu ile paylaşmaya bıkmadan devam ediyoruz. Ancak bugüne kadar, faytonculuğun kaldırılması konusunda yetkili kurumlara yaptığımız tüm başvurular ve görüşmeler ne yazık ki sonuçsuz kaldı. Faytonların kaldırılması yönünde alınan birçok UKOME (Ulaşım Koordinasyon Merkezi – İBB) kararı ne yazık ki uygulamaya koyulmadı. Faytonlarda sömürülen atlara yönelik işkence haberleri neredeyse her gün gelirken, 2017 ve 2018 yıllarında sadece 28 şahsa idarî para cezası kesildiğini öğrendik.
Faytonlarda sömürülen atlar sürekli işkence görürken, ölürken, 2019’da yıllardır dile getirdiğimiz taleplerimizin yerine getirileceğini ummak istiyoruz:
- İstanbul Adalar’da faytonculuğun tamamen kaldırılarak, doğaya dost, ekolojik; zulüm, sömürü ve kölelik barındırmayan ulaşım sistemlerinin, Adalılar ile müzakere edilerek ve mutabakata varılarak hayata geçirilmesi,
- Faytonlardan kurtarılan atların, yaşam hakları güvence altına alınarak, ömürlerinin sonuna kadar yaşamsal ihtiyaçlarının giderileceği, her türlü tehlike ve tehditten uzak bir şekilde özgürce yaşayacakları bir tesisin yapılarak burada yaşamalarının sağlanması,
- Nostalji ve turizmin bir unsuru olarak pazarlanan, zulüm ve sömürü sistemi ile ayakta duran faytonculuğun, Türkiye’nin her yerinde yasaklanması ve sömürülen tüm atların yaşam hakları güvence altına alınarak yaşamalarının sağlanması; özellikle yük taşıtma amacı ile sömürülen tüm hayvanların yoğun olduğu bölgelerde kurtarma ve rehabilitasyon merkezlerinin ivedilikle tesis edilmesi.
Fatma Biltekin (Hayvan Hakları İzleme Komitesi – HAKİM):
2018 hayvanlar için yine kâbus gibiydi, her sene olduğu gibi… 2018’de o kadar çok hak ihlâli haberi duyduk ki ben bazılarını hatırlamıyorum bile. Her gün bilgisayarımı açtığımda bugün ne gibi iğrençliklerle karşılaşacağım diye korkar oldum, gerçi bu uzun bir süredir böyle.
Ülkede toplumsal şiddet arttıkça hayvanlara karşı işlenen suçlar da artmaya başladı, sosyal medya sayesinde de bu haberleri daha sık duyar olduk. Yakma, boğma, kol bacak kesme, terk etme, yok etme, tecavüz… 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na göre, suç değil, “kabahat” sayılan bu fiillerin kaçının yaptırımla sonuçlandığını, ne gibi yaptırımlar uygulandığını bilmiyoruz. Tarım ve Orman Bakanlığı, sorduğumuz soruları ya cevapsız bırakıyor ya da geçiştirmelik cevaplar veriyor.
“O kadar travmatize olduk ki 2017 yılı raporunu tamamlayamadık”
Üzülerek söylüyorum ki 2018 yılında açıklamayı planladığımız 2017 HAKİM Hayvan Hakları İhlâlleri Raporu’nu tamamlayıp yayınlayamadık. 2017 yılı raporu için, gönüllülerimizden destek alsak da bütün haberleri tekrar taramak, tekrar okumak, aylık raporları teker teker incelemek bizim için çok büyük bir yük haline geldi. Bir de toplum tarafından görünmeyen, yaşam hakları yok sayılan hayvanlara her gün yaşatılanları bilmek, bunları sayılarla telaffuz etmenin yanında, o toplama dâhil ettiğimiz her hayvana yaşatılanlar için ayrı ayrı düşünmek, bize o kadar acı bir şekilde döndü ki… O hayvanların yaşadığı çaresizlik ile bizim yaşadığımız çaresizliği elbette kıyaslamıyorum ama biz de neredeyse her zaman çaresiz hissediyoruz. En küçük detaya kadar hak ihlâli hikâyesine hâkim olmak ve hiçbir şey yapamamak; yazışma trafiği sonucunda üç kuruşluk bir idarî para cezasını kestirmek için mücadele etmek de bizim çaresizliğimiz… 2016 yılı raporlarını hazırlarken ve 2017 yılı boyunca hak ihlâllerini raporlarken o kadar travmatize olduk ki 2017 yılı raporunu tamamlayamadık ve ne zaman yayınlayabiliriz, hâlâ bilmiyoruz. Bundan sonrası için de raporlama çalışmasına son verme kararı aldık çünkü gerçekten psikolojik olarak altından kalkamadığımız bir iş oldu.
Sakarya’da patileri ve kuyruğu kesilerek ölüme terk edilen yavru köpeği pek çok kişi hatırlıyordur. Uzun süre gündemi meşgul etmiş, “yasa nerede kaldı, bu fiilleri işleyenlere hapis cezası istiyoruz” sesleri yükselmişti. Sonra ne mi oldu; patileri kesilmiş ve ölüme terk edilmiş daha fazla hayvan haberi duymaya başladık. Çoğumuzun midesini bulandıran bu olay, failler için bir örnek teşkil etti ve bu işkence yöntemini daha fazla görür olduk.
“Kim güvende olduğunu savunabilir ki?”
Eyüp’te tecavüze uğradıktan sonra hayatını kaybeden 4 aylık kediyi hatırlıyor musunuz peki? Fail 3 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Söylemeye utansam da 3 ay tutuklu kalması bile bir başarıydı. Hayvana şiddet suç olsa da failler sadece idari para cezaları ile kurtulabiliyor, bu yüzden bu davada failin tutuklanmış olması bile başarı sayılabiliyor yani. Düşünün; 4 aylık bir kediye tecavüz edip ölümüne sebep olan bir kişi serbest kalabiliyor ve biz, bu kişi ile aynı ülkede yaşamak zorundayız. Kim güvende olduğunu savunabilir ki?..
“Asıl amaçları sokaklardan yüzyıllardır bizimle birlikte yaşayan sokak hayvanlarını temizlemek”
Bütün bu ihlâl haberlerinden sonra, Cumhurbaşkanı “yasa hala neyi bekliyor” dedi ve yasa konusunda hızlı bir çalışma başladı. Ancak yasa koyucular, yıllardır alanda deneyimi olan sivil toplumun taleplerine kulaklarını tıkadılar. Oysa hayvanların neler yaşadığını ve neye ihtiyacı olduğunu, alanda çalışan aktivistlerden daha iyi kim bilebilir? Gerçekten hayvanların lehine bir yasa çıkması istenseydi sivil toplumun görüşü alınarak, STK’ların talepleri doğrultusunda bir tasarı hazırlanabilirdi. Anladık ki asıl amaçları; sokaklardan yüzyıllardır bizimle birlikte yaşayan sokak hayvanlarını temizlemek. Geçmiş deneyimlerimiz sebebi ile yasa koyucuların bu amaçları bize çok da şaşırtıcı gelmedi. Yıllardır belediyeler eli ile sokak hayvanlarının yok edildiğini, bilinmeze gönderildiğini, zehirlendiğini, barınaklarda çok kötü şartlarda hapsedildiklerini, tecrit edildiklerini biliyoruz. Peki hazırlanan yeni yasada, belediyelere, bu fiilleri ile ilgili bir yaptırım gelecek mi? Tabii ki hayır. Buradaki problem, ülkenin de gerçeği olan “-mış gibi” yapma hali. Hiçbir şeyi çözmeye çalışmadan, tabir yerindeyse toplumun gazını alma durumu… Geçtiğimiz sene “hayvana şiddet uygulayana hapis cezası geliyor” haberlerini kaç kere duydunuz, okudunuz? Ben etrafımdaki insanlara bunun doğru olmadığını, medyanın manipülasyonundan ibaret olduğunu anlatmaktan yoruldum.
Kendimize yakın gördüğümüz ya da empati yaptığımız hayvanların hakları gasp edildiğinde bu suçları lanetlerken, toplum tarafından yaşam hakkının gasp edilmesi normal olarak karşılanan; eti, sütü, yumurtası, kürkü… için öldürülen, deney merkezlerinde işkence gören, eğlence amacı ile sömürülen hayvanlar yok sayılıyorlar. Bu haberler her paylaşıldığında muhakkak ki birileri çıkıp her gün sömürdüğümüz ve tabağımıza gelen hayvanları hatırlatıyor. Bu kişilere karşı öyle saldırgan davranılıyor ki bu kişilerin ne aptallığı ne de “tahıl beyinliliği” -ne demekse- kalıyor.
“Yılda en az 150 milyar hayvan eti için öldürülüyor, bu delilik…”
Bütün toplumlarda insan menfaati için kullanılan ve birlikte yaşanılan hayvan arasında bir fark var, bunu anlayabiliyorum ama bir köpeğin parçalanmış vücudunu gördüğünüzde içiniz acırken, tabağınızdaki etin bir canlının parçalanmış cesedi olduğunu umursamıyor oluşunuz, birilerine garip geliyor ve bunu size hatırlatıyor, bu da büyük bir öfkeye sebep oluyor. Yılda en az 150 milyar hayvan eti için öldürülüyor; bu delilik, gerçekten delilik. Başka canlıların yaşamları konusunda böyle bir söz hakkımız olmamalı. Gerçekten şiddetten uzak yaşamlar istiyorsak önce kendimize, günlük rutinlerimize, yaptıklarımızın sonucunda kimlerin acı çektiğine bir bakmamız gerekiyor. 2019’da yine böyle haberler duymaya devam edeceğiz ve birileri de çıkıp bizi kendi hayatımızla yüzleştirecek. Birileri çıkıp yine diyecek ki “evet, bu köpeğin başına gelenler çok üzücü; peki her gün mezbahalarda, süt çiftliklerinde, yunus parklarında, faytonlarda, deney merkezlerinde, sirklerde acı çeken hayvanlar ne olacak, onlar acı çekmeye devam mı etmeliler?”. Derdim acıları yarıştırmak değil, bütün hayvanların aynı acıyı yaşadığını, arada bir fark olmadığını söylemek.
2019 yılı için dileğim tabii ki bütün canlıların özgürce yaşadığı bir dünya ama bunun, yakın gelecek için hayal olduğunu biliyorum. Ama bu hayali gerçekleştirmek için yapabileceğimiz çok fazla şey olduğunu unutmayalım. Dünyanın değişmesini ve daha iyi bir yer olmasını istiyorsak değişime önce kendimizden başlayalım.
Öykü Yağcı (Yunuslara Özgürlük Platformu):
Dünya bilimsel verilerin, ahlaki ve hukuki tartışmaların ışığında değişime ve dönüşüme ayak uydururken, Türkiye yine bu olumlu gelişmelerden bir hayli uzakta kaldı. Hükümet, kamuoyu vicdanını hiçe sayarak yıllardır kendilerine ulaşan tepkileri, çağrıları ve raporları görmezden gelerek Türkiye’yi hayvanlar için dev bir hapishaneye dönüştürdü. Özellikle de yunus parkları, tematik akvaryumlar ve hayvanat bahçeleri konusunda…
2014 yılında ilk kez uzun mücadeleler ve yaygın kamuoyu baskısı sonucunda yunus parklarının kapatılacağı ve yasaklanacağı gündeme gelmişti. Fakat Yunuslara Özgürlük Platformu olarak bizim de katıldığımız TBMM Çevre Komisyonu toplantısında AKP Milletvekili Mehmet Metiner’in önergesi sorgusuz sualsiz kabul edildi ve yunus parklarının “ülke ekonomisine katkı sağladığı, önemli sosyal ve kültürel rol üstlendikleri” iddiasıyla, ticari çıkarlar gözetilerek yunus gösteri merkezlerinin devamına karar verildi. Toplantıda hayvanlı sirklerin ve hayvanat bahçelerinin konusu bile açılamadı.
-
- Bu kararın üzerinden çok geçmeden Antalya’da iki yeni yunus parkı açıldı. Yunus parklarını, tematik akvaryumlar takip etti.
- Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç, deniz kenti Trabzon’da tünel akvaryum açılacağını duyurdu. Genç, “yeni cazibe mekanı” olarak nitelediği yeraltındaki bu tünel hakkında, “Birçok balık türünün yanı sıra balina, yunus, kaplumbağa, köpek balığı, ahtapot gibi çok sayıda deniz canlısı görücüye çıkacak” dedi.
- 12 binden fazla sualtı canlısını yapay bir ortamda hapseden İstanbul’un Tuzla ilçesindeki Viaport, bu kez de AslanPark hayvan hapishanesini hayata geçirdi. 12 farklı büyük kedi cinsinin ve 30’a yakın hayvanın tutsak edildiği AslanPark, kamuoyundan gelen tüm tepkilere rağmen Tarım ve Orman Bakanlığı’nın izni ve onayıyla açıldı.
- 2018’de 300 farklı türden 7 bin hayvanı tutsak eden ve Uruguay’dan getirilen fokları “şarkı söyleyip oryantal oynayan fok gösterisi” şeklinde pazarlamaya devam eden Gaziantep Hayvanat Bahçesi, Sudan Devlet Başkanı tarafından Recep Tayyip Erdoğan’a hediye edilen dört yavru aslanı da kabul etti ve ziyaretçilere sergileme amacıyla dört duvar arasına hapsetti.
“Neden bu kez örnek adım atan Türkiye olmasın?”
Hükümet yetkililerine ne zaman hayvan hakları konusunda olumlu adım atmış olan ülkelerden bahsetsek, 2014 Çevre Komisyonu tutanaklarında da görülebileceği üzere, bize hala hayvan sömürüsünün devam ettiği ülkeleri örnek olarak gösterip Türkiye’de yaşanan hak ve hukuk ihlallerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Biz de her seferinde şunu soruyoruz: “Peki neden bu kez de örnek adım atan Türkiye olmasın?”
Hayvan hakları savunucuları olarak bu sorunun yanıtını bir türlü alamasak da her yıl, hayvanların özgürlüklerinin kısıtlanmayacağı ve bedensel bütünlüklerinin korunacağı bir dünya için çabalıyoruz. Etik tartışmaların dışında yasal düzenlemelerin de bu yönde yapılması için her daim yasa yapıcılara, karar vericilere ve milletvekillerine sesleniyoruz. Çünkü 2019’da ve önümüzdeki yıllarda, esaret altında tutulan insan dışı hayvanların tek bir dileği var: Özgürlük.
Bu yıl da, işkenceye, şiddete ve ihmalkarlığa karşı seslerini çıkaramadıkları ve kendilerini savunamadıkları için tüm tutsak hayvanların özgürlükleri ve temel yaşamsal hakları için mücadeleye devam edeceğiz. 2019’da yunus parklarından hayvanlı sirklere, faytonlardan hayvanat bahçelerine kadar esaretin ve hayvan sömürüsünün devam ettiği tüm faaliyetlerin yasaklanması yönünde merkezi ve yerel yönetimlerden somut yasal düzenlemeler bekliyoruz; bu endüstrilere para kazandırmamaları ve destek vermemeleri için de bireylere, okullara, sivil toplum kuruluşlarına ve şirketlere çağrılarımızı yineliyoruz.
Yağmur Özgür Güven (Deneye Hayır Platformu):
2018 yılı, hayvanlar üzerinde yapılan deneysel ve bilimsel çalışmaların denetlenmesi ve izlenmesi konusunda Türkiye’de hemen hemen hiçbir gelişme olmayan bir yıl oldu. Hatta geçmiş yıllara göre daha da geriye gittiğimiz söylenebilir.
Hayvan Deneyleri Merkezi Etik Kurulu (HADMEK) tarafından 2015-2016 yılları içinde deneylerde kullanılan hayvan sayılarının yer aldığı 17 sayfalık sayfalık rapor, yerini, 2017 yılı için hazırlanıp yayınlanan ve kullanım amaçlarına dair rakamların asla anlaşılamadığı toplam 2 sayfalık bir yıllık rapora bıraktı. Üstelik 2017 yılı raporu 2018’in sonlarına doğru yayınlandı. Bu son raporda, yönergesi onaylanan yerel etik kurullara dair güncel bir liste, özel ve resmi kuruluşlara yapılan denetimlerle ilgili herhangi bir bilgi de bulunmuyor. Adeta yapmış olmak için yapılmış bir rapor.
Cimer (Bimer) üzerinden yapmış olduğumuz bilgi edinme hakkı kapsamındaki başvurulara gelen yanıtlar ise tatmin edici açıklamalar içermek bir yana, içeriğinde herhangi bir cevap dahi barındırmıyordu. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde anatomi dersinde dışarıdan getirilerek boynu kesilen ve kadavra yapılan köpekle ilgili HADMEK’e yaptığımız başvuruya cevap dahi verilmeyerek, resmi olarak Merkezi Etik Kurul’a yaptığımız ve denetim talebi de içeren başvurumuz ilgili üniversitenin rektörlüğüne iletildi.
Deneye Hayır Platformu, Tarım ve Orman Bakanlığı ile davalık oldu
HADMEK ile ilgili bu yıl içinde yaşanan bir başka olumsuz durum ise; yönetmelikte “hayvan korumaya yönelik faaliyet gösteren bir stk temsilcisi” diye açıkça belirtilmesine rağmen, kuruluş ve çalışma amacı hayvan koruma ya da hayvan hakları olmayan bir stk temsilcisi üyeliğe seçildi. Bunun üzerine, Hayvanlara Adalet Derneği yürütmeyi durdurma istemiyle bir iptal davası açtı: yürütmeyi durdurma isteği reddedildiği gibi, bu karara ilişkin yapılan itiraz da reddedildi. Deneye Hayır Platformu bileşenlerinden Hayvan Hakları ve Etiği Derneği de aynı şekilde dava açarak yürütmenin durdurulmasını talep etti, bu ikinci dava şu an Bakanlığın savunmasının alınması aşamasında.
Şu an Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı olan ve ülkemizde hayvanlar üzerinde yapılan deneysel ve bilimsel çalışmalarla ilgili en yetkili kurul olan HADMEK’te karşımızda bir muhatap bulamamak, dilekçelerimize yanıt alamamak, kuruldaki 21 üyenin birinin dahi hayvan korumacı olmasının istenmediğini bilmek ve hazırlanması gereken yıllık raporlar için bile defalarca dilekçe yazmak zorunda kalmaktan ötürü, çok doğal olarak bu kurumun hayvan hakları-etik konularına yaklaşımı ve çalışma biçiminden memnun değiliz.
Deney kuruluşlarının sayıları arttı
Hayvanlar üzerinde deney yapan, deneylerde kullanılmak üzere hayvan üreten ve tedarik eden resmi ve özel kuruluşlara gelecek olursak; 2017 yılı sonunda 121 olan sayı, 2018 sonunda 135 olmuştu. Yönergesi onaylanan yerel etik kurul sayısı 2017 yılı sonunda 95 iken, 2018’in sonunda 100 oldu.
2019’da “eğitimde vicdanî ret hakkı” ihtiyacı ve yasal düzenlemede tedirginlik, umutsuzluk…
Diğer sıkıntılı konular ise; özellikle tıp eğitimi verilen üniversitelerde tıbbi becerilerin gelişmesi için hayvan kullanmak yerine alternatif yöntemlerin uygulanması için çalışmalar yapılmaması, deney sonunda, yaşamalarına izin verilen hayvanlar için, aile yanına verme programlarının uygulanmaması, ülkemizdeki hiçbir üniversitenin öğrencilere dini-etik-vicdani sebeplerle canlı hayvan ya da dokuları üzerinde çalışmayı reddetme ve hakkını sağlamamış olması.
Son günlerde epey gündemdeki konu: 5199 sayılı kanunun revizesi ve cezaların arttırılması. Açıkçası biz hayvan hakları savunucuları karşımıza ne çıkacağını dahi bilmediğimiz için (çünkü stk’larla birlikte hazırlanması gereken tasarı stk’larla paylaşılmadı bile!) tedirginiz. Deney konusuyla ilgili olumlu bir değişiklik olacağını düşünmüyoruz.
Zülâl Kalkandelen (Bağımsız Hayvan Hakları Topluluğu):
2018, Türkiye’de hayvan hakları konusunda yine utanç verici bir yıldı. Medyaya yansıyan bazı olaylar infial yarattı. Ferdinand adlı dana gibi kurtulanlar olsa da, Luto adlı dana ve Papagan Bahtiyar gibi yaşamını kaybedenler çoktu. Hayvana şiddet vakalarında belirgin bir artış gözlendi. Her olaydan sonra yetkililer aynı şekilde şiddeti sadece izlemeye devam etti. Birbirinden dehşet verici eziyetlere, tecavüzlere tanık olduk. Hayvana tecavüz edenler sembolik cezalarla kurtulurken, Türkiye’nin birçok yerinde “hayvanat bahçesi”, “akvaryum” adı altında AVM’lerde açılan ticari hapishanelerde hayvanlar esaret altına alındı.
“Canlı hayvan ticaretinde iş çığırından çıktı”
Et fiyatını düşürme hedefiyle hükümet tarafından uygulanan “ucuz et” politikası, canlı hayvan ticaretini kat kat artırdı. Sonunda iş çığırından çıktı. Haftalarca süren yolculuklar sırasında hayvanlara yapılan korkunç zulüm belgelenmesine ve şarbon vakaları ortaya çıkmasına karşın, hükümet bu olayların üzerini kapatmaya çalıştı. Belediyeler sokak hayvanlarını zehirlemeyi sürdürdü. Hayvanların cesetleri toplu şekilde çöp konteynırlarında, yol kenarlarında, ormanların içinde bulundu. Sosyal medyada kan donduran paylaşımlar yapan avcılar, hayvan haklarını savunanların şikayetlerine karşın engellenmedi. Hayvanları Koruma Yasası’nda yapılacak düzenlemelere dair sızan bilgiler, bunların hayvanların aleyhine olduğunu ortaya çıkardı. Çeşitli illerde protesto mitingleri yapıldı ama henüz istenen sonuç elde edilemedi.
Yasadan beklentiler…
2019’da, bir önceki yıl seçim malzemesi yapılan Hayvanları Koruma Yasası’ndaki değişikliklik ve düzeltmelerin artık gerçekleştirilmesini talep ediyorum. Bu yapılırken hayvan hakları konusunda çalışan STK’ların görüşlerinin dikkate alınması, mevcut yasadaki 6. maddede bulunan “kısırlaştır, aşılat, aldığın yere bırak” şeklindeki ifadenin korunması şart. Hayvanları köleleştirip bir ticaret malzemesi haline getiren hayvanat bahçesi, akvaryum, yunus parkları gibi işletmeler kapatılmalı. Petshop’larda hayvan satışının hiçbir şekilde sürdürülmemesi gerekiyor. Hayvana şiddetin en yoğun yaşandığı belediye barınaklarındaki sorumluların cezalandırılması için yasada buna yönelik düzenleme yapılması; sahipli-sahipsiz hayvan ayırımının sona erdirilmesi ve hayvana şiddet uygulayan herkesin her durumda TCK’ya göre ceza almasının sağlanması elzemdir. Hayvana şiddetin bir “kabahat” gibi değerlendirilmesine ivedilikle son verilmeli. Canlı hayvan ticaretinin tamamen bitmesi gerekiyor. Çünkü 21. yüzyılda savunulamayacak bir hayvan köleliği vahşetidir bu. Hayvanlar adına etkili bir çalışma yürütülebilmesi için bütün bu konularda STK’ların işbirliği içinde olması gerekiyor. Umarım 2019, bu açıdan daha olumlu bir yıl olur.
“Veganlığın daha fazla yayılması önemli”
Bütün bunlara ek olarak, herkesin hayvanlarla ilişkilerini çağa uygun olarak yeniden değerlendirmesini istiyorum. Bir kedinin, köpeğin yaşam hakkı olduğu kadar bir kuzunun ve ineğin da yaşama hakkı vardır. Hayvan sömürüsünün sona ermesi için, hayvanların insanlar tarafından mal olarak görülmemesi gerekiyor. Bunun için veganlığın daha fazla yayılması önemli. Bu konuda toplumdaki cehaletin azalmasını istiyorum ve bu doğrultuda elimden geleni yapmaya devam edeceğim.
Bizi Takip Edin