Diyarbakır’dan Dünya Barış Günü’ne Bakış
1 Eylül Dünya Barış Günü’ne Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin yasaklanması ile girildi. Galatasaray'daki eylemin yasaklanmasının ardından, Diyarbakır'da 499. hafta eylemine de yasak geldi. Bu atmosfer altında yaşadığımız 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü İHD ve Hak İnisiyatifi Diyarbakır temsilcileri ile konuştuk.
Üç yıl öncesiyle kıyasladığımızda barış ümidine bile çok uzak görünen bir atmosferdeyiz. Bu üç yılda neler yaşadık, neden böyle oldu, toplum bundan nasıl etkilendi, neyi ya da neleri kaçırdık?
Abdullah Zeytun (İHD Diyarbakır Şube Başkanı): Çatışma çözümünün müzakere ve diyalog yöntemi ile başarılacağına dair umut, büyük hayal kırıklığı ile olumsuz sonuçlandı. Türkiye’de siyasi iradenin diyalog süreci devam ederken gerekli cesur yasal düzenlemelerden kaçıp güncel politik hassasiyetleri gözetme çabası (Rojava’yı kast ediyor, SS.) , taraflar arasındaki güvensizliğin derinleşmesi sonucu süreç hükümet tarafından sonuçlandı. Akabinde Sayın Öcalan üzerinde tecritle başlayan, çatışmalar ağır insan hakkı ihlallerinin yanı sıra onarılması güç tahribatlar, yıkımlar getirirken toplumun barışa dair umudu zayıfladı. Her an barıştan ziyade ölümleri, tutuklamaları, ihraçları, kayyumları konuşmak zorunda kaldık. Çünkü siyasi otorite öncekilerden farklı ve çok bütünlüklü güvenlikçi ve baskı politikasıyla Kürt Siyasi Hareketine yöneldi. Barıştan çok, insan hakları savunucuları olarak ihlalleri konuştuk.
Recep Yavuz (HAK İnisiyatifi – Diyarbakır Üyesi): O dönem çözüm sürecine fiili desteğimizi sunarken uyarıları da sürekli yapıyorduk. Kalekol yapımları ile PKK’ye katılımların yoğunlaşmasının hayra alamet olmadığını söylüyorduk. Neticede korktuğumuzdan çok daha kötü günler yaşadık çözüm süreci bittiğinde. PKK’nin çatışmayı kente taşıyarak mahallelere hendekler açması ve devletin ağır silahlarla operasyon düzenlemesi neticesinde şehirler savaş alanına döndü, yarım milyondan fazla insan yerinden edildi. Gülen Yapılanması’nın merkezde olduğu 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra ilan edilen OHAL ile sivil siyasetin, sivil toplumun, bireysel hak ve özgürlüklerin alanı iyice daraltıldı. Bugün OHAL kaldırılmış olsa da fiili olarak sürmektedir. Kamusal alanın zayıflığı bunun bir göstergesidir. Neden böyle olduğu konusunda çözüm sürecinin aktörlerinin kendi siyasi hesaplarını barışa tercih ettiklerini düşünüyorum.
Bütün kamusal alanın daha da daraldığı bir ortamdayız. En son Cumartesi Anneleri’nin eylemi de zor kullanılarak engellendi ve devam etmesine izin verilmeyeceği söyleniyor. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nden başlayarak önümüzde sivil toplum olarak nasıl bir yol haritası var ya da olmalı? Sivil toplum kaybettiği kamusal alanı nasıl yeniden kazanabilir?
Abdullah Zeytun: Barışçıl toplantılara dahi izin vermeyen, toplumun her kesimine karşı mutlak bir hâkimiyet sağlamak isteyen siyasi iradeden bahsediyoruz. Buna karşı çözümün de tam da bu noktadan başlaması gerekiyor. Barış mücadelesi yürütenlerin her mücadele alanında birlikte direnç göstermesi, barış söylemini cesur söylemlerle dillendirmesi gerekiyor. Savaş koşullarında toplumun farklı kesimlerinden cesur ve gür sesle müdahil olması gerekiyor.
Recep Yavuz: Gösteri ve yürüyüş hakkı temel bir haktır ve devletin sorumluluğu o eylemdekileri korumakla sınırlıdır. Ancak bugün keyfi bir şekilde eylem ve etkinlikler engelleniyor. Sivil toplumun Türkiye’deki serüveni bağımsız bir yerden ilerlemediği için zor zamanlarda güçlü bir sivil toplum alanı kalmıyor. Gerçek gücümüz bugünkü gücümüzdür, o sebeple buradan başlayacağız. Kaybettiğimiz çözüm sürecinden ders alarak kendi gerçek alanımızı inşa etmeliyiz. Sivil toplum güçlü olursa devlet kendisini de sınırlayan kendi kanunlarını bu kadar kolay yok sayamaz.
Barış temel bir ihtiyaç olarak ortada dururken bu ihtimale de çok uzak görünürken hak mücadelesi yürütenler ne düşünüyor, barış bu kadar uzak mı gerçekten, nasıl yakınlaştırıp bir ümidi büyütebiliriz?
Abdullah Zeytun: Kuşkusuz şuan için siyasi iradede; her türlü hak mücadelesinde yer alanları kriminalize etme, barış söylemini dile getirmeyi terörize eden, suç sayan bakış açısı mevcut. Sorun, Kürtler başta olmak üzere diğer etnik ve inançların statülerinin tanınıp, yasal güvencelerle korunmasından ziyade sorunu “terör” sorunu olarak tanımlayıp askeri ve güvenlikçi politik bakış açısıyla değerlendirildiğinden askeri ve siyasi operasyonlar hız kesmeden devam etmekte. Bu bakış açısının değişmesini veya siyasi iradenin tutum değişmesini beklemekten ziyade barış savunucularının her platformda direnmesi ve mücadelesini toplumsallaştırması gerekiyor. İnsan Hakları ve demokrasi mücadelesi yürütenlerin öncelikli hedefinin barışa dair daha sistemli ve örgütlü çalışma/ yöntem üzerinde yoğunlaşması gerekiyor.
Recep Yavuz: Türkiye’de sivil çözüm imkanları defalarca denendi ancak başarılı olmadıkları için hala barış arayışındayız. Ona en yakın olduğumuz noktadan belki de en uzak noktaya üç yılda savrulduk. Neden böyle olduğunu çok tartıştık, dönüp dünya deneyimlerini gözden geçirdik. Türkiye’deki sürecin zayıflığı gerçeklikten kopuk bir ümit dalgası yaratmasında ve liderlerin arasında gidip gelmesinde yatıyor bana kalırsa. İki taraf da kendi pozisyonlarını güçlendirmeyi düşündüler bu süreçte ve hesaplar süreci kaldıramadığında da çatışmaya dönülmüş oldu. Biz de bütün bu süreci izledik, daha güçlü bir yerden müdahil olduğumuzu söyleyemeyiz. Sanırım Rojava’da tarafların tümünün uzlaşmak zorunda kalacağı bir denklem oturmadan Türkiye’de de bir çözüm süreci zor. Bu konunun tarafları ilgilendiren boyutu, bizi ilgilendiren boyutunda temel hakların pazarlık konusu edilmeyeceğini, barışın herkes için temel bir ihtiyaç olduğunu yeniden ve yeniden anlatmak. Barışın kriminalize edilmesine müsaade etmemek, toplumsal kutuplaşmayı bozacak birliktelikler sağlamak, sulh için çaba sarf etmek.
Türkiye’de bir barış için atılması gereken somut adımlar neler olmalı, kim ne yapmalı?
Abdullah Zeytun: 2013 yılında başlayan ve ne yazık ki akamete uğrayan demokratik çözüm süreci bizlere barışın nasıl inşa edileceğini gösterdi. Öncelikle barış sürecinin gelişebilmesi için devletin 2015 yılında rafa kaldırdığı süreci ısrarlı ve istikrarlı bir şekilde başlatması gerekiyor. Ülkede yaşanan ağır hak ihlallerinin kaynağının çatışmalı sürecin sonucu olduğunu görmek gerek. Çatışmalı süreçlerin sona ermesi için en temel olması gereken durum tarafların karşılıklı bir araya gelmesidir. Bu çerçevede devletin Sayın Öcalan ile tekrardan görüşmesi ve kendisi üzerindeki tecridi sona erdirmesi gerek
Bugün yaşanan onca yıkım, ölümün çatışmalı durumların sonucu olduğunu görerek farklı görüşteki tüm sivil toplum kuruluşların hukuk örgütlerinin tarafların bir araya gelmesine ve barışı istemlerine dönük ısrarcı tutumlarının olması gerekir. Yani barış barışın istenmesi ile sağlanır düşüncesi ile hareket etmek gerekir.
Recep Yavuz: Öncelikle anadilde eğitim, anayasal vatandaşlık gibi temel haklarda herhangi bir pazarlık da bahane de kabul edilemez. Ama bunların da çatışma ortamından etkilendiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz. Dolayısıyla hakkın tahakkuku bakımından topu sadece hükümete atmıyoruz. PKK de yükselen şiddet dalgasının hakların iadesi ve çözüm önünde nasıl bir engel oluşturduğunu görüp kabul etmelidir. Hak İnisiyatifi olarak bugün şiddetin, çözüm önünde bir engel teşkil ettiğini lakin bunun temel hakları tanımak konusunda bahane olarak da öne sürülmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Ortada en çok ihtiyaç duyulan şey iradedir, bugün bir iyileşme iradesi gösterilmesi atılacak adımları tartışmak için uygun bir zemin olacaktır.
Bizi Takip Edin