‘Erkeklik Krizi’ Kadına ‘Şiddet’ Olarak Dönüyor
“Erkeklik krizi”, “Erkeklik azalması” “Erkeklik kaybı” gibi kavramlar hem dünyada hem de ülkemizde son yıllarda sıkça tartışılan kavramlar. Yenisöz Gazetesi’nin 8 Mart’daki “Bugün Erkekliği Yok Etme Günü” manşetini, tartışmanın en üst perdeye yansımış hali olarak değerlendirmek mümkün. Prof. Dr. Fatmagül Berktay ile manşetten hareketle ‘erkeklik krizinin’ kadınlara etkisi başta olmak üzere toplumsal boyutlarını konuştuk.
Bu yıl 8 Mart daha toplumsallaşmış hatta bir yandan ‘bayram’ havasında kutlandı, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. 8 Mart mücadele günüdür; çiçek, böcek olma günü değildir. Kadınları sömürürken, her türlü iki yüzlülüğü yaparken, çalışma koşullarıyla ilgili hiçbir düzenleme yapmazken reklam yapma riyakarlığını görmek lazım. Öte yandan yayılması hoş bir şey, magazinsel bir yanı olsa da bu çabalar görünürlük anlamında önemli. “Kadına kadın çocuğa çocuk diyoruz” güzel bir slogandı misal. Kadınların yağmur çamur demeden toplandılar ve birlikte “biz varız ve hayatı istiyoruz” dediler. Bu çok önemli.
Bu erkeklik için korkutucu bir durum, değil mi? Yeni Söz’ün manşetini hatırlarsak…
O gazetenin manşeti tam da ‘erkeklik azalması’ dediğimiz şeyin yansıması. “Kadınlar bizi psikolojik olarak hadım ediyorlar” gibi paranoyalar içindeler. Bu ‘azalmanın’ neticesiyle yaptıkları saldırılara karşı kadınlar çok uyanık olmalı. Ve vicdan sahibi erkekler de bunun ne anlama geldiğinin farkına varmalılar.
Krizin son yıllarda artış göstermesinin sebebi nedir?
Kadınlar son 30 yılda hakikaten önemli kazanımlar elde ettiler ve bir miktar güçlendiler. Bardağın dolu kısmı bu. Ama karşılığında erkeklerde bir güç kaybı algısına, bir erkeklik azalması algısına da yol açtı. Bunu mesela Mağdur Babalar Derneği’nin mensupları çok net bir şekilde söylüyor. Diyorlar ki ‘devlet kadınlara çok fazla destek oldu onlar tepemize çıktılar bu durumu düzeltmek lazım’. Bunun Meclis’te de yansıması oluyor, boşanma yasalarının değiştirilmesi yönünde. Genel olarak erkeklerde ‘Vay bizim imtiyazlarımız elden gidiyor’ gibi bir korku var. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken kadınlar birdenbire kamusal alana çıkınca erkeklerde benzer korkuya yol açmıştı. Ve birden bire ne yapacaklarını bilemez hale geldiler. Bunu da çok net bir biçimde ifade ediyorlardı. Şimdi buna benzer ama çok daha derin bir biçimde karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla ben bugün söz konusu olanın bir regresyon bir geriye gitme olduğunu düşünüyorum. İslam motifli bir muhafazakarlık var ama ondan da önemlisi bir geriye gidiş var. Kadının elde ettiği hakları tırpanlamak gibi bir sonu olabilir bu durumun. Kadın hakları en kırılgan haklardır o yüzden; kimse, verilmiş hak geri alınmaz gibi düşünmemeli.
Erkeklik krizi gündelik hayata özellikle kadınlar için ne olarak dönüyor?
Gündelik hayatta erkek şiddetinin bu kadar artmasına tekabül ediyor. Dünyanın en haklı, en meşru şeyiymiş gibi gösterilmesine tekabül ediyor. Şiddet her zaman vardı doğru. Dünyanın her yerinde de var bu da doğru. Her yerde kadın erkek eşitsizliği var, güç eşitsizliği var. Bu eşitsizliğin daha az, daha çok olduğu yerler var. Daha çok olduğu yerlerde kadınlar her gün üçer beşer öldürülmüyor. Ama Türkiye’de durum giderek böyle oldu. Bazıları bunu muhafazakarlığın artmasına, İslam’a bağlıyorlar, bazıları sapıklığa bağlıyor. Bence bunlar değil asıl sorun. Aataerkil bir zemin var bizim gibi toplumlarda çok güçlü. Bu zeminin kaybının hissedilmesi şiddeti arttıran bir etken. Bugün asıl değişen şey şiddetin dünyanın en olağan şeyi gibi karşılanması ve erkeklerin bu böyle sunmaları. Toplumda bunun karşılığı var çünkü. Kadını öldürüyor ‘ vay namusumu temizledim’ diyor ondan sonra hapishanede sırtı sıvazlanıyor. ‘Erkeksin, aslansın, kaplansın’ deniyor. İlginç olan özellikle kentlerde eğitimli kesimdeki erkeklerin cinayet işliyor olmaları. Biz eskiden daha taşranın sorunu, uzaktakilerin sorunu gibi düşünürdük. Ama geldiğimiz noktada İstanbul kadınlar için en tehlikeli şehir.
Toplumda ve kadınlarda da ‘eğitimli ama çalışmayan’ kadın imajı giderek önem kazanıyor. Bu bir yandan politika olarak da yürütülüyor. Bu durumun özellikle kadınlar tarafından içselleştirilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ailecilik ideolojinin bu kadar yaygınlaştırılması, kadınların birey olarak haklarını ve özerk insani varlıklarını zayıflatan bir şey. Tabi kadının anne olması, aile içindeki gücü bütün bunları inkar etmek için söylemiyorum. Ama bütün bunlara rağmen kadınlar; kendi başında insan varlıkları ve hak özneleri. Bunu kabul ettiremezsek vay halimize. Kadınların bunu içselleştirmesinin doğal olduğunu düşünüyorum. Kadınlar hem ailede bir sürü yük yükleniyor hem annelik rolü var hem de dışarıda çalışıyor. Her şeyi en iyi yapmaya çalışıyor. Dünya kadar yük. Deniz Kandiyoti bu konuda hep ‘ataerkil pazarlık’a vurgu yapar. Ne yapıyor kadınlar kendilerince bir uzlaşma yapıyorlar; ‘erkek eve ekmeği getirsin ben de evime gül gibi bakayım’. Bunu anlıyorum. Ama öte yandan bunu anladığım halde bu varoluş biçiminden vazgeçer miydin desen? Hayır vazgeçmezdim. Bu benim içsel olarak gerçekleştirmemi sağlayan bir şey. Ben sadece anne değilim bir sürü kimliğim var. Ve ancak onlarla birlikte ben saygı duyan bir insan varlığı olabiliyorum.
Bunda neoliberal politikaların etkisi var diyebilir miyiz?
Hakitaten neoliberal politikalar ailecilik ideolojisi üzerinden, işte kapitalist ataerkilin çok güzel uzlaşmasıyla gene bütün yükü kadına yüklemenin bir aracı oluyor. Kreş açmayıp, anneannelere, babaanneler maaş vermek kadının emeğini görünür kılmak olmuyor. Kadınları koruyormuş gibi görünen bir takım önlemle; esnek çalışma, yarım gün çalışma kulağa hoş geliyor ama bunlar aynı zamanda tuzak. TÜPAV’ın araştırması var bu konuda. Bu düzenlemeler kadın istihdamının düşmesine sebep oluyor. Şirketler kadının gebe kalırsa ücretsiz izin kullanacak, yarım gün çalışacak üzerinden kar zarar hesabı yapıyor. Sonuç olarak da kadınları çalıştırmama kararı alıyor. Kapitalizmin çok işine geliyor kreş açmak yerine kadınlar evde otursun oradan tüketsin, kadın istihdamı olmasın zaten işsizlik var erkekler işe girsin. Bunun erkeklik krizine olan yansıması da ‘Evin reisi benim, eve ekmek getiriyorum. O zaman bana itaat edeceksin’e dönüyor. Evde tek çalışanın kadın olması durumunda şiddetin daha çok arttığıyla ilgili çalışmalar var. Koca erkeklik kaybını kadının üzerinden çıkarmaya çalışıyor. Dolayısıyla bütünsel olarak baktığımızda bu ailecilik ideolojisinden, kadının sadece anne olduğu zaman saygı görüyor olmasından, statüsünün o zaman yükselmesinden vazgeçmek gerekiyor.
Kadına şiddetin yanı sıra çocuklara saldırıların artması yine erkeklik kriziyle ilgili olarak değerlendirilebilir mi?
Geri gidiş derken Cumhuriyet öncesini demiyorum binlerce yıllık bir geri gidiş var. Babalarının çocuklarını öldürmesi bunun yansıması. Roma Hukuku’na göre, eğer sen birine sahipsen onu öldürme hakkına sahipsin demektir. Kadınlar, çocuklar ve köleler erkeklerin, aile reisinin mülküdür. Bütün orta doğu toplumlarında kadınlar ve çocuklar babanın mülkü olarak görülüyor. Böyle bakınca öldürme hakkını da kendinde görüyor. Kadına şiddet de durum böyledir. “Bu benim malım, nasıl boşanır, nasıl başkasıyla evlenir?’ Onu kendi mülkü gibi görüyor dolayısıyla yaşatma hakkına da öldürme hakkına da sahip olarak görüyor. Germaine Tillion, Harem ve Kuzenler kitabında şöyle bir tespitte bulunuyor. ‘Ataerkilliğin yoğun olduğu Doğu Akdeniz toplumlarında eğer monoteist din kurumsallaşmış din kendisinden önce var olan bir kuralı sürdürüyorsa o yasa pekişir tam tersine kendisinden önce gelen bir kurala karşı çıkıyorsa kazanan din değil gelenek olur.’ Biz de olan bu.
Erkeklik çalışmalarının bu konuda ‘çözüm’ olduğuyla ilgili bir bakış var siz buna katılıyor musunuz?
Erkeklik çalışmaları önemli fakat bu tam tersine yeniden bir ego ve ben merkezciliğe de yol açabilir. Tabi aslında sorun kadın sorunu değil, erkeklik sorunu. Ama bunun yolu erkeği hadım etmek değil. Erkekliğin ataerkil düzenle, neoliberal iktidarla, eril devletle nasıl bir ilişkisi var bunun görülmesi ve yoğunlaşılması lazım. Bu da artık kadınların görevi değil . Ama gene ikili bir şey söyleyeceğim. Kadınların mücadelesine erkeklerin destek vermesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bütün dünyadaki bu erkeklik krizinden dolayı, erkeklerin bunun farkına varıp, bunun aynı zamanda otoriterliğe, militarizme, erkek iktidara karşı bir şey olduğunu ve bunun demokrasi mücadelesinin parçası olduğunu görmeleri çok önemli. Kadın mücadelesine nasıl katılacaklar bu önemli. Kadın hareketleri ortadan kalksın demiyorum. Ama mümkün olan en geniş ittifakları yapmamız lazım.
Bizi Takip Edin