“Bilinmeyene güvensizlik duyulması dar bir dünyanın işaretidir”
“…Kendimize o kadar fena bir dünyada yaşamadığımızı hatırlatma görevimiz baki olmalı diye düşünüyorum. Çünkü tarih, pek çok zorlayıcı olay ile birlikte büyüme ve gelişme fırsatlarını da beraberinde getirdi. Soğuk savaş dönemini yaşamış hangi birey bunun biteceğini, ABD ile Rusya başkanlarının bir gün yan yana gelebileceğini söyleyebilirdi? Berlin Duvarı’nın bir gün yıkılacağını; İsrail ve Filistin arasında […]
“…Kendimize o kadar fena bir dünyada yaşamadığımızı hatırlatma görevimiz baki olmalı diye düşünüyorum. Çünkü tarih, pek çok zorlayıcı olay ile birlikte büyüme ve gelişme fırsatlarını da beraberinde getirdi. Soğuk savaş dönemini yaşamış hangi birey bunun biteceğini, ABD ile Rusya başkanlarının bir gün yan yana gelebileceğini söyleyebilirdi? Berlin Duvarı’nın bir gün yıkılacağını; İsrail ve Filistin arasında bir dönem barış yaşanabileceğini, İzak Rabin ve Yasser Arafat’ın el sıkışacağını kim tahmin edebilirdi?”
Yılın son günleri… Birkaç gün içinde takvimde yeni bir sayı belirecek, belki biraz kar yağacak ve kişisel tarihimizde iz etmiş büyüklü küçüklü bazı olaylar biten yılda kalacak. Dünyamız bu turun başındayken ettiğimiz temennileri, koyduğumuz hedefleri hatırlayacağız. Muhtemelen bir kısmını gerçekleştirememiş olacağız ancak bundan hüzün de duymayacağız. Zira, önümüzde uzun bir tur daha var ve yeni yıl, yenilikler getirir.
Yılın son günlerinden birinde havaalanındayım. Yeni yıla ailemle girmek için birazdan binecek olduğum uçakta birkaç saat oyalanmama yarayacak bir eğlence arayışı içindeyim. Havaalanındaki kitapçıya girip dergi reyonuna gittim. Sıradan bir günün yaklaşık yarısını harcatacak kadar çok konuda ve sayıda yayına göz gezdirmeye başladım. Görünen o ki, tüm yayın kuruluşları da el birliğiyle aynı konunun peşinde. Yeni bir yıl, yeni istekler ve yeni bir biz… Ancak bununla da sınırlı değil. Yeni bir dünya ve gelecek hayali de tartışma konusu. Gözlerimin kanıksadığı başlıklara daha dikkatli bakmaya başladım. 2018’e dair öngörüler, yeni yılda sürdürülebilirlik, modanın geleceği, siyasilerden beklentiler, rakamlar, savaşlar ve felaket tahminleri…Medeniyetin son birkaç yıldaki ‘ilerlemesine’ bakarak tahmin edilmeye çalışılan bir minicik yıl var baktığım başlıklarda. Bir de bu kadar çok öngörünün olduğu yerde içimi kaplayan bir belirsizlik hissi.
Karşısında durduğum yayınların başlıklarında, geleceği düşlüyor olmanın yarattığı heyecanla karışık ürkekliği görüyorum. Heyecan duygusunun belirsizlik hissini beklendiği kadar yendiğini düşünmüyorum. Bir yanda bizi bekleyen önemli gelişmeler, dünyayı kasıp kavuran trendler, karşımıza çıkacak yeni yollar, dönemeçler ve yokuşlar var. Öte yanda, tüm bunların, teknolojideki ilerlemenin, siyasetteki değişimin yarattığı tedirginlik hissi. Güncel gelişmeleri ve tarihteki ‘ilerlememizi’ konuşurken insanlığa ve geleceğimizin daha iyi olacağına duyduğumuz şüphenin temelinde ne yatıyor? Neden işimizi kaybetmekten korkmadan geleceğin mesleklerinden söz edemiyoruz? Evlerimizin, arabalarımızın neye benzeyeceğinden, yapay zekadan, yer değiştiren veya göç eden dünya nüfusundan konuşurken yaşadığımız çekincelerin altında ne yatıyor?
Belirsizliği göz ardı etme endeksi
Geert Hofstede, Hollandalı bir sosyal psikolog ve eski bir IBM çalışanı. IBM’deki görevi sırasında büyük bir anket çalışması yaparak çeşitli kültürleri barındıran organizasyonlar ve gruplar üzerine önemli bir çalışma yürütüyor. Uygulamaya ve çıktılara yöneltilen bazı eleştirilere rağmen, bu çalışmanın sonucunda bugün kültürlerarası iletişimi anlamamıza yardımcı olan Kültürel Boyutlar Teorisi (Hofstede’s Cultural Dimensions Theory) ortaya çıkıyor.
Hofstede’nin teorisi, kültürel değerlerin davranışları nasıl etkilediğini ve bir kültürdeki bireylerin neden belirli bir şekilde davrandığını açıklamaya yarayan bir çerçeve sunuyor. Bu çerçevede, bir kültürün altı farklı boyutu (endeks) bulunuyor: Güç mesafesi, bireyselliğe karşı kolektivizm, belirsizlikten kaçınma (ya da belirsizliği göz ardı etme), maskülenliğe karşı feminenlik, uzun vadeli oryantasyon ve özgürlüğe karşı sınırlama. Bu boyutların açıklanmasında iki uç nokta belirtilerek bir kültürün hangi uca daha yakın olduğu belirleniyor.
Bu boyutlar arasından belirsizlikten kaçınma (ya da belirsizliği göz ardı etme) endeksinin yaşadığımız ülkeyi ve yeniliklere bakışımızı anlamlandırmakta önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Bu endeks, bir sosyal organizasyonun ve/veya kültürün geleceğin öngörülemez olmasını, belirsizlik veya muğlaklığı nasıl karşıladığını gösteriyor. Geleceği kontrol altına almaya mı çalışmalıyız yoksa bekleyip görmeli miyiz? Belirsizliği kabul etme kapasitesi düşük toplumlarda herhangi bir belirsizliğe karşı kaygı yüksek olarak belirtiliyor ve bu kaygıdan kaynaklı olarak her durumu belirli hale getiren kurallar konulması veya çözümler üretilmesi bekleniyor. Bununla birlikte, yüksek orandaki belirsizlikleri kabul edebilen toplumların kültürel ilişkilerinin daha yüksek olduğu söylenebilir. Bu kültürler değişime daha açık, yeni kültür ve yeni fikirlere saygı gösterme seviyeleri daha yüksek olarak belirtiliyor.
Türkiye bu boyutta 85 puan alarak, belirsizliği kontrol altına almak için kurallara ve yasalara ciddi ihtiyaç duyan bir kültüre sahip olduğunu söylüyor. İşin ilginç yanı ise burada başlıyor. Çünkü içinde bulunduğumuz kültürde, belirsizliğin yarattığı kaygıyı dindirmek için kurallar ve yasalar yerine ritüelleri kullanıyoruz. Yani, dini referanslar ve “Allah” kavramı, dini kodların ötesinde geleneksel anlamlar da barındırarak belirli durumlarda belirsizlik kaygısını azaltmak için kullanılıyor.
Hofstede’in teorisi bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmadığını vurguluyor. Elbette, bir kültürü anlamak ve yorumlamak için pek çok başka girdiye de ihtiyaç var. Ancak, en genel anlamda geleceği nasıl algıladığımızı görebilmek için Türkiye’nin Hofstede endekslerindeki puanları önemli bir başlangıç sağlayabilir. Yeni girişimlere şüpheyle yaklaşma eğilimimizi, tanımadığımız, yakın çevremizden duymadığımız tavsiyelere karşı temkinli olma ihtiyacımızı, dünya trendlerini takip ederken yaşadığımız gerilimi açıklayabilir. Ve hatta eğer tartışmayı bir adım öteye götürürsek, süreci belirsizlikler ve batık maliyetler ile dolu AR-GE’nin ülkemizde neden gelişmediğini, çizgileri kesin çizilmiş kariyer ve hayat yollarının peşine neden daha çok düştüğümüzü ve hatta çocuklarımızı neden belirli tipte bir eğitim hayatına yönelttiğimizi tartışmak için giriş kapısı açabilir.
Bilinmeyene güven duyabilme cesareti
Her yeni günle dünyada daha çok taş yerinden oynuyor. Dünyanın en büyük güçlerinden birini, ne yapacağı kestirilemeyen bir lider yönetiyor; Avrupa Birliği bir yandan ekonomik krizin yaralarını sararken diğer yandan bağımsızlık talepleri, seçimler ve ayrılıklarla baş ediyor; dünyanın tacizle, ayrımcılıkla, savaşla mücadelesi bitmiyor. Teknoloji ve internet devlerinin ürün ve reklamlarıyla tüketici algısını manipüle ettiği, araçlarının terörizmde ve seçim kampanyalarında kötü amaçla kullanıldığı tartışılıyor. Kuzey Kore’nin roketleri her denemede daha uzağa erişiyor; drone endüstrisi büyüyor, yapay zekâ ve robotlar yükseliyor.
Birbirimize olan güvenin giderek azaldığı –ve bazı toplumlar için belirsizliğin yüksek kaygılar yarattığı- bir dünyada, tüm bu gelişmeleri izlerken gelecek pek de ümit vadedecek gibi görünmüyor. Fakat bazen durup kendimize o kadar fena bir dünyada yaşamadığımızı hatırlatma görevimiz baki olmalı diye düşünüyorum. Çünkü tarih, pek çok zorlayıcı olay ile birlikte büyüme ve gelişme fırsatlarını da beraberinde getirdi. Soğuk savaş dönemini yaşamış hangi birey bunun biteceğini, ABD ile Rusya başkanlarının bir gün yan yana gelebileceğini söyleyebilirdi? Berlin Duvarı’nın bir gün yıkılacağını; İsrail ve Filistin arasında bir dönem barış yaşanabileceğini, İzak Rabin ve Yasser Arafat’ın el sıkışacağını kim tahmin edebilirdi?
Geçen aylarda, blockchain’den insansız hava araçlarına teknolojinin hayatımıza katabileceği ve yön verebileceği önemli çözümleri tanımamızı sağlayan bir IBM etkinliğine davet edildim. İnternet temelinde üretilmiş pek çok çözüm, önümüzdeki birkaç yılı geçirdiğimiz yüzyıllardan çok daha farklı kılmaya tek başına yetiyor ve artıyordu. Birlikte katıldığım meslektaşımla konuşurken konu, yine tüm bunların korkutucu olup olmadığına geldi. Hayatlarımızın teknolojiyle nasıl şekilleneceğini kestirmek ne kadar güç olursa olsun korkutucu yanının daha az olduğuna inanmamız gerektiğini düşünüyorum. Bir zamanlar, yalnızca aydınlanmaya hizmet etmesi için keşfedildiği düşünülen elektriğin bugüne kadar hayatlarımızı nasıl şekillendirdiği düşünüldüğünde, yaşanan süreçler benzer. Ciddi bir altyapı dönüşümü yaşıyor ve bunun nerelere varacağını henüz yalnızca hayal edebiliyoruz. Nihayetinde, Ay’a gönderilen ilk insanla başlayan sürecin uzay turizmine varabileceğini, NASA’nın dünyaya benzeyen yedi gezegen keşfedebileceğini nasıl bilebilirdik?
Geleceği öngörmeye ve hayal etmeye çalışırken kaygı duymak, hem kocaman evrende tek başımıza minik bir parça olduğumuzdan hem içinde yaşadığımız kültürün doğal özelliklerinden hem de tarihte insanoğlunun neden olduğu büyük facialardan ve işlediği/işlemeye devam ettiği kabahatlerden… Ancak, adını anımsayamadığım bir kitapta rastladığım cümlenin dediği gibi “Bilinmeyene güvensizlik duymak dar bir dünyanın işaretidir.” Ve aslında daha zor olan, tarihe dönüp bakınca dünyanın bizi iyi anlamda hayretler içerisinde bırakmadığı bir dönem bulabilmek.
Bizi Takip Edin