Dilovası’ndaki çevre felaketi belgesel oldu

25 Aralık 2017
Fabrika atıkları ve zehirli gazlar nedeniyle temiz havaya ulaşmanın neredeyse imkansız hale geldiği Dilovası’nda kanserli hasta sayısı da her geçen gün artıyor. Yönetmen Serdal Doğan’ın hazırladığı belgeselde, bölgedeki kanser hastalarına sorunlarına ve ekolojik yıkımın boyutlarına tanıklık etmek mümkün. 2004 yılı içinde Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı kanserden ölüm vakalarında Türkiye ortalaması Dilovası için  %11, Dünya Sağlık Örgütü’nün kanserden […]

Fabrika atıkları ve zehirli gazlar nedeniyle temiz havaya ulaşmanın neredeyse imkansız hale geldiği Dilovası’nda kanserli hasta sayısı da her geçen gün artıyor. Yönetmen Serdal Doğan’ın hazırladığı belgeselde, bölgedeki kanser hastalarına sorunlarına ve ekolojik yıkımın boyutlarına tanıklık etmek mümkün.

2004 yılı içinde Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı kanserden ölüm vakalarında Türkiye ortalaması Dilovası için  %11, Dünya Sağlık Örgütü’nün kanserden ölüm vakalarının oranına ilişkin verdiği rakam da benzer. Kocaeli Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığı’nın verilerine göre ise, Dilovası’nda kanserden ölüm oranı yüzde 33. Özellikle Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun ve bölgedeki ekoloji platformlarının çabaları ile konu hakkında onlarca haber yapılmış olmasına rağmen, soruna dair çözüm üretilmiş değil. Yönetmen Serdal Doğan, İstanbul’un hemen yanındaki beldede ortaya çıkan ekolojik yıkımı haberlerin çok daha ötesine taşıdı. Yaklaşık 20 dakika süren belgeselde, bölgedeki kanser hastalarına sorunlarına ve ekolojik yıkımın boyutlarına tanıklık etmek mümkün. Yönetmen Serdal Doğan ile belgeselini konuştuk.

Dilovası’nın belgeselini çekmek nereden aklınıza geldi?

Her şey 2011-2012 yıllarında dönemin gazetelerinde kamuya ilk Dilovası sorunu ile ilgili haberleri paylaşırken aklımıza geldi. Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun Dilovası için açıkladığı kanser verilerine karşı, o dönemin bir yerel yetkilisinin ‘Kanser bir kader vakasıdır. İnsanın kaderinde varsa kanser olur, diğer veriler önemli değildir’ cümlesi ile de süreci başlatmış olduk. Ben ve ekip arkadaşlarım Cenk Örtülü, Zeynel Koç ile birlikte, ‘Orada yaşayan insanlar da mı böyle düşünüyor?’ sorusu ile yola çıktık. Bir ön araştırma ve inceleme çalışması yapmaya başladık. Araştırmalarımız sonucunda bu belgesel ortaya çıktı.

Belgeselin hazırlık ve çekimlerle ilgili süreci nasıldı?

Yaklaşık bir yıllık bir ön çalışma sonunda 2012 ile 2013 yılından çekim ve kurgu çalışmasını yaptık. Oranın yerel sivil toplum örgütleri temsilcileri (İsmail Kaya), bölgede yaşayan vatandaşlar ‘belgeselimizdeki kansere yakanmış aileler’ ve Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı bölümünden Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile görüşmelerimiz sonucu belgeselimiz şekillendi. Amacımız bölge insanlarının ve araştırmacıların kanser vakalarını yerel yetkilinin söylediği gibi “Bölgede yaşamanın bir kaderi olarak mı görüyor, yoksa akademik araştırmacıların yaptığı çalışmaları doğru olarak değerlendirip onların sunduğu çözüm önerilerine ve yetkililerin tutumlarına nasıl bakıyorlar?  Bunun çalışmalarını yaptık.

 

Salt bir belgesel çalışması değil ayrıca haber öğeleri de var, ayrı bir kanser vakasına odaklanmak gibi. Konuyu anlatırken bu dili özellikle mi tercih ettiniz?

Bu belgeseli oluştururken gerçeğin bütün acımazlığını önümüze çıkınca, belgeseli bir kurmaca eserden çok, yönetmen gözünden fazla müdahaleci olmadan, orada yaşananları, hayatın akışına göre vermek istedim. Dilovası gerçeğini medya, üniversite, sivil toplum kuruluşları ve bölge halkı gözünden nasıl algılanıyor, bu gerçekle yüzleşmek zorunda kalanların (kanser vakası olan aile vb.) tepkileri ve hayata bakış açıları öncesi ve sonraki süreçleri seyirciye elimden geldiğince objektif vermek istedim.

Bu belgeselin Dilovası’nda yaşanan ekolojik tahribatı duyurmaya katkısı oldu mu? 

Maalesef çok olduğunu düşünmüyorum Çünkü Türkiye de bağımsız sinema ne kadar kendini duyurabiliyorsa biz de o kadar duyurabiliyoruz. Belgeselimizi her ortamda gösteremediğimiz gibi ekolojik belgeseller için çok fazla tanınma ve tanıtma imkanı yok. Proje bittiğinde kendi imkânlarımla gerek yurt içi gerek yurt dışı festivallerinden göstermeye çalıştım, şu ana kadar 10-12 festivalde gösterildi. Üniversite etkinliklerinde ve sivil toplum organizasyonlarında gösterildi.

Belgesele ilgi nasıl? Türkiye’de ekoloji belgeseli çekmenin zorlukları var mı? 

Gösterildiği festivallerde ve etkinliklerde her zaman ilgiyle karşılandık. Dilovası gerçeği, izleyen insanlarda ciddi şok etkisi yaratıyor. Genelde gelen tepkiler özellikle İstanbul’da yaşayan bireylerin “Burnumuzun dibinde bu kadar büyük tehlike var ve biz farkında değilmişiz” tarzında olması. Türkiye’de ekoloji belgeseli çekmenin bence en büyük zorluğu, izin ve çekim için resmi yetkili mercilerden hiçbir destek görememek, ayrıca destek dışında bürokrasi
ve bilgi paylaşımında birçok zorluk çıkarılması, bu ülkede her zaman ekoloji belgeseli yapma zorluğu getirmektedir. Ayrıca yapılan belgesellerin önemli bir kısmı maalesef festivaller dahil gösterim alanı konusu itibarı ile gösterim yeri bulmakta zorlanmaktadır.

Dilvovası’na dair sizin çözüm öneriniz var mı?

Bence sorun Dilovası sorunu değil, gelişmekte olan her ülkenin plansız, programsız yaşadığı bir çevre ve sanayileşme sorunudur. Akademisyen Onur Hoca’nın belgeselde de ifade ettiği gibi. Günümüzde bir ülke
mevcut sistemde gelişmek istiyorsa doğal olarak sanayileşmeden vaz geçememektedir. Ancak sanayileşmeye çalışırken yaşadığı çevre ve ekoloji sorunları ile ciddi boyutlarda karşılaşmadan önce, en başta ekolojiyi, üniversitelerin akademik çalışmalarını dikkate alarak, kurulacak sanayi bölgesindeki insanına ve doğal yaşam alanlarına zarar gelmeyecek şekilde hamleler yapıp sanayi alt yapılarını tamamlamak zorundadır. Tüm bu süreçleri tamamladıktan sonra ciddi denetleme yapılarını oluşturarak ileride oluşabilecek çevre sorunları büyümeden çözebilir. Bir ülkenin sağlıklı gelişmesi yukarı da saydığımız önceliklere bağlıdır, gelişmiş ülkeler bu konuda sıkı altyapı, ceza ve denetim sistemi kurarak sanayilerini düzenli ve sağlıklı işler hale getirmişlerdir.

Ülke sanayisinin ve yetkililerinde aynı yolu izleyerek planlanmış sanayi alanları kurması, daha önceden plansız kurulan sanayi bölgelerini çevre ve insan faktörlerini göz önüne alarak yediden denetim altına alması sağlıklı bir çevre için tüm sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin ilgili bölümleri ile ortak çalışmalar yapması zorunludur..
Aksi durumda hem ülke, hem ekonomi, hem doğa, hem de insan kayıpları geri dönülmez bir tahribata uğramaktan kaçamayacaktır.

Belgeselimdeki sivil toplum kuruluşu başkanı ve çevre aktivisti İsmail Kaya’nın beni çok etkileyen kısa bir konuşması var. ‘Neden bu mücadele’ diye sorduğumda, bana söylediği birkaç cümlesi vardı. ‘Siz okumuşlar bilinçten çevrecisiniz ama ben ve benim gibiler mecburi çevreciyiz çünkü bizim buradan başka gidecek bir yerimiz yok, hoş gitsek de çevre sorunu bir insanlık sorunudur. Nereye gidersen git, önlem almazsan gelir, seni gittiğin yerde de bulur ‘ Bu nedenle bence de çevre sorunu bir yerel sorun değil, evrensel sorundur, hepimiz İsmail ağabey gibi kendiliğinden “mecburi çevreci” olamadıktan sonra, ‘bir avuç duyarlı insan mücadelesi dışında’ sanırım bu sorunun üstesinden gelmemiz güç.