Sendikalaşmak Af Örgütü’nde Neleri Değiştirdi?
Af Örgütü 2014 yılında sendikalaşan ve sivil alanda sendikalaşma konusunda örneklilik oluşturan bir kurum. DİSK Sosyal-İş’e üye olan kurum çalışanlarının sendikalaşma sonrası hissettikleri değişimi işyeri temsilciliğini üstlenen Burcu Gülten’den dinledik.
Öncelikle kendinizden ve kurumunuzda çalıştığınız işten bahseder misiniz?
Uluslararası Af Örgütünde 6 yılımı doldurdum. Kurumun kaynak geliştirme bölümünde destekçi ilişkileri ve telefundraising sorumlusu olarak çalışmaktayım. Kurum hakkında bilgi vereyim biraz, Uluslararası Af Örgütü, insan haklarına saygı gösterilmesi, insan hakları ihlallerinin engellenmesi ve bu hakların korunması için çalışan insanların oluşturduğu, uluslararası alanda tanınan küresel bir harekettir. Vizyonu, her insanın İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi tarafından kabul edilen insan haklarına ve diğer tüm uluslararası insan hakları standartlarına erişebilmesini sağlamaktır. Uluslararası Af Örgütü dünyanın dört bir yanında 216 ülke ve bölgede faaliyet gösteren, 7 milyondan fazla insanın, herkesin insan haklarını kullanabilmesi için mücadele ettiği küresel bir harekettir. Farklı kültürlere, farklı dini ve ideolojik inançlara sahip bu insanlar, temel insan haklarına herkesin sahip olduğu, insan haklarının herkes tarafından benimsendiği, uygulandığı ve korunduğu bir dünya için çalışma kararlılığında birleşiyorlar. Uluslararası Af Örgütü, aktivist, üye ve destekçileriyle birlikte, uluslararası dayanışma temelinde kampanyalar yürüterek, insan haklarını geliştirmek için yılmadan mücadele veriyor. Ben ve ekibim de yürütülen kampanyalar üzerinden, bülten aboneliği kapsamında kuruma destekçi kazandırarak kaynak geliştirmeyi amaçlıyor ve yürütüyoruz.
“Birçok noktada toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından sendikaların ufkumuzu açtığını düşünüyoruz”
Af Örgütü’nün sendikalaşma sürecini anlatır mısınız?
İlk sendikalaşma sürecimiz 2014’te başladı ve imzalandı. Çalışanlar olarak en başta yöneticilerimizin isteği ve desteğiyle Sosyal iş çatısı altında örgütlenerek toplu sözleşme başlatma talebinde bulunduk ve yönetim kurulumuzun desteği ve memnuniyetiyle birlikte vakit kaybetmeden sürece dahil olduk. Sosyal-İş Sendikası, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi ile yeni dönem toplu iş sözleşmesi sürecini 6356 Sayılı Yasa’ya göre değil ILO’nun 87 ve 98 Sayılı Sözleşmeleri’ne dayanarak yürüttü. Toplu sözleşme yetkisini Bakanlık’tan değil Uluslararası Af Örgütü’nde çalışan üyelerinden aldı. Sivil toplum örgütleri içerisinde toplu iş sözleşmesi imzalayan ilk sivil toplum örgütü olduğumuzu da belirtmek isterim. Birçok noktada toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından sendikaların ufkunu açtığımızı, diğer STK’lara da örnek teşkil edeceğimizi düşünüyoruz.
Sendika öncesi Af Örgütü’yle bir kıyaslama yapmak gerekirse, sizce sendika neler değiştirdi?
Öncelikle örgütün kendi içinde de tabi bir İnsan Kaynakları Yönetim Standartları ve İdari Usuller Belgesi var. Buradan da hareketle kazanılmış haklar korunurken elbette yeni haklar da eklendi. Yemek ve yol ücreti talebimiz karşılandı mesela. Evlenen sendika üyelerine 5 gün evlilik izni verilirken, sendikalaşmayla birlikte partneriyle birlikte yaşama kararı alan üyeler de aynı haktan yararlanmaya başladı.
Doğum sonrası cinsiyetine bakılmaksızın ilgili tüm çalışanlar, 16 hafta tam maaşlı ebeveynlik iznine sahip, kadın çalışanlar için bu zaten iş kanununda da var, eşi doğum yapmış erkekler için de aynı sürenin olması önemli bir durum devamında onay halinde de 1 yıl ücretsiz izin hakkı var.
“Öngörülemeyen çalışma halleri, düşük maaşlar, sınırları net olmayan iş tanımları…”
Bu dosyayı hazırlama amaçlarımdan biri sivil toplum çalışanlarının çalışma koşullarını incelemek. Sizin bu koşullara dair deneyim ve gözlemleriniz nedir? Bu soruyu Af Örgütü özelinde değil genel olarak, sivil toplum sektörünü baz alarak soruyorum.
STK’larda profesyonelce çalışan insanlardaki en temel dürtü, en temel özellik, yaptıkları işin faydasına gönülden inanmaları. Gönüllülük kavramı üzerine oturtulmuş bir kariyer planlanmış olsa da, hepimiz bir yerde elbette hayatlarını idame ettirmeye çalışan insanlarız. Geceli gündüzlü öngörülemeyen çalışma halleri, karşılığında alınan düşük maaşlar, sınırları net olmayan iş tanımları, hiyerarşinin çok belirgin ve baskın olması, örgütlülük içinde bireyselcilik, bunlar, gözlemleyebildiğim sivil toplum örgütlerinin gerçeği. Gerek bireysel gerekse örgütsel olarak maddi gerçeklikle karşılaşıldığında ise, projeler ertelenebiliyor, sonlandırılabiliyor, daralmaya gidilebiliyor ya da çalışan umutsuzluğa kapıldığı için işten ayrılıp STK’lardan uzaklaşabiliyor.
Bu çalışma koşullarını da ele alarak sizce sivil toplumda sendikalaşma oranı ne düzeyde?
Bildiğim kadarıyla bizimle birlikte bir ya da iki sivil toplum örgütü sendikalaştı. Birkaç bildiğim STK’ya bu anlamda örnek olduğumuzu ve sendikalaşmaya gidecekleri yönünde duyumlar almıştım fakat olumlu bir yansıma olmadı şimdiye kadar. Dolayısıyla bu oranın oldukça ama oldukça düşük olduğu kanısındayım. Umarım diğer STK’ların da önümüzdeki süreçlerde örnek ve umut teşkil edecek toplu iş sözleşmelerine imza attıklarını görürüz.
Düşük olmasının sebeplerini açıklar mısınız? Sivil toplum çalışanları da beyaz yakalı. Diğer yandan hak temelli çalışmalar bu sektörde ağırlıkta. Sivil toplum çalışanlarındaki “sendika” algısı nedir?
Sendikalaşma oranının neden yetersiz olduğunu ele almak için STK’ların yönetim biçimlerine, yöneticilerin, çalışanların algılarına ve sendikalaşma bilincinin hangi noktada olduğuna bakmak lazım. Sendikalı olsun olmasın, hak temelli çalışıyor olsun olmasın, STK çalışanları olarak işçi olduğumuzun, insanca yaşama koşullarından birinin de sağlıklı bir çalışma ortamı olduğunun bilincindeyiz.
Bizi Takip Edin