Endonezya Barış Müzakeresi ve Kilit Mekanizmaları
*Bu içerik ilk önce Hafıza Merkezi’nde yayınlanmıştır.
Endonezya’da çatışmanın sebeplerini nasıl özetlersiniz?
Açe’teki çatışma geçmişe yönelik bir nostaljiye dayanıyor. Çünkü Açe 17. yüzyılın başında bir sultanlıktı; bağımsız bir devletti ve bölgesinin en güçlüsüydü. Sonrasında gücü azaldı ve Hollanda sömürgesi olarak sorunlar yaşadı. Uzun bir savaş tarihine sahipler. 137 yıl boyunca, ilk olarak yabancı bir güçle, Hollandalılarla, ve bağımsızlık sonrasında da Endonezya hükümetiyle, Endonezya ordusuyla savaştı. Asker ve polis gücünü tanımıyorlardı… Güvenlik güçlerinin bölgede çok güçlü bir mevcudiyeti vardı. Açe’de bağımsızlığın yeniden kazanılmasını durdurmaya yönelik her zaman güçlü bir varlığa sahiptiler. Özgür Açe Hareketi (GAM) olarak anılan isyancı grup Endonezya ordusunun bu güçlü varlığı ve yaptığı ihlallere karşı doğdu. Bir süre sonra GAM’ın kendisi de oldukça fazla ihlal yapmaya başladı. Yani her iki taraf da insan hakları ihlalleri gerçekleştirdi. İki taraftan da zarar gören sivil toplum ve Açe halkıydı. Sultanlığa duyulan nostalji ve bu saydıklarım temel sebepler.
Sunumunuzda doğal kaynaklar ve kaynakların paylaşımından da bahsetmiştiniz.
Elbette, evet. Bu çok önemli bir nokta. Açe doğal kaynaklar açısından çok zengin. Merkezi hükümet bu kaynakları bölgeye hiçbir dönüşüm sağlamadan kullanıyordu. Merkezi hükümetin bu doğal kaynakları kullanarak ya da satarak zenginleştiğini söyleyebiliriz. Açe de gittikçe fakirleşiyordu. 1976’da ihlal koşullarında sultanın soyundan gelen Hasan di Tiro Özgür Açe Hareketi’ni kurdu. Bu doğal kaynaklarla ve andığım bu nostaljiyle ilgili bir karar… Böylece bu kişi ve onun bağlı olduğu GAM tarafından Açe’nin bağımsızlığı ilan edildi.
Endonezya’da Özgür Açe Hareketi’nin 1970’lerden başlayarak bağımsızlık talebini yükselttiğini ve askeri olarak bastırıldıktan sonra da defalarca yeni isyan dalgalarıyla döndüğünü görüyoruz. Devlet açısından askeri çözüm ne zaman, hangi aşamada bir seçenek olmaktan çıkıyor?
30 yıl süren çatışma sonrasında bir siyasi değişim ve farklı şekilde hareket etmek isteyen bir başkan gördük. Endonezya hükümetinin gösterdiği bu siyasi irade çok önemli oldu. Öte yandan, GAM tarafında da değişimler oldu. Örgütün lider kadrosu çatışmadan çok yorulmuş olduklarını fark etti. Ve belki de bağımsızlığın yeniden kazanılmasının artık bir açmaza girdiğini düşündüler.
Bunun yanında bir de öngörülemeyen bir olay olarak tsunami var. Böylece, her iki taraf ve zemin hazırdı. Tsunaminin vurduğu darbe bardağı taşıran son damla oldu. Bunun akabinde taraflar değerlendirmelerinin merkezine Açe halkını koymaya karar verdi. Tsunami sonrası… Tsunami öncesi, halka çok önem vermiyorlardı, fakat tsunamiyle birlikte bölge o kadar büyük bir yıkıma uğradı ki, her iki taraf da halka yardım etmenin ana öncelik olduğuna karar verdi.
Barış müzakerelerinde öne çıkan kilit konular nelerdi?
İlk olarak yeni arabulucudan, onun karakteri itibarıyla farklı bir çözüm yolu izlediğinden bahsedebilirim. Bu geleneksel çözüm yolundan farklı, temel bir nokta. Sorunun çözümüne ateşkesle başlamadı, temel siyasal mesele ve konulardan bahsederek başladı. Temel konu, Açe’nin ve GAM’ın bağımsızlık mı, yoksa özel bir otonomi olmadan Endonezya devletinin bir parçası olarak kalmak mı istediğiydi. Bu GAM’ın bağımsızlık fikrini terk etmesi, ondan vazgeçmesiyle ve Endonezya içinde özel bir statüye sahip olmaktan tatmin olmasıyla çözüldü.
Bir diğer konu elbette Mutabakat Metni’nin (MoU) imzalanması ve Açe İzleme Komitesi’nin oluşturulması. Bu çok özel bir mutabakat metniydi, zira üçüncü tarafların izleme faaliyetlerine özel önem veriyordu. AMM misyonu ve vekâleti 15 ayda tamamlandı. Ve sonrasında sürecin bugüne kadar gelen kısmı var.
Peki barış gelir adaletsizliğini ve Açe’nin ekonomik durumunu nasıl etkiledi?
Artık Açe halkının yerel seçimlerde doğrudan kendi valilerini, kendi yöneticilerini, bölge yöneticilerini seçme gücü var. Peki, bu yöneticiler işlerini nasıl yapıyor? Açe her ne kadar gelişmiş bir bölge olmasa da, bugün biliyoruz ki artık bütün ülkenin gelişme ritmiyle uyum gösteriyor. Asında, Açe hala ortalamanın biraz altında çünkü hâlâ uzak bir bölge. Jakarta ise çok farklı. Fakat zaten hep böyledir; neticede devlet son derece üniter ve merkezi. Bu sebeple, doğal kaynakların yönetimi ve yolsuzluk gibi çatışma sırasında var olan sorunların çoğu hâlâ mevcut. Fakat ülkenin diğer yerlerinde olduğu ölçüde.
AMM ve MoU hakkında biraz daha detay verebilir misiniz? Kapsamları ve uygulama süreçlerinde öne çıkan konular neydi?
MoU’nin geniş kapsamlı hükümleri var. Bunların hepsi AMM’nin yetki alanında değildi. Bu sebeple AMM MoU’nin yedi farklı başlıklarını izlemekle yükümlüydü ve bu görevler tamamlandı. Hepsi bitti. Bunlar demobilizasyon, silah bırakma, topluma kazandırma; askeri güçler ve polisin geri çekilmesi; aktif GAM üyelerinin yeniden entegrasyonu; ilk doğrudan yerel seçimlerin örgütlenmesi ve görev süresince insan hakları durumunun izlenmesiydi. Görev süremiz olan 15 ay boyunca birisi ofisimize gelip ‘Başıma bu geldi’ dediğinde bunu araştırıp karar veriyorduk. Fakat bunlar yalnızca MoU’nin çerçevesi içinde kalan konularla ilgiliydi.
AMM’nin görevi böylece tamamlanırken bir yandan da hâlâ MoU’nin uygulanması gerekiyordu. Altını çizmek istediğim bir şey, MoU’da öngörülmüş olan Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu ve İnsan Hakları Mahkemesi’nin henüz halen hayata geçirilmemiş olmaları. Uygulanmayan başka hükümler de var, fakat bu ikisini özellikle vurguluyorum çünkü bizim yetki alanımızla en ilintili olanlar bunlar. İnsan hakları ile ilgili yetki alanımız AB Konseyi’nde de tartışma konusu olmuştu. Neyi izlememiz gerekir? Endonezya’daki tüm insan hakları ihlallerini mi, yoksa yalnızca MoU ile ilgili olanları mı? Sonuçta AB Konseyi insan hakları açısından daha dar bir da yetki alanı olmasını tercih etti ve bu şekilde çalıştık. Fakat insan haklarına dair daha geniş olan mesele henüz çözülmüş değil.
Uzmanlar barış süreçlerinin toplumsallaştırılmasının önemine dikkat çekiyor. Bu noktada sivil toplumun rolü ne olmalı?
Açe’de benim gördüğüm şu. Bir boyun eğme kültürü var. Bunun uzun bir tarihi var. Her zaman topluma ne yapacağını ve ne düşüneceğini söyleyen birisi olmuş. Bu sebeple, bir yönüyle çocuksu kalmış bir toplum. Hak talebinde bulunmuyorlar. MoU hayata geçirilene kadar insan hakları ihlalleriyle ilgili hiçbir hesap verme olmamış. Şükür ki, öldürme eylemleri üzerine Act of Killing gibi birtakım belgeseller var. Fakat bu da dışarıdan birisinin bölgeye gelmesiyle olmuş. Elbette belgeseldeki ana karakter infaz edilen bir kişinin ağabeyi, fakat o da ismini vermek istemiyor. Açe’deki insan haklarıyla ilgili ilgilenen kuruluşlar ekseriyetle yabancı kuruluşlar. Elbette birtakım güçlü insan hakları kuruluşları var. Fakat yeterli çoğunluk yok. Zihniyet acıyı kabullenme ve eyleme geçmemek üzerine. Belki Batılı dünyada olan eleştirel akıl burada göremiyoruz. Bu tavrı tsunamiye karşı, doğal afet gibi olaylara karşı da görüyorum. Hiç kimseyi suçlamıyorsunuz, fakat bu şununla aynı tavır: ‘Tamam bu bizim kaderimiz.’ Türkiye’de sahip olduğunuz kültür ya da belki İspanya’daki gibi bir kültür yok.
Bahsettiğim Act of Killing belgeselini izlediğimde gerçekten kanım dondu. Geçmişte öldürmüş olan insanlarla söyleşi yapıyorlardı. Çoğu iktidardaydı. Yerel yönetimdeydiler. Oldu bitti. En azından belgesel gerçeği gösteriyor, fakat bu boyun eğen tutum yine orada…
Sunumuzda Açe’deki Şeriat hukuku’ndan bahsettiniz. Bu AMM’nin görevi ile nasıl bir tezat yarattı?
Evet Açe’de bir Şeriat hukuku vardı ve hâlâ var. Ve bunu korumak Açe halkının kararıydı. Komite, yabancı bir kurun olarak Açe halkının kararına saygı duymak zorunda. Bu sebeple konuya değinmedik. MoU’nin ilk uygulama aylarında ve AMM görevi sırasında Şeriat kanunları ve Şeriat polisinin faal olduğu doğru. Sunumumda da dediğim gibi Açe yetki alanına sadık kalmaya çalıştık. Başka konulara girmedik ve görevimiz sona erine ayrıldık. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık. Şimdi artık mesele Açelilerin elinde. Şimdi bazı insan hakları örgütleri Şeriatın kaldırılmasını talep ediyorlar. Ve evet izleme komitesi dağılıp yetkisini sonlandırdığında, Şeriat kanunu meselesindeki karar, daha önce de olduğu gibi, toplum ve diğer güçlerin elinde. Elbette Şeriatın kaldırılması için insan hakları alanından bir baskı var. Fakat görünen o ki bu henüz yeterli değil.
Söyleşi: Kerem Çiftçioğlu-Burcu Ballıktaş Bingöllü, Çeviri: Ceren Yartan
Bizi Takip Edin