Reçel Blog’un Gündemini Okurları Belirliyor
'Kadınların tercihlerinin hayatlarında yük olmayacağı bir kamusallık hayal edebilir miyiz?' sorusuna cevap arayan Reçel Blog'un editörlerinden Feyza Akınerdem ve Rumeysa Çamdereli ile Reçel Blog'u, gündemlerini ve son dönemde yeni bir çerçeveyle ortaya çıkan başörtüsü meselesini konuştuk.
Öncelikle bize röportaj vermeyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. İlk sorum Reçel’in açtığı alanı nasıl tarif ediyorsunuz? Kadınlara nasıl bir zemin sunuyor?
Feyza: Çok zor bir soru (gülüşmeler). Reçel macerası üç buçuk yıldır sürüyor ve biz başta tahmin ettiğimizden çok daha fazla geri dönüş aldık. Reçel’in yaptığı en önemli iş belki daha önceden hiç yazı yazmamış ve kendini anlatmamış kadınlara yazı diliyle kendilerini anlattırmak, onlara anonim kalma şansı tanımak ve gündelik hayatlarından belki başka mecralarda konuşamayacakları konuları konuşma imkanı sağlamak. Böyle bir alan açtık ama aslında bu karşılıklı oldu. Yani gelen yazılar daha sonraki yazıları tetikledi. Biz de editöryal ekip olarak bunlar üzerine yorumlarımızı yaptık; bazen yazılara geri dönüş yapıp çerçevesini, ortaya attığı argümanları değerlendirdik. Böylece karşılıklı olarak ortaya bence çok güçlü bir yazı arşivi, deneyim arşivi çıktı. Açtığı en önemli alan bu ve bu alan sadece kadınların konuşabildikleri bir alan değil aynı zamanda o konuştukları konular üzerinden bir gündem oluşturan bir alan. Yani müslümanlığa yakın ya da müslüman kadınlarla diyalog halinde olan kadınların gündemleri ne? Esas gündemleri ne? Gündelik hayatlarında konuşmak istedikleri meseleler ne? Yüksek siyasetin, daha geniş çerçevede kimlik siyasetinin veya başka türlü büyük harfle yazılacak siyasetlerin belirleyemediği gündemleri biz oluşturduk. Bence açtığımız alanı böyle tarif edebiliriz.
Rümeysa: Evet ve Müslüman kadın tecrübesi aslında çok homojen bir tecrübe olarak biliniyordu. Sanki aynı şeyleri yaşayan, aynı şeylere sevinen, aynı şeylere üzülen, aynı yerlere giden, aynı yerlerden gelen, hepsi başını örten… bir kadın grubuymuş gibi düşünülüyorduk. Böyle bir rahatsızlıktan da hareketle Reçel’in hayalini kurduk. Hepimiz bambaşka hayatlar yaşıyorduk ve bu farklılıkları ortaya çıkarmanın kendisi bile çok önemli bir katkı sunacaktı hayatımıza. Gerçekten kendi adıma da söyleyebilirim ki gelen yazılardan çok şey öğreniyorum. Bazı yazılara “böyle bir şey olabilir mi” diyorum, anlamaya çalışıyorum ya da tam tersi “bu yazıyı ben yazdım galiba, tam da beni anlatıyor” diyebiliyorum. Yani tekil bir şey yok. Tekil bir görüntü yok. Tekil bir kimlik yok. Bu çeşitliliği ortaya çıkarmak gibi bir alan açtı bence Reçel.
Peki Reçel’in gündeminde neler var? Belli bir konu başlıkları var mı? Yoksa hayatın her alanına mı tekabül ediyor?
Feyza: En uzun soluklu gündemimiz aile hayatı tabi; evlilik, çocuk, boşanma ve bunun içerisinde kadınların yaşadıkları. Buna ek olarak anne – baba ilişkileri ve onların hayatlarımızı nasıl şekillendirdiği. Dolayısı ile aile ilişkileri ve akraba ilişkileri hiç eskimeyen gündemimiz. Ve burada da tabi duymadığımız görmediğimiz ya da duyup görüp bunun bir kamusal bilgi olup olmayacağından emin olamadığımız, -yani bazı şeyler kamusal alanda konuşulur da bunlar böyle daha arkadaş arasında komşu oturmasında konuşulur ya- tam da o konuşma halini kamusal bilgiye ve yoruma açtı Reçel. Böyle bir gündemi her zaman var. Son dönemde en çok gündem oluşturan şey mesela seyahat yazıları oldu. Dolayısıyla kadınların sadece evde değil dışarıda, sokakta, seyahatte, dünya çapında aslında neler yaşadıklarına dair bir gündem oluşturduk. Bu da çok ilgi topladı çünkü artık dünya daha mobil. Gençler daha çok seyahat ediyorlar.Seyahat güvenliği, belki seyahatin daha ucuzlaşması gibi durumlar, başka zorunlu insan hareketliliklerinden bağımsız olarak kadınlar açısından bir sürü yeni deneyimi mümkün kıldı. Onlar da Reçel’i şekillendirdi.
Rümeysa: Yakın zamanda cinsellikle ilgili yazılar gelmeye başladı mesela. Çok az olmakla birlikte, kadın cinselliğini tartışmak açısından bence çok önemliler. Aile hayatının yanı sıra bir de bir üst kuşakla olan hesap vermelerimiz çok fazla gündeme geldi. Burda şunu söylemek gerekir: Biz Reçel’in gündemini belirlemiyoruz. Normalde dergiler ya da başka yayın kuruluşları belirli periyotlarla bu zaman aralığında şunu gündemimize alacağız gibi ek çabalar gösterip yazılar topluyor ya da yazılar yazdırıyor. Bizde öyle bir sistem yok. Kendi kadromuz da dahil olmak üzere birbirimize yazı yazdırmıyoruz ama eğer bir şey gündeme geliyorsa o doğal bir akışta Reçel’e de geliyor ya da gelmiyor. Böylece Reçel okurları ve yazarlarının gündeminde nelerin olup olmadığına dair bir veri sunmuş oluyor Reçel.
Yayın politikanızı biraz daha açalım
Feyza: Aslında Reçel’de üç yazı mecrası var. Biri Reçel’in ana sayfası; bizim seçtiğimiz editöryal süzgeçten geçirdiğimiz yazılar var. Biri açık mutfak; gelen bütün yazıların yayınlandığı. Biri de yorumlar. Yorumları da çok ciddi hakaret, küfür, yaralayıcı ve zarar verici bir içerik olmadığı müddetçe yayınlıyoruz ve biliyoruz ki Reçel okurları bu üç mecrayı da takip ediyor. Yayın politikamız dolasıyla oldukça esnek ve şeffaf. Gelen bütün yazıları yayınlamak baya büyük bir iş. Editöryal süreçte yazının dili konusunda bazen destek verebiliyoruz. Bazen Türkiye gündemindeki hassasiyetleri gözetip veya işte bu biraz ayrımcı bir dile doğru gidebilir mi acaba diye endişe ettiğimiz -mesela başka kadınlıkları aşağılayan ya da yok sayan niyetli veya niyetsiz herhangi bir ifade varsa- o konularda ‘acaba bunu bir daha düşünebilir misiniz’ diye yazarlara dönüş yapabiliyoruz. Bence şu önemli: konuk yazarlarımızın çoğu belki hayatlarında ilk defa yazıyorlar ve bir yerde yayınlatıyorlar. Dolayısıyla orada o taze, içten gelen, hiçbir formata uymayan yazılara ne kadar müdahale edilebileceği çok hassas bir konu. Mümkün olduğunca az müdahale etmeye çalışıyoruz. Yayın politikamız, az müdahale ile gelen her şeyi yayınlamak. Bir de yorumlar var. O yorum bölümü de aslında siteyi canlı tutup sonraki gelecek yazıların gündemini belirleyen bir bölüm. Şöyle eleştiriler gelebilir ‘Reçel şu konuda hiçbir şey söylemedi’ diye. Bu da bence şöyle bir yanılgıdan kaynaklanıyor. Sanki Reçel hakikaten Rümeysa’nın dediği gibi oturup bir gündem belirliyor ya da belirlememeyi tercih ediyor gibi halbuki bizim gündemimizi tamamen okurlarımız ve yazarlarımız belirliyor. Dolasıyla bize şunu neden gündem yapmıyorsunuz diye soranlara diyoruz ki ‘siz yazar mısınız bunu, yazarsanız yayınlarız’. Böyle bir yayın politikamız var. İlk başlarda kendimiz editöryal ekip daha çok yazı yazıyorduk şimdi ona bile gerek kalmadan ya da biz öyle bir aralık bulmadan sanki Reçel böyle kendi hikayesini anlatır duruma geldi. Biz de böyle seyirci koltuğundan seyrediyoruz. Yani hem üreten hem seyreden konumundan bakıyoruz.
Rümeysa: ‘Reçel yazısı’ diyebileceğimiz bir şey yayınlıyoruz. Kendisi zaman içinde oturmuş bir format bu. İlk zamanlarda makale formatına yakın, uzun, bol alıntılı bol dipnotlu metinler de geliyordu bize. Bizse genelde, gündelik olarak okunup rahatlıkla anlaşılabilecek, rahatlıkla empati kurulabilecek ve mümkünse kişiyi orada hissettiğimiz, soğuk bir analizler silsilesi değil de hikayenin kendisini, onun ağzından dinlediğimiz bir metin istediğimizi iletiyoruz yazarlara. ‘Mümkünse senin hikayeni, senin bakışınla ve senin durduğun yerden dinlemek istiyoruz çünkü duyulmayan şey o’ demek gibi bir derdimiz var yazarlarımıza. İnternet ortamında okunabilir bir yazı nasıl olur meselesine de biraz kafa patlatmış olduk ama her şey gibi bu da el yordamıyla oldu Reçel’de ve bu durumdan memnunuz.
Biraz da Reçel’in kimliğinden bahsedelim. Bildiğimiz kadarıyla müslüman ve kadın kimlerine yönelik bir kitlesi var Reçel’in. Bunlara ek olarak feminizm kimliğini de sayabilir miyiz? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Rümeysa: Evet, evet. Kesinlikle. Zaten feminist bilinç yükseltmenin kendisi ilham bence, ki kendi hikayeni anlatmak hikayelerin ortak noktalarını görmek ve ortak noktalardan kendine mücadele alanı yaratmak gibi böyle bir metot varken feminizmin orta yerinde bu metodu bu kadar benzer bir şekilde online bir ortamda gerçekleştirirken, “Hayır benim feminizmle hiçbir alakam yok” demek gerçekten anlamsız olur. Feminizme eleştiri sunmayan, salt karşı çıkan anti-feminist metinleri de yayınlamıyoruz zaten Reçel’de. Reçel’i feminist olarak tanımlamasak da anti-feminist olmadığı net.
Peki aynı kapsayıcılık kaygısı Müslümanlık kimliği için de geçerli mi? (müslüman ve müslüman olmayan kadınlar için de geçerli mi?)
Rümeysa: Ek bir kaygımız yok ama Müslüman olmayan ya da seküler kadınların kendilerini rahatlıkla ifade edebildiği farklı platformlar da var. Bizim de sevdiğimiz, takip ettiğimiz, bir arada bir şeyler yapmaktan zevk aldığımız Çatlak Zemin gibi Beş Harfliler gibi. Oralara yazmayı tercih ediyorlar, ama Reçel’e böyle bir yazı geldiğinde ‘hayır yayınlamayız’ demiyoruz. Bolca takip edilen, bolca insana ulaşan birçok platformda yazılarını yayınlama şansına sahipler.
Feyza: O da biraz yazı akışıyla da alakalı. Yani ‘kadınlar ve bilhassa müslüman kadınlar’ deyince, müslüman kadın olabilir, müslümanlığa yakın, toplumsal olarak hayat tarzı olarak, kadınlar olabilir, ya da müslümanlıkla diyaloğa girmekten çekinmeyen kadınlar olabilir. Bu çerçevede yazılar var. Bu şuna benziyor sonuçta ben de Rümeysa da bir çok kadın toplantılarına katılıyoruz. Ana ekseni ne belirliyorsa ona yakınlık hisseden kadınların sesi orada daha çok duyuluyor. Daha seküler diyebileceğimiz kadın grupları ve hareketleri içerisinde öyle bir norm oluşuyor ama mesela bizler de gidiyoruz oraya. Reçel ana eksen olduğu zaman da Reçel böyle bir alan açıyor. Daha önce oralarda kendine alan bulamamış kadınlar. Ama daha seküler kadın hareketlerinden kadınlar da Reçel gündemine uygun olduğunu düşündükleri konularda bize geliyor. Ya da hiçbir şekilde dinin yer almadığı çerçevede yazılmış yazılar da oluyor. Dolayısıyla o ikiliyi de biraz kıran, kırmaya çalışan ama özellikle müslüman kadınların müdahalesiyle o ayrımı kırmaya çalışan bir yer Reçel.
Yani sonuç olarak bir kadının size yazması için sadece bir hikayeye sahip olması yeterli
Feyza: Evet
Başka bir filtreniz yok. Peki yakın zamanda başörtüsü konusu yeni bir çerçevede tekrardan gündeme geldi. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Reçel bu konuda ne düşünüyor ya da?
Rümeysa: “Bianet’in Başörtüsü Mücadelesinin Değişen Yolculuğu” serisi yayınlanmadan önce, hayatına başörtüsüz devam etme kararı alan birkaç kadının hikayesi üzerinden konu Reçel’in gündemine de geldi. Örneğin, başörtüsüz bir kadın camiye gidiyor ve camiye doğru yöneldiğinde tuvaleti gösteriyor etraftakiler, etrafındakileri namaz kıldığına ikna etmesi zaman alıyor. Bunun ne kadar yorucu olduğunu yazmıştı yazarlarımızdan biri. Ya da bir diğer kadın önyargıyla mücadelesinden bahsediyordu. Bu duruma dair ek analizler yapmak ya da buna acayip anlamlar yüklemek gibi bir heyecana kapılmadık açıkçası yazılar geldiğinde. Geri kalan hikayeler kadar benzersizdi bu hikaye de o kadar.
Feyza: Aslında baştan şunu söylemek lazım. Bu aslında kadınları dinle ilişkileri üzerinden nasıl tanımlayacağımızla ilgili bir mesele. Biz dedik ki; kimlik siyaseti olmasın, yüksek politikanın dilini kullanmayalım. Ama nasıl bir dil kullanalım? Bu durumda kamusal ve özel alanda kendine müslüman demekten çekinmeyen, bunun görünürlüğünü de başörtüsüyle yaşayan, yaşamayan kadınlara çağrı yaparak, müslümanlığı dışlayıcı bir şekilde değil de içeren, kapsayıcı bir şekilde kullanmaya çalıştık. Bunda da başörtülü demekten çekindik çünkü bu kadar esnek bir tanımlama içinde çok anlamsızlaşan bir sıfat oluyor. Bence bu meselenin başlığını başörtüsü yapmaktan çıkarmalıyız artık. Bu mesele dediğim de kadınların gerçekten kamusal hayatta görünürlüğü ve ev hayatı. Bunun başlığı başörtülü-başörtüsüz olmaktan çıksın. Çünkü başörtüsüne olduğundan fazla ya da taşınabileceğinden daha ağır bir yük yüklemenin hiçbir anlamı yok. Biz zaten başını örten ya da başı açık olan bütün kadınlar olarak Türkiye Cumhuriyetinin sırtımıza yüklediği bu yükle yaşıyoruz. Çok uzun süre kadınlar birbirlerini suçladılar bu yüzden. Başı açık kadınlar ‘sizin yüzünüzden biz kendimizi dindar değil ya da ahlaki olarak düşük hissediyoruz ya da bize öyle bakılıyor. O yüzden sizin başınızı örtmeniz problemli’ dediler mesela. Başörtülü kadınlar da ‘biz kamusal alanda bu sıkıntıları yaşadık, toplumsal hayattan dışlandık’ dediler ve bunlar çözüme giden değil tekrar tekrar söylenip anlatılarak kanırtılan yaralar haline geldi. Biz bence artık bunlardan biraz uzaklaşıp, başka meselelerimize bakmalıyız. Yani bir kadının başka meselesi yok mu hayatla ilgili? Belki gündemini belirleyen çok daha büyük meseleler varken hepsinin faturası başörtülü-başörtüsüz tartışmasına kesildi çok uzun süre. Reçel’in yapmaya çalıştığı biraz aslında o başlığa müdahale etmek, onu ortadan kaldırmak, onu dönüştürmek, başka çerçevelerde konuşturmaya çalışmak. O yüzden de müslüman dedik ve bunu da çok esnek bir şekilde tanımladık.
Son dönemki tartışmalarda aslında iki şey var. Yine kadınlar kendilerini anlatıyorlar ve bu çok önemli. Bizim değer verdiğimiz Reçel’in iş yapma biçimi bu. Diğer yandan da buna çizilen çerçeveler ve bunun yarattığı heyecan dalgası içinde insanı rahatsız eden, aşırı anlamlandırma içeren bir taraf var. Başını açmak aşırı anlamlı, çok özgürleştirici, çok şucu, çok bucu dolayısıyla çok olumsuz giden bir siyasi dalgayı böyle tersine çevirme gücü olan bir hareket gibi. Bu çerçevede anılmaktan ve bu çerçevede alkışlanmaktan bir kadın memnun olabilir de olmayabilir de buna karışmıyorum ama bu çerçevenin kendisini yani böyle bir anlam yükleme ve yine taşıyamayacağımızdan ağır bir yüke dönüşmesini ben şahsi olarak, feminist olarak ve bir sosyolog olarak sorunlu buluyorum. Bunların kadınların hayatlarında artık sırtlarına yük olmayan geçişkenlikler haline gelebileceği bir kamusallık hayal edebilir miyiz? Benim sorum bu. Reçel de bence bu soruya cevap arıyor.
Rümeysa: Buarada yakın zamanda bize “başörtüsü prograpagandası yapma” eleştirisi gelmişti. Bir gezi yazısı vardı, başlığında da başörtüsü geçiyordu (Katolik Kilise Yurdunda Başörtülü Bir Müslüman Kadın). Orada ‘neden başörtülü olduğunuzu vurguluyorsunuz, işte başörtüsünü pazarlıyorsunuz, başörtüsünden nemalanıyorsunuz’ deniyordu. Ama bizim için eğer başörtüsü takma durumu o insanın tecrübesinde bir şey farklılaştırıyorsa ve bunu ifade etmek istiyorsa tabi ki Reçel’de yazacak ve başörtüsü takmama durumu yine tecrübesinde camiye gitme örneğindeki gibi bir farklılaşma yaratıyorsa tabi ki onu Reçel’e yazacak. Çünkü bu tecrübeleri öğrenmeye ve Feyza’nın dediği gibi normalleştirmeye çalışıyoruz. Bu tecrübeyi anlatmazsam iyileşemeyiz. İyileşmek çabası var aslında Reçel’in içinde. Birbirimize açtığımız yaralarla ve kendi kendimize açtığımız yaralarla ilgili iyileşmeye çalışırken bütün bu tecrübelere yer vermek istiyoruz. Başörtülü kadınların da senelerdir anlatmadığı ve sadece yasakla ve eğitim alamama çevresinde dönen tek bir hikayeyle anlatılan durumu çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Daha temkinli, herkesi kapsayacak herkesin hikayesini rahatça anlatmasına vesile olacak ve birilerini dışarıda bırakmayacak, rahatsız hissettirmeyecek şekilde bir ortam kurmaya çalışıyoruz.
Toplu bir hareket olmasından ziyade kadınların bireysel hikayeleri olmasına özen gösteriyorsunuz o zaman bu durumda.
Rümeysa: Yani büyük resim değil de küçük resimleri anlatmak. Bundan büyük bir resim çıkmasın istiyoruz.
Feyza: Aslında şu anda dünyada da Türkiye’de de bir konuda gündem yaratılırken tabii ki önce küçük resime bakılıyor. Ondan sonra onun üzerinden büyük bir çerçeve çizilmeye çalışılıyor. Reçel’in yapmadığı biraz o büyük çerçeveyi çizmemeye çalışmak. Bence fark bu. Bianet’in yazı dizisi de aslında herkesin şahsi hikayesi. Bir kadın bunu daha büyük, daha ideolojik, daha toplumsal hareketlilik içerisinde anlatmak istiyorsa kendi açısından anlatabilir. O da onun kendi anlam dünyasıdır ama bunun üzerinden böyle bir resim çizmek bence o kadınlara da kendi hikayesini anlatan kadınlara da bir haksızlık. Aslında Reçel’in de zaman zaman böyle heyecanlı karşılandığı durumlar oldu.
Biz -Türkiye’de bir söz söylediğiniz zaman sizin kastınızdan çok daha büyük anlamlara gelmesinden kaçınan kadınlar- olarak Reçel’deyiz. Küçük bir şey anlatıyoruz ve o küçüklüğü içerisinde kalsın istiyoruz. Belki küçüklük değil ama doğru kavram ne düşünmek lazım.
Sahip olduğundan daha farklı ve daha fazla anlam yüklememek belki
Feyza: Evet yani sırtındaki yükü artıramamak. Zaten verdiğin mücadele kendi içinde zor bir mücadele onun zorlaştıran bir yük yüklemek esas problem. Reçel’e de böyle bir anlam yüklenmesi bizi zaman zaman yordu.
Rümeysa: Feyza makbul Müslümanlığı yazmıştı “Reçel Blog’un Şerrinden Allah’a Sığınmak” yazısında. Makbul Müslüman olarak kabul edilmek, ya da seküler camianın daha makbul gördüğü Müslümanlar olmak meselesi. “Benim de Müslüman arkadaşlarım var” Müslümanlığı. Bizim için bu tartışma bir gerginlik sebebi oldu ama bu durumu kendimizi doğru bildiğimiz şekilde ifade etmemizi engellemiyor. Aynı şey bu başörtüsü meselesinde de geçerli. Biz kendi yaşadığımız şeyi aynı doğallığıyla, aynı duruluğuyla anlatmaya ve mümkünse bunu büyük analizlere dökmemeye çalışıyoruz. Bu tartışmalar çok değerli. Var olan bir şey ortaya çıktı, bu kadar kadının gündemi olan bir şeyin, bu kadar fazla kadın tarafından tartışılması da çok değerli.
Feyza: Bir ekleme yapmak istiyorum. Daha seküler, sol, ilerlemeci, ya da daha feminist çevrelerdeki heyecanın bir karşılığı da müslüman camialarda suçlayıcılık olarak var. İşte siz makbul olmaya çalışıyorsunuz. Siz kendiniz birilerine beğendirmeye çalışıyorsunuz gibi. Aslında ikisini de yapmamaya calışıyoruz. O yüzden geriliyoruz. Oradan bir dalga geldiği zaman bizi geriyor. Bu taraftan geldiği zaman başka türlü. Yapığımız iş ne kadar heyecan verici ve güzel ve bizi motive edici olsa da bir yandan da zor.
Özgürleşme hikayesi olarak tanımlanması ile alakalı söyleyebileceğiniz bir şey var mı?
Feyza: Bence kadınlar neyi özgürleşme olarak yaşıyorlarsa onu özgürleşme olarak tanımlayabilirler. Hayat tarzı değişikliği olarak tanımlayabilirler. Yani o konuda hiçbir şey söyleyemeyiz biz. Kadınların kendilerini başörtüsüyle ilgili nasıl tanımladıkları tamamen kendilerini bağlar. Ben de yarın sokağa çıktığımda başımı örtmemeye karar verirsem bunun gariplik, tuhaflık, kurtuluş, ya da büyük bir hata ya da davadan vazgeçiş olarak tanımlanmamasını isterim. Başımı örtmeye devam ediyor olmamın da hala aydınlanamamış ve özgürleşememiş bir kadın olduğum önyargısıyla karşılanmasını istemem. Zaten tanımlanmaktan yorulmuşum. Bu da benim hikayem olsun isterim. Bence kadınlar kendi adlarına bu hikayeleri kendileri istedikleri dilde yazsınlar. Reçel’in duruşu budur. Yeter ki kimse gelip onun üstüne bir çerçeve koyup özgürleşen kadın özgürleşemeyen kadın aydınlanan kadın ezilen kadın çerçeveleri çizmesinler.
Rümeysa: Kendime dair anlattığım şeyin de bazen karşıya dair yargıyı ifade ettiği bir nokta oluyor, buna dikkat etmeye çalışıyorum kendi adıma. Reçel’de de öyle dikkat ediyoruz ama muhakkak ki bu süreçte illa ki birbirimize de kötü hissettirecek şeyler söyleyeceğizdir. Her türlü geçiş sürecinde olduğu gibi. Ama her türlü hareket dışarıdan özgürleşme ya da tersi olarak okunduğunda rahatsız edici bir şey. İnsanlar kendini özgürleşmiş hissediyorlarsa bu da başka bir şey.
Peki son olarak Reçel gelecek dönemde neler yapmayı planlıyor?
Rümeysa: Reçel kendi yayın hayatına benzer bir şekilde devam edecek ama umuyorum ki güzel bir arayüzle devam edecek. Bununla ilgili çalışmalara başlıyoruz. Bahsettiğimiz, açık mutfak gibi kısımların daha görünür olduğu bir web sitemiz olacak. İçerikleri de daha fazla öne çıkaran takip edilirliği kolay bir web sitesi hedefimiz var. Onun dışında farklı kadınlarla Müslümanlık, feminizm, kadın hareketi gibi konuları konuşabileceğimiz farklı şehirlerde çalıştaylar yapma planımız var. Bir de biraz önce bahsettiğimiz Reçel yazısı denen şeyi birlikte yazabileceğimiz, kendi gündemimizi konuşup kendi yazılarımızı yazacağımız Reçel yazısı atölyeleri yapmayı planlıyoruz İstanbul ve Ankara’da. Bu sayede inşallah hem Reçel’in açtığı tartışmayı daha farklı kadınlarla birlikte tartışıp daha derinleştirme şansımız olacak hem de var olan içeriği daha fazla derinleştirmek ve daha fazla Reçel kadını daha fazla Reçel yazarı ortaya çıkarmak mümkün olacak.
Bizi Takip Edin