“Hiçbir Gazete Kutuplaştırıcılıktan Uzak Değil”

Hrant Dink Vakfı’nın Medyada Nefret Söylemini 9 yıldır izlediği projesinin 2017 raporu yine bir gerçeği hatırlatıyor; Türkiye’de her seçim dönemi dile hakim olan nefret ve ayrımcılık oranı artıyor. Bir diğer gerçek ise bazı gazetelerin kutuplaştırıcılığın kalesini oluşturduğu ama ama aslında hiçbir gazetenin bu durumdan muaf olmadığı.

Geçtiğimiz hafta Nefret Söylemi 2017 Raporunu açıklayan Hrant Dink Vakfı’nın bir de videosu dolaşıma girdi. Videoya göre  16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu’na giden dönemde yazılı basında taraflar arasındaki farkların vurgulandığı ve milliyetçiliğin yükseldiği dönemlerden biri olduğu için otomatikman nefret söylemi de artmıştı. Projeden Gamze Tosun her seçim döneminde durumun böyle olduğunu belirtiyor . “Tabii ki bu artışın kimleri hedef alacağı, ülkenin gündemine ve siyasilerin o seçime dair ajandasına bağlı.” diyor.

2009 yılından beri nefret söylemi ve ayrımcı ifadeleri izledikleri projede 2017’de nefret söyleminin hedefinde olan gruplar içinde öne çıkan gruplar Yahudiler, Suriyeliler ve Ermeniler olarak belirtiliyor. Kemikleşmiş duygular nedeniyle sıralama genelde değişmiyor ama 9 yıllık projenin sıralamasına değiştiren şey son 4 yılda yükselen Suriyelilere yönelik nefret.

Söyleşimizde dikkat çeken bir diğer tespit ise, bazı mecralarda nefret söylemine daha sık rastlandığı ancak hiçbir gazetenin aslında ayrıştıran dilden muaf olmadığı gerçeği. Her zaman kasıtlı bir kullanımdan söz etmek mümkün olmasa da gündelik hayata işleyen bazı söylemlerin ayrımcı olduğunu bile farketmek mümkün olmuyor.

Hrant Dink Vakfı’ndan Gamze Tosun ile günümüzde nefret söylemi çalışmayı, projenin 9 yıllık aşamasını, nefret söyleminin Türkiye sınırlarındaki halini konuştuk.

Çok kabaca bir tespitle başlarsak 2017 yılında medyada en çok Yahudiler, Suriyeliler ve Ermeniler hedef alınmış. Önceki yıllarda yaptığınız araştırmadan nasıl bir fark var  bu yıl? Varsa neden, yoksa neden, açıklamanız mümkün mü?

Her medya takip raporunda hedef gruplar için nicel ölçütlü bir sıralama oluşturuyoruz. Bu sıralama, tarama yapılan dönemdeki ülke gündeminden büyük ölçüde etkileniyor. Aynı zamanda, coğrafi yakınlıklar ve tarihsel geçmişle de ilişkili olarak bazı grupların sistematik olarak nefret söyleminin hedefinde olduğu görülüyor. 2017 yılında medyada en çok hedef alınan gruplar, aslında önceki yıllarla çok büyük farklılık göstermiyor. Toplumdaki kemikleşmiş düşmanlık algısı ve mevcut ön yargıların bir sonucu olarak Yahudiler, Ermeniler, Hıristiyanlar değişmeyen bir biçimde nefret söylemine maruz kalıyor. Bu anlamda 2017 yılında nefret söyleminin hedefinde olan gruplar içinde öne çıkanların önceki yıllara benzer bir biçimde sıralandığını görüyoruz. Ancak son 4 yıldır gözlemlediğimiz bir artışla birlikte artık Suriyelilerin de bu ilk sıradaki grupların arasında yer aldığını görüyoruz. Suriyeli mülteciler sıklıkla; vatandaşlık, ekonomi, aile hayatı, eğitim gibi birçok konuda, bir “korku”, “gerginlik”, “tehdit” unsuru olarak hedef gösteriliyorlar. Bunun sonucu olarak artık Suriyelilerin de gündemle ilişkili olsun olmasın giderek kemikleşmiş, yerleşmiş bir nefret söyleminin hedefi olduklarını söyleyebiliyoruz. Ülkenin gündemi ve açığa çıkan toplumsal olgularla ilişkili olarak yeni grupların nefret söyleminin ve ayrımcı söylemin hedefi haline gelebildiğini göstermesi bakımından Suriyeli mülteciler örneği önemli.

“2009’dan bu yana bir ilerleme var”

2009’dan bu yana hazırlanan bu raporda, özellikle yazılı basında öne çıkanları inceliyorsunuz diye biliyorum. Bu açıdan zaman içinde herhangi bir konuda ilerleme yok, değil mi ?

İstatistiksel olarak baktığımızda bu çalışma, yazılı basında nefret söyleminde ciddi bir artış olduğunu ortaya koydu. Ancak medyada nefret söyleminin azalmasına katkıda bulunmanın yanı sıra, bu çalışmanın bir diğer hedefi ‘nefret söylemi’ kavramıyla ilgili bilgi üretmek ve bu söylemle mücadele yöntemlerine dair bir tartışma zemini açmak. 2009’dan bu yana bu anlamda bir ilerleme olduğunu söylemek mümkün. Özellikle 2017 yılında yayımlanan raporların ardından, daha detaylı veriler için bizimle iletişime geçen gazeteler ve çalışmaya referans vererek yazılı basında nefret söylemine dikkat çeken köşe yazarları oldu. Bununla birlikte, bu konuda çalışmak isteyen akademisyenler, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin de ilgisinden bahsetmek ve bunları da değerli gelişmeler olarak görmek gerekir.

Günlük nasıl bir tempoyla çalışarak çıkıyor bu 1 yılın özeti?

Yazılı basını bir medya takip ajansının hizmetinden yararlanarak tarıyoruz. Projenin ilk yıllarında belirli sayıda ulusal gazete elden taranıyordu günlük olarak. Şimdi ise, tüm ulusal gazeteler ve sayısı 500’ü bulan yerel gazete, anahtar kelimeler aracılığıyla taranıyor. Anahtar kelimeleri içeren tüm metinleri tek tek okuyoruz ve nefret söylemi içerdiğini düşündüğümüz haberleri kategorilere ayırarak listeliyoruz. Bu epey zaman ve emek isteyen bir süreç oluyor ama tabii bu tarama çalışmasının proje ekibinden çok daha kalabalık bir grup araştırmacının ürünü olduğunu da söylemek gerekir. Gönüllülerimizin de destekleriyle yazılı basın günlük olarak taranıyor.

Gündelik hayata siratyet eden ayrımclık içimize işledi

Genel olarak havuz medyasında daha yaygın rastlansa da zaman zaman ana akım olmayan mecralarda da nefret söylemine rastlanabiliyor gibi gözüküyor. Siz nasıl değerlendirirsiniz?

Evet, bazı mecralarda nefret söylemine daha sık rastlanıyor ancak hiçbir gazete bundan muaf değil aslında. Bu yüzden de bütün gazeteleri detaylıca okuyoruz. Tabii ki her zaman kasıtlı bir kullanımdan söz etmek mümkün değil. Biraz da gündelik hayata bakmak gerekiyor, bazı kullanımlar o kadar içselleştirilmiş, dilimize o kadar yerleşmiş ki nefret söylemi veya ayrımcı söylem olduğunun farkına bile varmıyoruz. Bir de tabii projenin odak noktası ulusal, etnik ve dini kimliklere yönelik nefret söylemlerini tespit etmek, dolayısıyla sınırlı bir izleme yapıyoruz. Bu yüzden, nefret söylemi raporlarında daha az yer alan veya hiç yer almayan gazetelerin tamamen ayrımcılıktan uzak, hak odaklı ve kutuplaştırıcı olmayan bir dil kullandıklarını söylemek iddialı olur, çünkü aslında ayrımcı söylemin kapsamını düşündüğümüzde bizim izlemesini yaptığımız kısım buz dağının görünen kısmı.

“Ayrımcılığa dair bir tablo sunuyoruz”

Yaptığınız raporlar her dönemin bir tür tarih yazımı gibi de okunabilir. Bu açıdan siz projeye ve elinizdeki malzemeye nasıl bakıyorsunuz?

Projenin ve verilerin paylaşılmasının ana hedeflerinden biri bu haberlerin ve düşmanlaştırıcı dilin görünür kılınması ve bu konuda azalmaya yönelik bir çaba oluşması. “Nefret söylemi” meselesi Türkiye için yeni sayılabilecek bir konu, projenin bunu gündem etmekte bir rol oynadığını düşünüyoruz. Tabii ki bu proje, Türkiye’deki ayrımcılığın ve ötekileştirmenin bütünlüklü bir analizini ya da dökümünü sunmak gibi bir iddia taşımıyor. Projenin etki alanını değerlendirirken metodolojik kısıtlarını vurgulamaya özen gösteriyoruz. Bu proje etnik, ulusal ve dini kimliklere yönelik nefret söylemini sistematik olarak tarıyor, kadınlara ve LGBTİ’lere yönelik söylemlerin tespitini ise çarpıcı örnekler aracılığıyla yapıyor. Ancak medyanın ve medyada üretilen söylemlerin toplumda var olan eşitsizliklerle ve iktidarla olan ilişkisi ve kamuoyunu etkileme gücü göz önüne alındığında proje verileri, ülkedeki ayrımcılığa dair kayda değer bir tablo sunuyor. Hem ayrımcılığa dair çıkarımlar yapabilmek hem de mücadele yöntemlerini geliştirmek için alan açıyor.

Bir yandan da haftalık olarak medyada nefret söylemi raporu hazırlamaya devam ediyorsunuz, o da bütün raporun bir parçası durumunda, değil mi?

Evet, 2017 yılında ‘nefret söylemi haftalık Z raporları’ hazırlamaya başladık. O hafta yazılı basında nefret söylemi içeren haber ve köşe yazılarından öne çıkanları seçiyoruz. Bu örnekleri, neden nefret söylemi içerdiğine dair yazdığımız kısa analizlerle birlikte sosyal medya hesaplarımızdan yaygınlaştırıyoruz. Dediğiniz gibi bu haftalık raporlar da bütün raporun bir parçası. Haftalık paylaşılan örnekler daha sonra hem dönemlik hem de yıllık raporlarımızda yer alıyor.

ASULİS: Dil, Diyalog ve Demokrasiye dair bir çatı

ASULİS’i Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi Projesinin neresinde değerlendiriyorsunuz?

ASULİS Dil, Diyalog, Demokrasi Laboratuvarı, medya izleme projesinden edinilen bilgi ve deneyimle 2016 yılında bir çatı proje olarak kuruldu. O zamana kadar medya izleme projesi kapsamında, yazılı basının taranması ve nefret söyleminin tespit edilmesi yanı sıra paneller, atölyeler, eğitim alanına yönelik çalışmalar vb. zaten yürütülüyordu. ASULİS bu çalışmaları da kapsayan bir söylem laboratuvarı olarak kurgulandı. Laboratuvar, yalnızca yazılı basın veya medya değil eğitim, hukuk, spor gibi birçok farklı alanda ayrımcılıkla ilgili tematik tartışmalar, söyleme dair kavramsal araştırmalar yürüten ve aynı zamanda bu alanda çalışan yerel ve uluslararası aktörleri buluşturan bir platform ve referans merkezi olmayı hedefliyor. Yani, Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi Projesi artık ASULİS’in bir parçası olarak yoluna devam ediyor.

“Ayrımcılık ağırlıklı olarak siyasilerin söylemlerinde”

Malum seçim dönemi içindeyiz, böyle dönemlerde siyaset dilinde nasıl bir değişim yaşanıyor? Ya da yaşanıyor mu? Kabaca, bu dönemi siz nasıl değerlendirirsiniz?

Taraflar arasındaki farkların vurgulandığı ve milliyetçiliğin yükseldiği dönemler olarak seçim döneminin nefret söyleminde bir artış yarattığını söylemek mümkün. Tabii bu dönemlerde, bunu yazılı basında özelinde değil siyasilerin söylemlerinde daha çok görmeye başlıyoruz. Geçtiğimiz günlerde, 16 Nisan Anayasa Değişikliği Referandumu’na giden dönemde yazılı basındaki artışa dair gözlemimizi paylaştığımız bir video hazırladık. Bu gözlem çalışmanın da kapsamı gereği yazılı basındaki nefret söylemiyle ilgiliydi, doğrudan siyasilerin ya da kamusal figürlerin söylemlerine dair bir analiz içermiyordu. Ancak siyaset dili ve medyadaki söylem birbirinden elbette bağımsız değil. Yine referandum öncesi dönemde siyasiler tarafından “gâvur” ifadesinin yoğun olarak kullanılması yazılı basında yansımasını bulmuştu. O dönemde “gâvur” ifadesinin kullanımına odaklandığımız bir ayrımcı söylem raporu hazırladık. Bu rapor, 4 aylık nefret söylemi raporlarımızdan farklı olarak, nefret söyleminden daha örtük veya dolaylı olarak kurgulanmış söylemleri incelediğimiz ayrımcı söylem raporlarımızdan biriydi. Raporda genel olarak, “Gâvur” ifadesinin, tarihsel, sosyolojik ve dilbilimsel referanslarıyla birlikte, kullanımındaki bu dönemsel artışın tesadüf olmadığına işaret ettik. Dolayısıyla, seçim dönemlerinde ayrımcı ifadelerin kullanımına dair bir artıştan bahsetmek mümkün ancak tabii ki bu artışın kimleri hedef alacağı, ülkenin gündemine ve siyasilerin o seçime dair ajandasına bağlı.

“Nefret söyleminde hukuki mücadele önem taşıyor”

Son olarak nefret söylemi tartışması biraz da kelimeler üzerinden ve görünenin ardından yürüyor, tespiti ve mücadelesi zor bir alan. Bu alanda mecliste zaman zaman sivil toplum örgütleri eliyle  çalışmalar yapılmaya çalışıldıysa da büyük ilerleme kaydedilemedi. Sizin gözleminize göre, Türkiye nefret söylemi ile mücadelede hangi aşamada?

‘Nefret söylemi’ tek ve evrensel bir tanımı olmayan, tartışmalı bir kavram. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 97 Sayılı Kararı nefret söylemini özetle; ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını veya hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimi olarak tanımlıyor. Projede biz bu tanımı esas alıyoruz.

Nefret söylemi henüz iç hukukumuzda ayrıntılı bir şekilde tanınmış bir kavram değil. Konuyla ilişkili olan yasalar ise azınlıkların ayrımcılıktan korunmasına yönelik olması yerine çoğunlukla bu grupların aleyhine kullanılabiliyor. Hatta bu grupların haklarının korunmasına dair söylenen ifadelerin kısıtlanması ve ifade özgürlüğünün ihlali olarak da sonuçlanabiliyor. Dolayısıyla aslında birbirinin karşıtı olmayan, aksine bir arada kazanılması gereken ifade özgürlüğü hakkı ve nefret söyleminden korunma hakkı için yapılacak hukuki mücadele büyük önem taşıyor. Ancak yasaların ve yargı yolunun tek çözüm olmadığını görmek de bir o kadar önemli. Bu nedenle proje bağlamında toplumsal dönüşümü esas alarak, sivil denetimin gücünü ve etkisini önemseyerek çalışıyoruz.

Etiketler