Diyarbakır ‘Şiddeti’ Konuşuyor
Ahmet Kural'in Sıla' ya uyguladığı şiddet ile şiddet meselesi bir kez daha Türkiye televizyonlarında konuşulur oldu. Müslüm Gürses'in biyografisinin çekildiği film gösterime henüz girmişken Müslüm Gürses'in Muhterem Nur'a uyguladığı şiddet; Gürses'in çektiği çilelerin gölgesine sığındı. Medyada ünlülerle gündeme gelen kadına yönelik şiddet meselesi maalesef gündemden düşemeyecek kadar hayati ve her zaman karşılaşılan bir sorun.
25 kasım Dünya kadına karşı şiddetle mücadele günü. Türkiye’nin her yerinde kadının güçlenmesi ve farkındalık yaratmak için çok sayıda etkinlik düzenlendi, düzenleniyor. 25 Kasım’ı Kadına yönelik şiddetle mücadele günü vesilesiyle şiddet meselesini enine boyuna Diyarbakır’daki Sivil Toplum Kuruluşu temsilcileri ve aktivistlerle konuştuk.
İlk haberimizde Mezopotamya Psikologlar İnisiyatifi’nden(DER-MEZ) Leyla Turhan’a Şiddeti en temelinden sorduk:
Şiddet Nedir?
Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel, ruhsal veya ekonomik açıdan zarar görmesine neden olan bireysel aynı zamanda toplumsal düzeyde de olabilen her türlü eylem olarak tanımlanabilir. Gücün baskı ve sindirme aracı olarak kullanılması temel meseledir.
Şiddetin türleri nelerdir?
Şiddet fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik türleriyle karşımıza çıkmaktadır. Fiziksel şiddet, uygulanan kişinin bedeninin zarar görmesine yönelik müdahalelerdir. Cinsel şiddet rızası olmadan bir kişiyi cinsel birlikteliğe zorlamak, cinsel yakınlık göstermek, kişiyi rızası olmadan cinsel tatmin aracı haline getirmektir. Kamusal olarak dile getirilmesi en zor olan şiddet türüdür. Psikolojik şiddet küçük görme, aşağılama, kişiliği ve fikirleri önemsememe, bağırma, sürekli eleştirme, lakap takma, davranışlarını sürekli kontrol etme, emir vermek, surat asmak gibi uzun vadede maruz kalan kişiyi zayıflatan, özsaygıyı düşüren, değersiz, yetersiz hissettiren hatta değersiz olduğuna dair mesajların içselleştirilmesiyle intihara sürükleyebilen şiddet türüdür. Psikolojik şiddetin kadın üzerindeki olumsuz etkisi, fiziksel şiddet kadar güçlü olmasına karşın fiziksel şiddetin beden üzerinde daha kalıcı ve somut izler bırakması, toplum nezdinde fiziksel şiddeti psikolojik şiddete daha fazla ön plana çıkarmaktadır. Ekonomik şiddet eşler arasında daha çok erkeğin kadının harcamalarını denetlemesi, banka kartlarına veya maaş hesaplarına el koyması, evin idaresinden sorumlu tutulan kadına kısıtlı para verilmesi, kadının çalışmasına engel olma veya zorla çalıştırması şeklinde karşımıza çıkabilir. Kadına yönelik ekonomik şiddet sadece eşler arasında değil akrabalık ilişkilerinde de görülür. Sadece kadın olduğu için mirastan yoksun bırakılması, mirastan pay almaması için resmi kurumlara zorla yönlendirilmesi, mal mülklerin sadece erkekler üzerinde olması ekonomik şiddettir. Aynı zamanda iş yerlerinde kadına erkekten daha az ücretin ödenmesi, hamile kalınca işten çıkarılması kamusal alandaki ekonomik şiddete örnek oluşturur.
Kadınların en çok maruz kaldıkları şiddet türü hangisidir ? Kadınlar bu şiddete nasıl maruz kalıyorlar?
Kadın hayatının gerçek durumu özel dünyada mahrem hayatta gizlenir. Evlilik, aile, mahremiyet gibi kavramların kutsallaştırılması ev içindeki gerçekliği görünmez kılar. O yüzden “Özel olan politiktir”. Cinsel ya da ev içindeki deneyim hakkında konuşmak beraberinde kamusal olarak aşağılanmayı, alay edilmeyi ve toplumsal baskıyı getirir. Aslında korkuyla ve utançla kadınların susturulduklarını söylemek mümkün.
Kadınlar yalnızca bir şiddet türüne maruz kalmazlar ancak toplum içindeki statülerine, eğitim düzeylerine ve sosyal destek mekanizmalarına göre farklı şiddet türlerinin kurbanı olabilirler. Örneğin öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azalmaktadır. Yüksek öğrenim düzeyi veya çalışıyor olmak kadınları eşlerine ve ailelerine karşı pek çok sınırlamadan kurtarır ancak yine de öğrenim seviyesinin yüksek olması veya toplumda statü sahibi olmak bir kadının şiddet görmemesi için yeterli olmamaktadır.
Kadınların maruz kaldıkları bu şiddet türleriyle baş etme mekanizmaları nelerdir? Nasıl mücadele ediyorlar?
Kronik olarak travmatize insanlar sürekli olarak aşırı tedbirli, kaygılı ve huzursuzdur. Maruz kalınan uzun süreli stres nedeni kestirilemeyen baş ağrısı karın ağrısı gibi somatik belirtilere de yol açar.
Kadının şiddetle baş etme biçimi aslında kadının şiddeti yorumla biçimiyle ve özgün şartlarıyla doğrudan ilişkili. Örneğin şiddeti hak ettiğini düşünen kadınlar öğrenilmiş çaresizlik geliştirirler bu da destek aramaya engel oluşturur. Bununla birlikte suçluluk ve değersizlik duygularıyla baş etmek durumunda kalırlar. Kadınların şiddet sonrası başvurdukları resmi kurumların yargılayıcı olması, ne olursa olsun aile birliği için şiddeti görmezden gelen bir anlayışta olmaları kadınların destek alma yollarını tıkar.
Kadınların yaşadığı bütün bu travmatik deneyimlerle beraber şiddetsiz bir iletişimin mümkünlüğünü konuşmak istiyorum. Kimler bu konuda sorumlu? Kime ne düşüyor?
Kadınların uzun süre kurbanı olduğu şiddeti travma olarak değerlendirmek mümkündür. Alandaki travma çalışmalarıyla bildiğimiz Judith Herman muharebe gazileriyle ev içi şiddet kurbanı kadınların hemen hemen aynı semptomları gösterdiklerini belirtir. Burada farklı olan kadının en yakınındakinden güvendiği kişiden zarar görmesi, bir muharebe gibi süre açısından net başlangıç ve bitişinin olmaması, kurulan duygusal bağın da şiddet tablosunu bulandırmasıdır. Şiddet psikolojik kimi tepkilere yol açar ancak kadınları şiddetten kurtaracak olan şey terapi değildir. Bir bütün olarak eğitim, sağlık, hukuk, medya kurumlarında ve hükümet politikalarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele edilmelidir. Erkeğin kadından daha üstün olduğu algısı erkeğin her türlü isteği için şiddeti meşrulaştıran bir zemin sunar. Şiddetle mücadele bireysel boyutta değil ya da tıbbi müdahale gerektiren bir olgu olarak değil makro düzeyde toplumsal anlayış, eril müdahale, eşit olmayan ve sürekli üretilen toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında ele alınmalıdır.
Şiddet aynı zamanda bir egemenlik kurma biçimidir. Bu yanıyla çatışma ortamı, göç, kullanılan şiddet dili, kutuplaştırıcı söylemler şiddet davranışlarını besler. Çünkü toplumsal öfkeye, güven ve adalet duygusunun zedelenmesine, her an bir tehlikeyle karşı karşıya kalma hissiyatına yol açar. Şiddet sosyal olarak zayıf bırakılan veya daha zayıf olduğu düşünülen kişilere uygulanır. Ataerkil bir toplumda da bunun muadili kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Bu yanıyla bireydeki şiddet davranışları genel şiddet atmosferinden bağımsız düşünülemez.
Bizi Takip Edin