Çatışma Döneminde Yoğunlaşan Barış Arayışları
Dünyadaki çatışma çözümü deneyimleri, Türkiye’de “Çözüm Süreci” sırasında çok rağbet görmeyen bir mesele idi. Çatışmaların yeniden başlaması ve yakın gelecekte çözüm ihtimalinin olmayışı sivil toplum örgütleri ile akademisyenleri bu deneyimleri yeniden ve daha yoğun incelemeye sevk etmiş görünüyor. Çatışma halindeyken çözümü konuşmanın anlamını sivil toplum temsilcilerine sorduk… … 2013 yılında başlayan Çözüm Süreci, toplumun çok […]
Dünyadaki çatışma çözümü deneyimleri, Türkiye’de “Çözüm Süreci” sırasında çok rağbet görmeyen bir mesele idi. Çatışmaların yeniden başlaması ve yakın gelecekte çözüm ihtimalinin olmayışı sivil toplum örgütleri ile akademisyenleri bu deneyimleri yeniden ve daha yoğun incelemeye sevk etmiş görünüyor. Çatışma halindeyken çözümü konuşmanın anlamını sivil toplum temsilcilerine sorduk…
…
2013 yılında başlayan Çözüm Süreci, toplumun çok büyük ilgiyle ancak ekseriyetle aktörlere odaklı, edilgen olarak izlediği bir süreç oldu. Daha çok aktörlere odaklı ilerleyen süreçte, başka ülkelerin deneyimleri kamuoyunun gündemine giremedi. Diyarbakır’da, DİSA tarafından sürdürülen deneyim toplantıları dışında bölgede benzer çalışmalar yok denecek kadar azdı. Çözüm Süreci’nde çok az örneğine rastladığımız çatışma çözümü ve ülke deneyimleri toplantıları, sürecin bozulmasıyla birlikte gündemimize daha yoğun girdi. 2015 yılında, sürecin bozulduğu döneme denk gelen zamanlarda Diyarbakır’da art arda Filipinler ve Kolombiya deneyimlerini, çatışma çözümünde yer almış aktörlerden dinledik. O günden bu yana çok fazla benzer çalışma yapıldı. Örneğin 2016 sonlarında DEMOS tarafından yayımlanan “Kadınların Barış Mücadelesinde Dünya Deneyimleri: Sırbistan, Kosova, Sri Lanka, Suriye” kitabı, söz konusu ülkelerde “kadınların barış mücadelesi deneyimlerine odaklanarak Türkiye’deki mücadeleye bu açılardan katkı sunmayı” amaçlıyordu. Yine 2016 sonlarında İstanbul’da düzenlenen “Barış Süreçlerini Canlandırmak: Kolombiya, Filipinler, Endonezya” başlıklı konferansın tartışmaları Prof. Dr. Ayşe Betül Çelik tarafından kitaplaştırılarak geçtiğimiz günlerde yayımlandı. DİSA için Cuma Çiçek tarafından kaleme alınan benzer bir kitap da geçen hafta Diyarbakır’da yapılan bir toplantıda tanıtıldı.
Son iki yılda çatışma çözümü, barış arayışı ve ülke deneyimlerine odaklanan çok sayıda toplantı ve çalıştay yapıldı. En son DİTAM, Toplumsal Barış Ağı’nın onuncu toplantısını geçtiğimiz günlerde İzmir’de gerçekleştirirken Sabancı Üniversitesi bünyesindeki İstanbul Politikalar Merkezi de “Toplumsal Mutabakatta Kadınların Rolü” başlıklı bir etkinlik gerçekleştirdi.
Sivil Sayfalar olarak, ülkelerin çatışma çözümü deneyimlerine barış döneminde daha az ilgi duyulurken çatışma döneminde yoğun bir ilgiye mazhar olmasını Diyarbakır sivil toplum aktörlerine sorduk.
…
Çözüm Süreci devam ederken akla pek gelmeyen bu çalışmaların çatışmalar başladıktan sonra yoğunlaşmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Necdet İpekyüz (DİSA Yönetim Kurulu Başkanı): Aslında bir kısım kurumlar dünya deneyimleri konusunda çalışma yürütmekteydiler ama yürütülen çalışmalar, çıkan sonuçlar ya da açıklamalar dikkate alınmıyordu. Biz DİSA olarak çözüm süreci farklı ülkelerin deneyimleri konusuna dikkat çekmek istedik ve etkinlikler yaptık. Örneğin İngiltere hükümetiyle ile IRA arasındaki müzakerelerde İngiltere Başmüzakerecisi olan Jonathan Powell’i davet ettik. Hem Diyarbakır hem de İstanbul’da etkinlik yaparak ilgili kişi ve kurumları davet ettik. Evet, çözüm sürecinde bu tecrübeler sürecin aktörleri tarafından yeterince gündeme getirilmedi veya gelmiş olsa bile ısrarcı olunmadığı için dikkate alınmadı. Çözüm süreci diye tanımlanan dönemde sivil toplumda ne bir katkı ne de aktif katılım konusunda bir beklenti yaratılmadı. Bu dönemin yaşanması, her şeye karşın tüm topluma, yıllarca yaşanan zor ve acı sürecin konuşarak da çözülebileceğini gösterdi. Eksiklikleriyle birlikte ve sivil toplumun katkısına gerçek anlamda açık olunmamasına rağmen bu sürece tüm toplum olarak inanmak istedik.
Sürecin bozulması ya da sonlanmasıyla tekrar ölümler, acılar ve umudun yitirilmesiyle birlikte tüm toplumu geren sıkıntılı bir süreci yaşamaya başladık. Daha önceki yaşadıklarımızdan güvenlikçi yaklaşımların çözüm getirmediğini tam tersine toplumu gererek kutuplaşmaya neden olduğunu biliyoruz. Bugün bunların konuşulması çok olumlu ama şu an yaşadıklarımızı olumlu görmemiz imkansız. Tam tersine bugünkü yaşananlar, ileride olmasını umut ettiğimiz çözüm meselesinde çözümü daha da zorlaştıran bir vaka olarak karşımıza çıkacaktır. Ancak yine de mevcut durumda tekrar konuşarak daha sağlıklı ve barış içerisinde geleceği kurgulamalıyız. Bu nedenle birçok deneyime ihtiyacımız var, öyle ki sadece doğruları değil yapılan yanlışları da öğrenmemiz yararlı olacaktır. Deneyimler sadece dünyanın bir iki ülkesinde veya çok konuşulan ülkelere ait olmamalı nerede olursa olsun çatışma çözümleri, deneyimleri ve girişimleri bizler açısından kıymetli olmalıdır.
Çatışmaların yoğunlaşması ile beraber bu konuya daha fazla özen gösterip öğrenmemiz gerekir. Bir an önce çatışmaların sonlanması için çözüme dönük bir yol bulmamız gerekiyor. Bu nedenle DİSA bu konuda çalışmalar yürütmektedir. Sınırlı sayıda olsa bile özellikle bu zor günlerde bu konuda çalışma yürüten kurumları desteklemek gerekir. Ve toplumun bu konuda bilgilendirilmesi deyim yerindeyse hepimize bir “nefes” olacaktır.
Abdurrahim AY (MAZLUMDER eski Genel Başkan Yardımcısı, Hak İnisiyatifi Üyesi): Çözüm süreci olarak adlandırılan, devlet ile PKK arasında görüşülmeye başlandığının duyurulduğu tarihte Diyarbakır Şube Başkanlığını yürüttüğüm MAZLUMDER cephesinden Kürt sorununun, Türkiye’nin en önemli meselesi olduğunu, bu sorunu çözme yönünde ortaya konan iradenin çok değerli olduğunu ancak sorunun tarihselliği bağlamında son 30 yılda yaşananların, sorunun tarafları yanında toplumda da çok ciddi psikolojik boyutlarının olduğunu ifade ederek, aktörler tarafından meseleye hangi açılardan bakılarak iradenin ortaya konduğu ile sürecin nasıl daha sağlıklı ilerleyebileceğine dair görüşlerimizi birçok insan hakları örgütü ve sivil toplum örgütü gibi beyan etmiştik. Ancak ilerleyen süreçte devletin bu konuda yaptığı çalışmalarda kendince bir tarz benimsemesi, sürecin nasıl ilerletilmesi gerektiğine dair biz ve diğer sivil toplum örgütlerinin görüşlerini yeterince değerlendirmemesi ve sonrasında yaşanan bir kaç olay ile sürecin rafa kaldırıldığına şahit olduk.
Esasen süreci henüz başlamışken de farklı ülke deneyimlerine dair bilgilendirme toplantıları bazı STÖ’ler tarafından yapılıyordu. Ancak tabii ki bugünkü yoğunlukta değildi. Türkiye’deki çözüm süreci iki yıl boyunca bir şekilde ilerledi ve hatta PKK tarafından silahlı güçlerin Türkiye dışına çıkarılması aşamasına kadar geldi. Sürecin iyi işlediği algısıyla farklı ülkelerin barış deneyimlerinden faydalanmak yeteri kadar ilgi çekmedi galiba. Ancak süreçteki aksaklıklar ile bu aksaklıklarla karşılaşıldığında bunların nasıl aşılacağı hususu, önceden üzerinde yeteri kadar düşünülmüş, araştırma yapılmış olması gereken bir husus olduğu gibi süreç yürütülürken de üzerine çok düşünülmesi gereken başlıca konulardan birisiydi.
Tekrar çatışma ortamına dönülmesi süreçte hangi noktalarda yanlış davranıldığı ile ortaya çıkan yeni durumlarda nasıl hareket edilmesi gerektiğine dair arayışlara yönlendirmeliydi ve öyle de oldu. Türkiye toplumunun şu an içinde bulunduğu durum ile Kürt sorununda gelinen aşamada barışın ne kadar ciddi bir ihtiyaç olduğu hususu bir kez daha anlaşılmış görünüyor. Bu konuda yeteri kadar farklı ülke deneyimi olduğundan bunları toplumla ve ilgilerle paylaşarak mevcut durumdan tekrar çözüm sürecine nasıl dönülebileceğine dair bilgi paylaşımı ile bu doğrultuda bir farkındalık oluşturma çabası en azından konuya odaklanan sivil toplum nezdinde tekrar oluşmuş görünüyor.
2013-2015 arasındaki süreç yürütülürken, Türkiye ve bölge STK’larının dünya deneyimlerine aşina olmamasının ne gibi olumsuz etkileri oldu, deneyimlerden haberdar olunsaydı neler farklı olurdu?
Necdet İpekyüz: Her deneyim, işi daha doğru yapmamız konusunda uyarıcı ve hata yapmamızı önleyen özellik taşımaktadır. Süreçte atılması gereken adımlar kamuoyu beklentisi olarak yaygınlaştırılabilir miydi, aksayan noktalara karşı fonksiyonel davranıp sürecin raydan çıkmaması için önlem alınabilir miydi diye düşünmek lazım. Bu çalışmalar yeterli değildi, daha hazırlıklı ve haberdar olunsaydı süreç daha dikkatli ilerleyebilirdi. Tabii aktörlerin de bu konuda kapsayıcı ve önerilere açık olması gerekiyordu.
Abdurrahim AY: Böylesi durumlarda STÖ’ler her ne kadar taraflar üzerinde bir yaptırıma sahip değiller ise de kamuoyunun nabzını ölçerek sorunlu konularda duyarlılık oluşturarak belirli demokratik tepkileri tetiklemeleri açısından çok önemli aygıtlardır. Çözüm sürecini birçok STÖ çok yakında takip etti ve neredeyse süreç boyunca gerçekleşen tüm adımlarla ilgili olarak belirli irade beyanları ortaya koydular. Ancak tüm bu irade beyanları ve geliştirilen demokratik tepkiler tamamen ülke şartlarından beslendiklerinden yeterli oranda yol gösterici olmadı gibi geliyor. Bu nedenle süreçte dünya deneyimlerine yeteri kadar aşina olunmaması, sürecin başlangıcında nasıl bir yol haritasının benimsenmesi, kırılma noktasına geldiği birçok anda ve nihayet bittiği noktada taraflarca masaya nasıl tekrar oturulabileceğine dair yeterli kamuoyu duyarlılığı oluşturulamamasına ve kamuoyundan taraflara dönük bu meyanda yeterli bir baskı oluşmamasına sebebiyet verdi.
Çözüm süreci boyunca tarafların zaman zaman sürecin kırılganlığını göz ardı eden ve hatta bazen süreç yokmuş gibi bir izlenim veren demeç ve hareketleri oldu. Bunun yanında sürecin kırılma noktası yaşadığı bir kaç olay ile karşılaştık. Dünya deneyimlerinden öğrendiğimiz en önemli husus, süreçlerin kırılgan olduğu, tekrar bir çatışma ortamına dönülmesi halinde yeni çatışma durumunun barış süreçlerinden öncekine nazaran daha şiddetli olduğu ve bu durumun tekrar masaya dönme ihtimalini zorlaştırdığıdır. İşte dünya deneyimleri ile ilgili olarak STÖ’lerce olduğu gibi belki de taraflarca da yeteri kadar bir çalışma yapılmış olsa Türkiye’deki süreç ile ilgili olarak da daha hassas davranılabilirdi. Tarafların süreçte tıkandığı noktalarda, kırılma anı yaşadığı durumlarda STÖ’lerce deneyimlerin bu ortak ve en önemli sonucu üzerinden bilgilendirme ve kamuoyu baskısı oluşturularak ön açıcı bir rol oynanabilirdi. Özellikle çözüm sürecinden önce cezaevlerindeki açlık grevleri döneminde bizim de içinde bulunduğumuz bir grup bölgeli STÖ Adalet Bakanlığı, Meclis Başkanlığı ve HDP Genel Başkanlıkları düzeyinde bir dizi önemli görüşme gerçekleştirmişti. Süreçte de dünya deneyimleri üzerinden benzer bir yol izlenebilirdi.
2013-2015 arasındaki süreç yürütülürken, çatışmanın taraflarının dünya deneyimlerine uygun bir süreç yürütmedikleri anlaşılıyor, bu tecrübelerden nasıl faydalanılmalıydı?
Necdet İpekyüz: Zaten yürütülmüş olsaydı bugün bu yaşadıklarımız olmazdı. O günlere bugünden bakınca bir rüya gibi geliyor, düşünebiliyor musunuz Newroz etkinliğinde 100 binlerce insan engellenmeksizin, hiç bir olay olmadan toplanıyor ve milyonlarca insan televizyon başında canlı bağlantılarla Diyarbakır’da İmralı’dan gelen açıklamanın okunmasını pür dikkat dinliyor.
Taraflar süreci ilişkilerini güven içerisinde, belirlenen program ve bir takvime bağlı kalarak kamuoyunu sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hatta denetimiyle yürütmeliydiler. Hiç bir öneri alınmadığı gibi her şey kapalı kapılar ardında yürütülmek istendi. Karşılıklı olarak güveni geliştirmek yerine kuşkuların artışına ve güvensizliğe evirildi. Deneyimler dikkate alınmış olunsaydı bugün o çok daha güzel bir yerde olurduk. Her deneyim hem kendine özgüdür hem de hepsi için ortak bazı normlar vardır. Benzerlik ve farklılıkları iyi tespit etmek, derse iyi çalışmak gerekiyor.
Abdurrahim Ay: Şüphesiz bu konuda devletin de içinde olduğu ciddi bir ortak çalışma yürütülmesinin çok faydası olacaktı. Farklı deneyimlerin kapsamlı ele alınacağı bir çalışma, Türkiye’deki sürecin yürütülmesi sırasında karşılaşılabilecek farklı senaryolar üzerine nasıl bir tutum belirlenmesi gerektiğinin ortaya konacağı bir tutum belgesinin oluşturularak buna sadık kalınacağına dair güçlü bir irade beyanının oluşmasına hizmet edebilirdi.
Örneğin Kolombiya-FARC barış süreci deneyiminde her koşulda görüşmelere sadakatin önemi, İngiltere-IRA ve Güney Afrika-ANC örneğinde verilen sözlerin tutulması, yine Güney Afrika-ANC örneğinde süreç aktörlerinin rollerini oynamalarına uygun zeminin hazırlanması, Filipinler-MNLF ve İngiltere-IRA örneğinde üçüncü göz-arabulucunun işlevi ve son olarak neredeyse tüm örneklilerde süreci besleyecek demokratikleşme adımlarının atılmasının önemi anlamlı bir ciddiyette idrak edilip bu doğrultuda hareket edilebilirdi. Türkiye’deki süreç açısından özellikle süreci besleyecek demokratikleşme adımlarının eksik atılması, üçüncü bir gözün olmayışı, ikinci yılda özellikle PKK cenahından çatışmaya her an dönebileceği izlenimi ve askeri operasyonların artması tarafların birbirlerine verdikleri sözlerin tutulması gibi eksiklikler bugün geldiğimiz duruma sebep olan önemli başlıklardır.
İçinden geçtiğimiz süreç, çatışma çözümüne dair pek iyimser bir projeksiyon sunmuyor. Böyle zamanlarda sivil toplum olarak ne yapmalı?
Necdet İpekyüz: Daha çok çalışmalıyız daha çok öğrenmeliyiz ve topluma umut vermeliyiz biliyoruz ki en iyi çözüm şiddete başvurmadan konuşarak yapılan çözümlerdir. Dünyadaki deneyimler de bize göstermektedir ki önemli olan birilerinin kaybetmesi veya kazanması değil hep birlikte kazanmaktır. Sivil toplum olarak Dünyanın neresinde olursa olsun çatışma çözümü konusunda bir çalışma yürütülmüş ise bunu araştırmalıyız, öğrenmeliyiz ve bu deneyimleri dikkate almalıyız.
En önemlisi de ısrarcı olmalıyız. Çatışmaların sonlanması konusunda talep yaratmalıyız. Barışı istemek zordur, önemli olan zoru başarmaktır. Geçmişte yapılan eksiklikleri, yanlışlıkları, hataları tekrar yaşamamalıyız.
Abdurrahim Ay: Geldiğimiz aşamada 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen olağanüstü hal ile birçok hak ve özgürlüğün önemli ölçüde kısıtlanmış olması bunun yanında hükümet-devlet politikalarına dair ifade özgürlüğü kapsamında getirilen eleştirilerin sahipleri ile ilgili yargı tutumu STÖ’lerin işini önemli ölçüde zorlaştırıyor. Yine de temel işlevi farkındalık ve duyarlılık oluşturarak kamuoyu baskısını tetiklemek olan STÖ’ler için, çatışmalı ortamların sebep olduğu sonuçlar, kendi en önemli sorununu çözememiş, iç barışını sağlayamamış bir ülkenin uluslarası arenada yeteri kadar söz sahibi olamayacağı ve dünya barışına katkıda bulunamayacağı, geçmişiyle yüzleşmemiş bir devletin geleceğini belirleyemeceği en yüksek sesle dile getirilmeye devam ettirilmekten vazgeçilmemelidir. Bunun yanında şartlar elverdiği ölçüde, görmezden gelinmesinin ve çözümün ötelenmesinin ileride sorunun daha güçlü bir şekilde bütün bir toplumun karşısına çıkacağı ve daha büyük çatışma ortamlarına sebebiyet vereceği dillendirilmelidir.
Mevcut durumda özellikle Kürt toplumunda çözüm sürecine tekrar dönülmesi konusunda atılacak küçük bir adımın çok ciddi destek bulacağını düşünüyorum. PKK’nin eylemleri önemli ölçüde durmuşken evvela olağanüstü halin kaldırılması ve bilahare de demokratikleşme adımlarının atılması ile ilgili barışçıl çalışmalara ağırlık verilmeli uygun zemin oluştuktan sonra bir araya gelecek önemli STÖ’lerce taraflarla görüşmeler sağlanarak çözüm sürecine dönme zemini oluşturulmaya çalışılmalıdır. Çatışma ortamında tekrar dönmeden ve Kürtlerin devletle-ülkeyle olan psikoloji bağını tekrar tesis edebilmek adına barış hayati önemi haizdir. Bu konuda sorumluluk bilincine sahip herkesin yapabileceği bir şeyler vardır. Bugün bahsettiğiniz çalışmalar bu yapılabileceklerin bir kısmı, diğer kısmı bu çalışmaları ve çözüm ihtiyacını siyaset ve bürokrasinin kılcallarına kadar ulaştırabilmektir.
Bizi Takip Edin