Papağanın Ardından… Üzgün Olmak Yetiyor Mu?
Türkiye, nur topu (!) gibi bir şiddet hikâyesine daha kavuştu. Televizyonda yayınlanan bir şov programına katılarak ün yapmaya çalışan bir adam, evinde tutsak ettiği Gri Afrika ırkı bir papağana işkence ederken çektiği görüntüleri sosyal medya aracılığıyla teşhir etti. Adam önce gözaltına alındı, sonra serbest bırakıldı, daha sonra tekrar gözaltına alınıp psikopatolojik bir vaka olup olmadığının tespiti için 21 gün süre ile gözlemlenmek üzere hastaneye sevk edildi. Peki, papağana ne oldu? Papağan, el birliğiyle öldürüldü…
Ruh sağlığımı koruyabilmek için zaman zaman sosyal medyayı, haberleri takip etmiyorum. Birkaç gün takip etmeyip sonra dayanamayıp birkaç günlük haberlerin çoğunlukla başlıklarını okuyup, kendime “aşırı yükleme” yapıp sonra yine ara veriyorum. Sadece haber başlıklarını okumak bile yetiyor. Papağanın işkenceye maruz bırakılması ve el birliğiyle öldürülmesi olayı da bahsettiğim “mola”larımdan birine denk geldi. Videoyu izleyemedim ama arkadaşım izlerken papağanın sesini duydum; duyduğum sesler yetti de arttı.
Adını daha önce hiç duymadığım işkenceci adamı, meğer neredeyse tüm Türkiye tanıyormuş. İnsan öğüten, topluma sözde eğlence sağlayan televizyon programlarının birine katılmış bu adam… İstediği gibi ün yapamadığından mı, yoksa adını tekrar duyurmak ya da kendisini bir başkasının, papağanın üzerinden kanıtlamak istediğinden midir, bilinmez, bu adam, “Bahtiyar” ismini verdiği papağana işkence yaptığı görüntüleri, sosyal medya aracılığıyla paylaştı ve olanlar oldu. Adamın evinde sürekli işkenceye maruz bırakıldığı belli olan papağan, bir anda Türkiye gündemine oturdu. Adam gözaltına alındıktan sonra, komşuları konuştu bu kez. Adamın başka insanlara da şiddet uyguladığı, evde tutulan başka bir yavru kedinin de şiddete maruz bırakıldığı yönünde haberler dolaştı.
İster istemez aklıma yine şu soru geldi: Birilerine zarar vereceği, birilerini öldüreceği belli olan bir adamın durdurulması ya da engellenmesi için illa birilerinin feci şekilde işkence görmesi ya da ölmesi mi gerekiyor? Toplumdaki bu umursamazlığın nedeni üzerine ciddi şekilde oturup düşünmemiz, tartışmamız gerekiyor. Bu tartışmalarımız üzerinden belirleyeceğimiz çözüm önerilerinin de devlet ve hükûmet tarafından uygulanması gerekiyor ki işkenceciler, tecavüzcüler engellenebilsin…
Türkiye toplumu, papağana işkence videosu üzerinden yine o meşhur uçucu tepkisini gösterirken, hayvanlara yönelik işkence haberleri yağmaya devam etti tabii ki. İşkencecinin elinden kurtulan, sözde “koruma” altına alınan papağan ise agresif bir tıbbî, cerrahî müdahalenin sonunda öldü; aslında el birliğiyle öldürüldü. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, önce, işkenceci adam hakkında suç duyurusunda bulunulması için talimat verdiğini açıkladı; papağan öldükten sonra da “Çok üzgünüm. Elimizden gelen her şeyi yaptık ama maalesef kaybettik. Hayvanlarımıza yönelik şiddetin takipçisi olmaya devam edeceğiz” dedi.
Bakan Pakdemirli’nin, papağan Bahtiyar’ın hayatını kaybetmesinin ardından ne kadar üzgün olup olmadığını tabii ki bilemiyorum ama ben ne kadar üzgün olduğumdan ziyade, ne kadar öfkeli olduğumu anlatabilirim. Her gün aldığım ve yaptırımla sonuçlanması için çabaladığım hayvanlara yönelik işkence, tecavüz, katliam haberlerinin öznesi olan hayvanlara yaşatılanları düşündüğümde üzüntüden ziyade, artık daha çok öfke duyuyorum. O hayvanların çaresizliği ve kötü insanların hayvanlara uyguladığı sistematik zulüm, benim gibi binlerce insanı da büyük bir çaresizlik, üzüntü ve öfkeye sevk ediyor. Biz hayvanlar için zaten yeterince üzülüyoruz, onlara uygulanan şiddeti de yeterince takip ediyoruz. Yani bakanlığın üzülmesi ve hayvanlara yönelik şiddeti takip etmesinin bir anlamı yok. Yetkililerden aksiyona geçmelerini bekliyoruz, üzülmelerini değil…
Üzülmeyin, aksiyona geçin!
Bakan Pakdemirli, “papağana işkence” ile ilgili olarak suç duyurusunda bulunulması talimatını vermiş ama hangi kanun maddesini hukukî dayanak alarak suç duyurusunda bulunduklarını gerçekten merak ediyorum. Burası tam bir muamma, muamma olmasının ötesinde bakanın böyle bir beyanda bulunması biraz komik kaçmıyor mu? İki ay önce, Bakan Pakdemirli ile makamında yaptığımız toplantıda, hayvan hakları, hak ihlâlleri ve ulusal mevzuata dair hiçbir bilgisi olmadığını anlamış ve kendisine nasıl bir hukukî çıkmazda olduğumuzu anlatmıştık ki suç duyurularımızın ne şekilde sonuçlandığını, ceza hukuku açısından bir önemi olmadığını anlayabilsin diye… Bakanlığın suç duyurusunun ardından, belki uygulamalı olarak görür Bakan Bey ve hayvanlara yönelik şiddetin adlî bir vaka olamadığının farkına daha kolay varabilir.
“Koruma altında ölüm”…
Türkiye, “koruma altında ölüm” kavramına hiç de yabancı değil… Kendisine koruma polisi tahsis edilen, sığınaklara yerleştirilen ya da birlikte oldukları insanlara karşı uzaklaştırma kararı verilen kadınların sık sık öldürüldüğüne her ay tanık oluyoruz. Benzer ölüm/öldürme olaylarına, hayvanlarda da rastlıyoruz. Cinsel şiddetten hayatta kalan bir köpek, horoz dövüşünde el konulan horozlar, kazazede bir geyik ve daha niceleri, belediyelerin ölüm kampı barınaklarında koruma altında öldü, öldürüldü. Papağan Bahtiyar da koruma altında öldü, öldürüldü.
İşkenceci faili tespit ederek gözaltına alan polis, papağana da el koymuştu. Daha sonra İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, papağanı “koruma” altına almış ve bakanlık ile protokolü bulunan İstanbul Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ne tedavi amacı ile teslim etmişti. Papağanın eziyeti maalesef fakültede de bitemedi. Basının en başından sonuna kadar göstermiş olduğu bunaltıcı ilgi, fakültede yapılan muayene esnasında yaratılan yoğun stres koşulları ve aceleci bir şekilde kararı verilen cerrahî müdahale, işkenceden hayatta kalmayı başarmış papağanın ölümüne sebep oldu. Hayvana yaşatılan tüm bu travmaları düşündüğümüzde, bu uygulamayı “koruma altına alma” olarak tanımlayabilir miyiz? Bence tanımlayamayız.
Hayvan işkencecilerinin kaydedildiği bir veri tabanı yok!
Yukarıda alıntılamış olduğum kanun maddesine baktığımızda ise sorumluluğunda bulunan hayvana zarar veren kişilerin hayvan bulundurmasının yasaklanacağı hükmü ile karşılaşıyoruz. Ancak bunun gündelik hayatta hiçbir karşılığı, gerçekliği ya da geçerliliği bulunmuyor çünkü hayvan işkencecilerinin kaydedildiği bir veri tabanı yok. Papağana işkence eden fail gibi binlercesi, elini kolunu sallaya sallaya petshop, üretim çiftliği ya da barınaklardan kolaylıkla hayvan edinebiliyor ve bu şahıslar, edindikleri hayvanlara diledikleri gibi işkence etmeye devam ediyor. Uyguladıkları işkenceyi teşhir etmedikleri sürece, hiçbirimizin haberi dahi olmuyor. Tıpkı papağan olayında olduğu gibi… Haberimiz olduğunda ise işkenceden hayatta kalan hayvanların başına neler geldiğini hep birlikte gördük, okuduk. Olmaz olsun böyle koruma!..
İşkence gördükleri için el konulan hayvanların yeniden travmaya maruz bırakılmaları, barındırılmaları için belirlenen yerlerin rehabilitasyon için uygun olmaması, buralarda görevli olan veteriner hekimlerin ve öğrencilerin elinde âdeta oyuncak hâline getirilmeleri, “koruma altında” ölüm olarak dönüyor hayvanlara.
Bakanlıktan beklentim…
Yapılabilecek çok fazla şey var, bunları uzun uzadıya bu yazıda yer vermek isterdim ancak bakanlığın hayvanlara olan bakış açısının önce değişmesi gerekiyor. Çeşitli iddia ve sözde gerekçeler ile yıllardır hayvan imha eden bir bakanlıktan, koruma faaliyeti bekleyemiyorum maalesef. Mücadele uzun ancak bizlerin verdiği bu mücadelede papağan Bahtiyar ve onunla benzer hikâyelere sahip olan hayvanların artık ölmemesi, öldürülmemesi gerekiyor. Yani bakanlığın üzüntü duyması değil; zihniyetini, hayvanlara bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Bu da yaşatmaktan, hayvanların haklarını, bireyliklerini tanımaktan, kabul etmekten geçiyor.
Siz de bu gidişattan endişelenin…
Bakanlığın değişmesi için de toplumun bir karar vermesi ve baskı uygulaması gerekiyor: “Koruma altında ölüm”, Türkiye’nin bir kaderi olmalı mı? Hisseden, hakları ve duyguları olan hayvanlara işkence edilmesi normal bir davranış mı? Hayvanlara yönelik işkence, hayvanlarda olduğu gibi insanların da eğlence adı altında öğütülmesi tüm topluma ne şekilde sirayet eder? Televizyon ekranlarından pompalanan nobranlık, hayvanların “eşya” gibi tanıtıldığı reklamlar; siyasîlerin her fırsatta kustuğu nefret; yaşanan acıların magazinel şekilde ele alınarak tecavüzün dahi gülmece kültürü hâline getirilmesi toplumu neye dönüştürür? Tüm bu olup bitenler karşısında endişelenmek gerekmez mi? Ben bu gidişattan oldukça endişeliyim. Bu toplumsal çöküntünün sonuçlarını ise hep birlikte deneyimleyerek göreceğiz. Kendinizi, arkadaşlarınızı, ailenizi, sevdiklerinizi, kendinizden başkalarını, içinde yaşadığınız toplumu önemsiyorsanız siz de bu gidişattan endişelenin.
Bizi Takip Edin