Meydan Söyleşileri: “Hayvan Hakları İhlallerini Raporluyoruz”
Türkiye’nin meseleleri üzerine konuşmak, dinlemek ve müzakere etmek için bir araya geldiğimiz Meydan buluşmaları serisinin ilk etkinliğinde “Hepimize Ait Şehirler” konuşuldu. Meydan Buluşmaları’na katılan Hayvan Hakları İzleme Komitesi’nden (HAKİM) Burak Özgüner’le faaliyetlerini konuştuk. Aynı zamanda Hayvan Hakları ve Etiği Derneği adına da konuşan Özgüner kurumun çalışma alanlarını, nasıl bir şehir tahayyül ettiklerini ve savunuculuk faaliyetlerini anlattı.
Kurumunuzun çalışma alanı nedir? Son dönemde hangi konuyu gündeme aldınız? Hangi konularda çalışmalar yürüttünüz?
Faaliyet alanımız hayvan hakları ve hayvanların yaşam alanlarının, ekosistemin korunması… HAKİM’de Türkiye genelinde hayvan hakları ihlallerini raporluyoruz, bunların yaptırımla sonuçlanması için çabalıyoruz; hayvanlarla ilgili bakanlık bütçelerini izliyoruz. Türkiye’deki mevzuatın hayvanlar lehine dönüştürülmesi için yoğun bir “amatör” lobicilik yapıyoruz. Hak mücadelesinin yanında, “Çocuklar İçin Türcülük ve Hayvan Hakları Atölyeleri” düzenliyoruz. Bu atölyeleri, 8-12 yaş grubu çocuklara hayvan haklarını daha iyi anlatabilmek ve hayvanlarla eşitlikçi bir ilişki kurmalarına katkıda bulunmak için geliştirdiğimiz modellerle, yöntemlerle gerçekleştiriyoruz. Çocuklar için geliştirdiğimiz atölye modelinin ardından, “Yetişkinler İçin Türcülük ve Hayvan Hakları Atölyeleri” modelini de Fransa’daki partner derneğimiz ALARM ile birlikte oluşturduk. Bunların dışında bir de ağırlık verdiğimiz hukuk mücadelesi var. Örneğin; Hayvan Hakları ve Etiği Derneği’nin kent hareketleri ve İstanbul’daki ekoloji hareketiyle ile ortak yürüttüğü bir kampanya vardı, İBB’nin Kısırkaya’da açtığı bir toplama kampına karşı. Onun hukuk mücadelesini kent ve ekoloji hareketleriyle birlikte yürüttük. Kısırkaya toplama kampına karşı yürüttüğümüz kampanyanın, kent ve ekoloji hareketlerini hayvan hakları hareketi ile ilk defa buluşturduğunu söyleyebiliriz. Bu açıdan anlamlı, değerli bir deneyimdi bizim için.
Bugünlerde ise ekoloji ve kent hareketleri ile olan ilişkimizi tazelemek için, Dört Ayaklı Şehir, Kuzey Ormanları Savunması, Hayvanlara Adalet Derneği ile ortaklaşa düzenlediğimiz “Kent, Doğa ve Hayvanlar İçin Adalet Buluşmaları”na başladık. İlk buluşma, Hayvanları Koruma Kanunu’nun değişikliğine ilişkin yasama süreci ile ilgiliydi. Kenti, doğayı, hayvanları ilgilendiren konularda buluşmaları düzenlemeye devam edeceğiz.
Bu tür hukuki mücadeleler kapsamında neler yapıyorsunuz?
Bilgi edinme kısmı bizim için çok çok önemli. Çünkü doğru bilgiler, belgeler olmadan hukuk mücadelesi ya da toplumun geneline yayılacak bir kampanya yürütmek doğru değil. Bilgiler çok kolay manipüle edilebiliyor. O yüzden doğru bilgi, belge olmadan yola çıkamıyoruz, daha doğrusu çıkmamayı tercih ediyoruz. Bu aşamada tabii ki bilgiye, doğru bilgiye ve belgeye erişim konusu başlı başına büyük bir sıkıntı, ilgili birimler bu dokümanları vermemek için direniyor. Bunun itiraz süreçleri oluyor, yaptığımız itirazlar sonucu belgeleri alabilirsek hukuk sürecini başlatabiliyoruz. Bilgi edinme hakkımızın gasp edilmesi, dava hakkımızı da bir anlamda engellemiş oluyor. Örneğin ilgili resmî belgeleri elde edemezsek idare mahkemesine başvurabilmek için 60 gün beklemek zorunda kalıyoruz. Bu da büyük bir gecikme doğuruyor; dava süreçleri zaten uzun sürdüğü için mevzuata aykırı durumlara karşı gerektiği gibi, zamanında hukuk yolu ile müdahale edemiyoruz.
Sokaktaki hayvan tecavüze uğramışsa ya da işkenceye uğramışsa ya da Hayvanları Koruma Kanunu’na muhalefet ediliyorsa buna dair bakanlığa ya da valiliğe başvuruyoruz. Şahısların tespit edilip cezalandırılması için. Ayrıca hayvanlara yönelik işkence gibi fiillere karşı açılan davalara katılma talebinde bulunuyoruz. Son ilgilendiğimiz dava, Beyoğlu’nda işkence ile öldürülen kediyle ilgiliydi. Mahkeme, müdahale talebimizi “suçtan doğrudan zarar görmediğimiz” gerekçesi ile reddetti. Geçen sene görülen yavru kediye tecavüz davasında ise müdahale talebimiz kabul edilmişti. Taleplerimiz kabul edilse de edilmese de duruşmaları yakından takip etmeye çalışıyoruz ama dava açılabilmesi için hayvanın yasalar nezdinde “sahipli” olması gerekiyor. Yani senin baktığın bir hayvana şiddet uyguluyorsa birisi, senin başvurun üzerine dava açılabiliyor. Biz de o davalara katılma talebinde bulunuyoruz. Bir de Hayvanlara Adalet Derneği ile çalışarak insanları hukukî olarak yönlendirmeye çalışıyoruz. Çünkü insanların çoğu hukukî süreçleri maalesef bilmiyor. Türkiye Barolar Birliği Hayvan Hakları Kurulu’nun danışma kurulundayız, hayvan hakları mücadelesi veren avukatlarla işbirliğimizi, ilişkimizi her zaman diri tutmaya çalışıyoruz.
“Hayvan Hakları İhlalleri’ni Raporlarken Hukuki Mücadeleyi de Yürütüyoruz”
Dediğim gibi, HAKİM’de hayvan hakları ihlallerini raporluyoruz, tür ayırt etmeksizin. Benimsediğimiz hak savunusunda, hukuk mücadelesi için tüzel kişilik gerektiğinden Hayvan Hakları ve Etiği Derneği’mizi devreye sokuyoruz. Örneğin Deneye Hayır Platformu’nun bir bileşeniyiz; platformun tüzel kişiliği olmadığından dernek üzerinden başvurularımızı gerçekleştiriyoruz; mevzuata aykırı durumları dernek aracılığıyla hukuk yoluna başvurarak bertaraf etmeye çalışıyoruz.
Eğer bir konu, bir uzmanlık gerektiriyor ya da diğer toplumsal hareketleri de ilgilendiriyorsa mutlaka onlara danışmaya, müşterekte buluşarak mücadele etmeye özen gösteriyoruz. Yunus parkları ile ilgili bir konu ise Yunuslara Özgürlük Platformu’na mutlaka danışıyoruz, yeni bir bilgi edinirsek arkadaşlarımızla paylaşıyoruz, onlar da aynı hassasiyeti bize karşı gösteriyorlar. Ortak bir mücadele yürütüyoruz sonuçta…
Mesela son 5-6 seneye kadar kent ve ekoloji hareketleriyle çok yan yana gelemiyorduk. Ama Kısırkaya Toplama Kampı’nın inşası süresince yan yana gelmek zorunda kaldık. Kısırkaya Toplama Kampı, İBB’nin oturduğum ilçede, Sarıyer’de, 72 hektarlık bir arazi üzerinde inşa ettiği bir tecrit merkezi. Bu toplama kampına karşı ortak bir mücadele yürüttük; hukuk mücadelesinden sokak eylemlerinin örgütlenmesine kadar… Bu deneyim, ortak bir mücadele hattı kurmanın ne kadar önemli olduğunu da bizlere gösterdi.
Hangi kurumlarla işbirliği yapıyorsunuz?
Genelde ekoloji ve kent üzerine çalışan kurumlarla işbirliği yapıyoruz. Bundan 6-7 sene öncesine kadar işbirlikleri yapmıyorduk çünkü bu tür kurumlar hayvan konusunu çalışma alanlarına dahil etmiyordu, tutumları bize, hayvanlar ve doğa açısından mülkiyetçi geliyordu. Ama Türkiye’nin gitgide otoriterleşmesiyle tabii mecburen o toplumsal muhalefet kulvarları iç içe geçmeye başladı. Yani şu anda mücadele alanları çok iç içe geçmiş durumda. Bu, kaçınılmaz bir hal aldı. O yüzden işbirliği içinde bulunduğumuz dönemde çok önemli bizim için.
Belediyeyle de devletle de görüşüyoruz. Uzlaşmak için değil, toplumsal muhalefeti kamuya yansıtmak için görüşmeler yapıyoruz, düzeltilmesini istediğimiz sorunları ve çözümlerimizi dile getiriyoruz. Kamuyu muhatap almadığımızda sorunların çözümü konusunda hariçten gazel okuduğumuzu fark ettik. Şu politik ve toplumsal atmosferde kamu ile işbirliği yapmak mümkün değil ancak bakanlıklar gibi kamu kurumları ile kendi mücadele alanlarımızı ilgilendiren konularda görüş bildirmek ve savunuculuk yapmak için görüşüyoruz.
Gündeminize aldığınız bir konuyu bir savunuculuk faaliyetine dönüştürürken nasıl bir süreç izliyorsunuz?
Yine en son yürüttüğümüz, savunuculuk olarak değerlendirilebilecek bir çalışmadan örnek vereyim. Bir kurul var; Hayvan Deneyleri Merkezî Etik Kurulu (HADMEK). Sivil Sayfalar’a da yazı olarak da yazmıştım, “HADMEK’te Neler Oluyor” diye. O kurula biz üyelik başvurusunda bulunmuştuk. Yönetmeliğe göre kuruldaki 21 üyenin 1 üyesi de hayvanları korumaya yönelik sivil toplum örgütünden yani onun temsilcisi oluyor. Biz geçtiğimiz senelerde, bu kurula dâhil olmayı ilkesel olarak doğru bulmuyorduk ama bu sene ciddi anlamda katılım konusunda çalışma yürüttük, bakanlıkla sürekli toplantılar yapmaya çalıştık. Çünkü kurulda şeffaflık diye bir ilke kesinlikle yok. Nedir bu kurul, niye açıklamak zorunda olduğunuz istatistik verilerini açıklamıyorsunuz, ne zaman açıklayacaksınız diye sorularımızı yönelttik.
Kurulun görev süresi doldu, üyelerin tekrar seçilmesi gerekiyordu ama bakanlık bunu duyurmadı. Tabii biz bunun haberini alınca 4 farklı sivil toplum örgütü olarak, Türkiye Barolar Birliği, Hayvan Hakları ve Etiği Derneği, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu bir de Hayvanlara Adalet Derneği ayrı ayrı başvuruda bulunduk. Başvurumuzun olumlu ya da olumsuz karşılandığına dair herhangi bir bilgi vermedi bakanlık. Yaptığımız başvurulara da cevap vermedi. Vermeyince tabii dava yoluna da gidemedik. Bilgiyi alana kadar canımız çıktı. 7 Eylül’de resmen bir cevap verdiler ama belki bir 4 kere, 5 kere başvuru yapmıştık daha önceden. O bilgiyi aldıktan sonra dava yoluna gittik. Çünkü bakanlığın seçtiği dernek, geçen dönemde seçilen, Laboratuvar Hayvanları Bilimi Derneği diye bir dernek ve hayvan deneyleriyle, deneylerde kullanılan hayvanların üreticiliğiyle, araştırmacılarla, akademisyenlerle birebir menfaat ilişkisi ve iletişimi olan bir dernek. O yüzden bu derneğin o kurulda bulunmaması gerekiyor. Hem menfaat ilişkisi var, hem de kurulun işlevselliğini kaybettireceğini düşünüyoruz. Dava yoluna gidip onun kurul üyelik seçiminin yürütmesinin durdurulması ve akabinde iptal kararı verilmesini sağlamaya çalışıyoruz mesela şu anda. Süreç böyle.
Genelde hukuksal mücadele ve kampanya gibi…
Aynen. Mesela hayvan deneylerine ilişkin, 2017’nin verilerinin açıklanması gerekiyordu, bu veriler neredeyse bir yıl sonra açıklandı. O yönden de bakanlığı sıkıştırmaya çalışıyoruz. Kamuoyunun tepkisinin de gözlenmesi, örgütlenmesi gerekiyor. Bu konularda infografikler yayınlayıp sosyal medyada gündem yaratmaya, çok çeşitli şekillerde ihlâl edilen hayvan haklarına görünürlük kazandırmaya çalışıyoruz. Haber yaptırmaya çalışıyoruz bir taraftan, sıkı bir medya iletişim çalışması yürütüyoruz. Hayvan haklarını ilgilendiren konularda, düzenli olarak basın bültenleri geçiyoruz. Kampanyalar yürütüyoruz.
Bir STK nasıl savunuculuk yapar? Nasıl etkili olur?
Bazı sivil toplum kuruluşları gibi biz de “Devlet kim ki? Biz niye devleti muhatap alacağız?” tavrındaydık mesela, 8 sene öncesine kadar. Ama anlıyorsun ki onunla masaya oturman gerekiyor, onu da dinlemen gerekiyor… Oranın işleyişini çözmen gerekiyor ve bütün süreçleri gerektiği gibi işletmen gerekiyor. Yani onunla işbirliği yapmak değil ama onunla iletişim kurman gerekiyor. Diğer sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği de çok önemli. Onu da yapmak gerekiyor.
Hukuk mücadelesiyle birlikte lobiciliğin de çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. Siyasi partiler arasında bir ayrım gözetmeksizin, hepsiyle bence bir gidip görüşmek gerekiyor. Mecliste eğer bir yasa teklifi varsa, ilgili komisyonlardaki üye vekillerin tamamı ile iletişim kurmak gerekiyor. Medya iletişim kısmı da çok önemli. Çünkü istediğin kadar savunuculuk yap, konunun medyada görünürlüğünü sağlamadığın zaman, sen çalıp sen oynamış oluyorsun. Bu da bir etki sağlamıyor. Bir de yerinde ziyaretler de bence önemli, mesela neye dair savunuculuk yapıyorsun? Atıyorum işte, çatışma bölgelerindeki gündelik yaşama dair dertleri gündemleştireceksen internette yayınlanan diğer kurumların, kuruluşların raporlarına sadece yer vermek değil, gidip yerinde gözlemlemek de çok önemli. Oradaki sivil toplum kuruluşlarıyla diyalog kurmak, onlarla birebir ilişkilenmek ve bunları raporlaştırmak ve yayınlamak da bence çok önemli.
Merkeziniz İstanbul ama tüm Türkiye’de çalışma yürütüyorsunuz değil mi?
Evet. Yani bir yerde bir dert varsa kesinlikle o ildeki, o ilçedeki sivil toplum kuruluşu ya da gönüllü grubu ya da yurttaş inisiyatifine direkt ulaşıp sağlıklı bilgi almaya çalışıyoruz. Ondan sonra baskı mekanizması oluşturmaya çalışıyoruz.
HAKİM, kamu veya sivil toplumda kimlerle işbirliği yapmaz?
Borusan’la mesela yapmayız. Çünkü, HES projelerine destek veriyor. Mesela MNG Holding’le yapmayız, o da mesela HES çalışıyor. Cengiz, Kolin, Limak, o üçlü holdingle kesinlikle yapmayız. Çünkü 3. köprü ve 3. havalimanı ve Türkiye genelindeki bütün ekoloji düşmanı projelerde yer alıyorlar. Yaşama düşman hiçbir oluşumla işbirliği yapamayız. Kendimize ters düşmüş, tutarsızlaşmış oluruz.
Sivil toplum kuruluşları olarak da ana akım faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarıyla yapmayız. Bizim açımızdan mesela ana akım ne? Hayvan refahçılarla işbirliği yapmak istemeyiz çünkü hayvanların haklarını kabul etmiyorlar, hakları esnetiyorlar. Hayvanlar ölsün de, sömürülsün de ama daha rahat koşullarda ölsün; işte ne bileyim, şartları düzeltilsin, taşınsınlar da biraz daha rahat ortamlarda taşınsınlar gibi… İçinde sömürü, ölüm varsa işbirliği gibi bir şey söz konusu olamaz. Hayvanların haklarını, özgürlüklerini savunurken bunu yapamayız.
Mesela Haytap’la da kesinlikle işbirliği yapamayız, zaten Haytap da bizimle yapmak istemiyor. İlkesel olarak ters düştüğümüz, hayvanlar için müşterekte buluşamadığımız, diyaloga kapalı, samimi bulmadığımız hiçbir kuruluşla işbirliği yapamayız. Ama tabii ki herkes bir gün değişebilir, ne zamanki hayvanların haklarını tamamen kabul ederler o zaman hayvanlar için her türlü mücadeleyi birlikte vermeye hazırız.
Bu anlamda sonradan değişen kararınız oldu mu?
Geçmişte çok eleştirdiğimiz, özeleştiri talep ettiğimiz kurumların yaklaşımları değiştiğinde bizim de kararlarımız değişebiliyor. Yöntemsel olarak ayrışsak da en azından ortak paydada buluşmanın önemini kavramış durumdayız. Bunu yapmadığımızda, en büyük cefayı hayvanlar çekiyor. Mesela Haytap’tan ayrılan bir ekibin kurduğu bir oluşum var, HAYKONFED diye, Hayvanların Yaşam Hakları Konfederasyonu. Buradaki arkadaşlarımızın çoğu, söylemlerini değiştirdiler. Değiştiklerini gördük. En azından, büyük ölçüde söylemde birleştik. Hayvan hakları konusunda bir manifesto yayınladılar, orada hayvanlara yönelik sömürünün, zulmün, esaretin tamamen ortadan kalkması gerektiğini ifade ettiler, bu çok önemli bir gelişim, değişim… Mesela mecliste yan yanaysak tamamen görüş birliği, ağız birliği yapıyoruz artık, o noktaya geldik. Yani onlar da değiştiler, biz de değiştik. Yüzlerce STÖ’nün desteği ve katılımı ile Eylül 2018’de kurulan Hayvan Hakları Yasama İzleme Delegasyonu, bunun en somut örneği…
Örneğin hayvanları ilgilendiren önemli bir bilgi aldıysak bir yerden, ne bileyim, bir baskı oluşturulması gerekiyorsa onlara da iletiyoruz hemen. Onların da desteğini istiyoruz. Birlikte sokak eylemi de organize ediyoruz artık. Hayvanlar için birlikte değişiyor, dönüşüyor ve değiştiriyoruz. Buna mecburuz artık.
Hedef grubunuzu nasıl tanımlarsınız?
Hedef grubumuzu tanımlarsam yerel yönetimler, hayvan koruma gönüllüleri, hayvanseverler, hayvan refahçılar ya da hayvan hakları mücadelesi veren örgütler, aktivistler, kamu kurum ve kuruluşları yine aynı şekilde. Aslında toplumun geneli de diyebiliriz geniş bakarsak.
Hayvan koruma gönüllüleri, kendi ya da çevresindeki imkânlar ile hayvanları korumaya, onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışan kişiler… Hayvanseverler, evinde hayvan bakan; hayvanlara sempati ile yaklaşan kişiler… Hayvan refahçılar, hayvanların “insanî” bir şekilde kullanılmasını savunan kişiler… Bu grupların hepsini dönüştürmek için çabalıyoruz. Hayvan haklarını gözetme konusunda, en kolay, bu grupları dönüştürebileceğimizi düşünüyoruz.
Çevre ve hayvan hakları dışında başka konularda hak mücadelelerinde işbirliği yaptığınız, birlikte hareket ederiz dediğiniz alanlar oluyor mu?
Mesela HAKİM; Barış Bloku, Tek Tipe Karşı Mücadele Platformu’nun da bir bileşeni aynı zamanda. HAKİM’in mottosu istisnasız herkes için özgürlük. Yani hayvan haklarının dışında diğer toplumsal mücadele alanlarıyla, hareketlerle mümkün olduğunca yan yana gelmeye, dayanışmaya çalışıyoruz. Ortak bildirilere imza atarak, eylemlere katılarak başkalarının dertlerinin de bizim dertlerimiz kadar önemli olduğunu göstermeye çalışıyoruz. Bir algıyı da kırmaya çalışıyoruz aslında. Toplumsal hareketlerde şöyle bir algı var; hayvan hakları hareketi apolitik bir hareket, diğer toplumsal sorunları umursamayan bir hareket… Onu da biraz kırmaya çalışıyoruz açıkçası. En azından yaşam hakkı, barış, şiddetsiz bir toplum hepimizi ilgilendiriyor. Ayrımcılık karşıtıyız diyen oluşumların çoğu hayvanların bireyliğini, sorunlarını göz ardı etse de biz topyekûn özgürlüğe inanıyoruz ve bunun için adalet, eşitlik arayışındayız.
Bizi Takip Edin