Sivil toplum, nefret söyleminden azade mi?
“Türkiye’deki STK yapılanması yukarıdaki çatışmayı aşağıya taşımaya dönük bir araç haline geliyor.” Hrant Dink Vakfı çatısı altında faaliyet gösteren ‘Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi’ proje ekibiyle röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk bölümde medyada nefret söylemi başlığı altında, projeyi, nefret söyleminin medyada üretimini, aktörlerini, objelerini ve gündelik hayattaki tezahürlerini konuşmuştuk. İkinci bölümde ise “Çuvaldızı sivil topluma batıralım” dedik […]
“Türkiye’deki STK yapılanması yukarıdaki çatışmayı aşağıya taşımaya dönük bir araç haline geliyor.”
Hrant Dink Vakfı çatısı altında faaliyet gösteren ‘Medyada Nefret Söyleminin İzlenmesi’ proje ekibiyle röportajımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. İlk bölümde medyada nefret söylemi başlığı altında, projeyi, nefret söyleminin medyada üretimini, aktörlerini, objelerini ve gündelik hayattaki tezahürlerini konuşmuştuk. İkinci bölümde ise “Çuvaldızı sivil topluma batıralım” dedik zira “röportajın gerçekleştirildiği hafta kamu otoriteleri Ankara ve İstanbul’da LGBTİ eylemliliklerini yasaklarken, kimi sivil toplum örgütü de medya/ sosyal medya aracılığıyla eylemliliklerin yasaklanması için nefret söylemi de içeren kampanyalar düzenlemişti. Röportajın bu son bölümünde proje danışmanı İdil Engindeniz, proje koordinatörü Gamze Tosun ve araştırma koordinatörü Funda Tekin ile, sivil toplumdaki nefret dilini, mücadele yöntemlerini, OHAL’deki dönüşümünü ve ‘yeni bir dil nasıl kurulur’u konuştuk.
“Türkiye’de sivil toplum zaten son derece kutuplaşmış durumda. Sadece derneklerin isimlerinden bile anlaşılıyor. Türk Hanımlar Derneği ile Mor Çatı’nın neyi savunduğunu anlıyorsunuz zaten. O yüzden hiçbirimiz bu durumdan azade değiliz zaten.”
Sohbetimizin ikinci kısmı için biraz sivil topluma ele almak istiyorum zira Türkiye’deki sivil toplumda da nefret söylemi örneklerini görebiliyoruz . Son olarak Ankara’da LGBTİ etkinliklerinin engellenmesi için İnsani Yardım Vakfı (İHH ) bir basın açıklaması yaptı keza Türk Talebi Birliği de keza sosyal medyadan kampanya yürüttü. Siz ne düşünüyorsunuz sivil toplumdaki bu ayrımcı söylem ve nefret söylemi hakkında?
İdil: Müsaadenizle şöyle bir örnek vereyim. Bianet için toplumsal cinsiyet odaklı ayrımcılık raporunu hazırlarken televizyona da baktık. Yanılmıyorsam Anadolu Gençlik Derneği, LGBTİ Onur Yürüyüşü engellemek için basın açıklaması yapmıştı. Sonra tehdidinden vazgeçtiğine dair bir basın açıklaması daha yaptı fakat içeriği “Devam ederseniz biz yapacağımızı biliriz!” gibiydi ve tehdit devam ediyordu. CNN Türk o açıklamanın yapıldığı gün en azından beş defa aynı yayını yaptı, işte haber bültenlerini sürekli yapıyor ya, ben beş tanesine de baktım. 2 dakika 42 saniyelik bir haberde 1 dakika 58 saniye olan bu açıklamayı kesintisiz vermeye ayırdı. Bir televizyon haberinde bu acayip ciddi bir süre. Ve şöyle bir şuursuzluğu gösteriyor. Hadi ilk seferinde montajlayacak vaktiniz yoktu. Haberin iki, üç, dört ve beşinci yayınlanışında neredeydiniz? Sivil toplum dediğimiz şey dünyanın her zaman en masum ve şahane şeyi haline gelmiyor. Türkiye’de sivil toplum zaten son derece kutuplaşmış durumda. Sadece derneklerin isimlerinden bile anlaşılıyor. Türk Hanımlar Derneği ile Mor Çatı’nın neyi savunduğunu anlıyorsunuz zaten. O yüzden hiçbirimiz bu durumdan azade değiliz zaten.
Funda: Doğrudan bu konuyu inceliyoruz diyemem ama yazılı basına baktığımız için o haberin, bir basın açıklamasının nasıl verildiğine bakıyoruz. Haber orada onaylanarak mı verilmiş yoksa eleştirel bir aktarım mı var ona bakıyoruz. Geçen günlerde de paylaştık hatta. Bahsettiğine benzer açıklamaların aktarıldığı bir haberin görseliyle küçük bir analizini paylaştık. Çünkü o gazete haberi geliştirmek yerine onu olumlayarak/onaylayarak tekrar dolaşıma sokmuş.
Biraz daha bahsedelim mi sivil toplumdaki nefret söylemi hakkında? Öyle bir başlık açtık, devam edelim.
İdil: Sivil toplumun temel mevzularından bir tanesi de farklı farklı halkların gruplarını korumak. Farklı farklı sorunlu alanlarda çözüm üretmek ve bunu belki daha geniş katılımla sağlamaya çalışmak. O temsili demokraside belki yukarıya kadar gidemeyeceğimiz şeylerde daha küçük ve alttan bir ağ örmek. Dolayısıyla aslında ortak mevzularımız ve ortak savunacağımız şeyler var hepimizi. Daha kimliksel bir STK yapısı üzerinden anlatayım. Hepimiz öteki olmaktan dolayı maruz kaldığımız şeylerin mücadelesini veriyoruz ama bir ötekileştirilen grup da farklı bir grubu ötekileştirebiliyor. Hangi gruba ait olduğu beni çok ilgilendirmiyor da nereden çıktığını bilmiyorum ama o sloganı seviyorum: ‘Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz’. Buna kimse böyle bakmıyor. ‘Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir’. Kürt’ün kurtuluşu Türk’ü de özgürleştirecektir. Türkiye’deki STK yapılanması yukarıdaki çatışmayı aşağıya taşımaya dönük bir araç haline geliyor. Hepsi değil tabi.
Özel bir hastanesi müdiresi Irak’taki deprem sonrası “Bırakın gebersinler” şeklinde bir ifade kullanmış, sosyal medyada ifşa olması sonucu işine son verilmişti. Cezai yaptırımları bir çözüm olarak görmediğinizi belirttiniz. Bir de mesela Avlaremoz gibi bazı oluşumlar antisemit söylem sahibini, kimi kadın örgütleri de kadınlara yönelik tacizde bulundukları iddiasıyla söylem sahiplerini yine sosyal medyadan iifşa ediyor. İşten atmak ya da ifşa etmek nefret söylemini azaltıyor mu bu noktada?
İdil: Çok umutlu cevaplarım yok benim bu konuda ama hani her küçük adımın bir işe yaradığını düşünüyorum. Teşhir mevzusu çok ikircikli bir mevzu çünkü her yere çekilebilir bütün mevzular. Nefret söylemi olmayan bir şey de nefret söylemi olarak teşhir edilebilir. Burada onu yapan kurumların itibarı önemli bir şey. O itibar kaybı evet bir yandan umut verici bir şey olabilir ama yeterli midir?
Gamze: İfşa da kritik bir şey oluyor. Bu proje takibini yapıyor, analizini yapıyor. Neden böyle olduğunu açıklıyor. Onu bir bağlama oturtuyor. Mesela ‘x’ kişisi şunu dedi buyurun linç edelim değil, başka bir nefret suçuna teşvik edici değil ama onu başka bir bağlamda analiz edip tehlikesini ortaya çıkartmak. Başka bir iş yükünü kabul ediyorsunuz teşhir ederken.
Söz ağızdan çıkınca, medyada nefret söyleminin hayatta yansıması nasıl oluyor?
İdil: Çok ciddi oluyor. En hafifinden bir kere nefret söylemi sadece medyada karşılaştığımız bir şey değil. Günlük hayatımızın da çok içinde olan bir şey. Onun medyaya yansıması söz konusu oluyor. Bir kere var olduğunuz ortamda gerçek varlığınız tehdit altında. Yani kendinizi sürekli tehdit altında hissediyorsunuz. Bunun derecesi az olur çok olur. Bazı yerde gerçekten hayati tehlike vardır. Bazısında sadece toplumdan dışlanma işi kaybetme, içe kapanma. En hafifinden kimse görmeyecek belki ama siz başka biri olarak yaşayacaksınız. Onun dışında, hani bir kere çekinme, kendini ifade etmeye çekinme, kimliğini açığa vurmasan da konuştuğun aksanın bunu ortaya çıkarma tehlikesi. Dolayısıyla kendini geride tutma. Haliyle bazı şeylerde yükselememe gibi haller. Taciz ve öldürülmeyi artık en uçta kenarda tutuyorum.
“Kullanılan kutuplaştırıcı dil gerginliği iyice tetikliyor.”
Nefret söyleminin ardından kişilere/kurumlara yönelik doğrudan saldırılar…
Funda: Onun takibini yapmak çok zor aslında. Doğrudan nefret suçunun takibini yapamıyoruz. Çok doğrudan bir ilişki kuramayız, söylemler bazen havada kalıyor.
Yerel gazeteler bu bağlamda ibret vericidir herhalde…
Funda: İşte yerel basında daha tehlikeli bir durum var. Gördüğümüz artış aslında bizi en çok tedirgin eden artış. İdil Hoca’nın da dediği gibi yerelde özellikle adres vererek yapılan haberler lince kadar varabilecek bir duruma işaret ediyor bir yandan. Orada daha endişe verici bir durum var sanki. Suriyeli mültecilerle, günlük hayatta karşılaşma ihtimali de çok daha fazla. Ve bunun sonuçları çok daha tehlikeli olabilir. Kullanılan kutuplaştırıcı dil gerginliği iyice tetikliyor.
Genelde medyada nefret söyleminin azaldığını söyleyebilir miyiz?
Funda: Belki ana akım medya için bunu söyleyebiliriz. Ana akımda artık daha üstü kapalı şekilde kullanılıyor, nefret söylemine kıyasla daha ince bir şekilde kurgulanmış, ayrımcı ve ötekileştiren mesajlar oluyor. Eskisi kadar nefret söylemine denk gelmiyoruz ana akımda. Ama daha ideolojik olarak nitelendireceğimiz gazetelerde o azalıştan bahsedemeyiz.
İdil: Benim en son bıraktığım dönemde iki rapor öncesi 120 civarındaysa, birden böyle 250 ye çıkıvermişti.
Funda: Bir ara öyleydi. 300-500 diye gitti. Şimdi 1800-1900’lerdeyiz dört ayda. Bu da yalnızca tespit edebildiğimiz.
Peki, ana akım medyada bir azalış ?
Funda: Ana akımda var.
İdil: Nefret söylemi artıyor ama.
Neden peki?
İdil: Yereldeki artıştan ve ideolojik artıştan dolayı.
Funda: Yerelde, özellikle mültecilerle ilgili haberlerin artık çok fazla çıkmasından dolayı ve daha ideolojik diye nitelendirebileceğimiz gazetelerde, toplumsal kutuplaşma nedeniyle bir artış var sanırım.
Bunu nasıl açıklarız? Genelde popüler medyada azalmasına rağmen ideolojik yayınlarda ve yerelde artması…
Funda: Kavramın biraz yaygınlaşması, tartışılmaya başlanmasıyla ilgili olabilir. Bu proje ilk başladığında nefret söylemi kavramı yeni yeni Türkiye’de tartışılmaya başlanmıştı ve biraz daha etik olarak bakılmaya başlandı sanırım.
Kavramın yaygınlaşması dışında bütün mücadeleyi göz önüne alırsak..
Funda: Bunun bir nedeni itibarsızlaşma nedeni olması.
İdil: Yaftalanmak istenmiyor.
Funda: Evet, orada yer almak istemiyor.
“Ana akım medyada Yahudilere yönelik nefret söylemi neredeyse sıfıra indi ama bu Suriyeli ile ilgili nefret söylemini görmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Çünkü birikimle ilerleyen bir süreç yok garip bir şekilde.”
90’larda nefret söylemini dile getirmekten gurur duyan insanlar vardı. Keza yakın zamanda da Roboski’de Kürtleri katırlarla eş tutan bir zihniyet vardı…Bir değişim mi söz konusu?
İdil: Çok değişmiş değil. Hala var. Daha üstü örtülü.
Estetize edilmiş diye bilir miyiz?
İdil: Öyle evet. Öyle bir hal var.
Funda: Bu azılışı ana akım medyada gördük ama Suriyeli mültecilerle ilgili haberlerde ana akımın da çok farklı olduğunu söyleyemeyiz mesela. Bunu her kesimde görüyoruz aslında, biraz onun nefret söylemi olduğunu bilmemekten kaynaklı bir durum. Muhafazakâr gazetelerde de, laik gazetelerde de, ana akımda da… Bütün mecralarda bunu görebiliyoruz.
İdil: Ana akım medyada Yahudilere yönelik nefret söylemi neredeyse sıfıra indi ama bu Suriyeli ile ilgili nefret söylemini görmeyeceğiz anlamına gelmiyor. Çünkü birikimle ilerleyen bir süreç yok garip bir şekilde. Diyelim ki LGBTİ. LGBTİ’yi öğrendiler ama LGBTİ’yi hala bir örgüt zannediyorlar. Öyle birikimle ilerlemiyor, bir yer düzeliyor bir yer bozuluyor. Çünkü bir politikaları yok. Ben aynı gazetede yan yana iki sayfada bu ‘dili’ gördüm. Çünkü bir sayfayı dünya haberleri servisi diğerini de ekonomi servisi hazırlamış. Bir taraf ‘bilim insanı’ diyor ısrarla, öbür taraf ise ‘bilim adamı’ diyor. En basit şey. Dolayısıyla tutarlı bir politikaları yok. Önemsenmek de önemli bir şey. Önemsemiyorlar.
“OHAL değil de mesela çözüm süreci olduğunda Kürtlerle ilgili olan nefret söylemi daha da düşmüştü. Üst taraftaki politika söylem alt tarafı etkiliyor o anlamda. OHAL’den sonra olsa olsa bir kesim İslami gruba yönelik nefret söylemi olmuştur.”
OHAL sırasında nefret söylemi arttı mı?
Funda: Çok fazla değil. Öyle inanılmaz bir artış yok.
İdil: Bence o sürece göre değişiyor. OHAL değil de mesela çözüm süreci olduğunda Kürtlerle ilgili olan nefret söylemi daha da düşmüştü. Üst taraftaki politika söylem alt tarafı etkiliyor o anlamda. OHAL’den sonra olsa olsa bir kesim İslami gruba yönelik nefret söylemi olmuştur. Onları da almıyoruz.
Keşke o kesim hakkında da bir başlık açılabilseydi, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, “FETÖCÜ”lere, “eşlerine, kız çocuklarına” yönelik ve ayrıca antisemit karakterli pek çok ‘haber’, ‘söylem’ dolaşıma girdi…
İdil: Raporun, projenin belirli bir sınırı olmak zorunda ama. Ayrı bir çalışma belki.
Funda: İşte, öyle bir yansıması oluyor. Aslında Yahudi kimliğine veya başka kimlikleri hedef alan söylemler de üretiliyor. 15 Temmuz’dan sonra da, ‘FETÖ’nün arkasında Yahudiler, Hıristiyanlar var’ veya işte ‘Fetullah Gülen aslında Yahudi, Ermeni’ gibi ifadeler çok fazla karşımıza çıktı.
İdil: En klasik örneğimiz de mesela PKK söz konusunda olduğunda işte ‘aslında onlar Kürt değil onlar Ermeniler, sünnetsizler’ değil mi?
“Diyalogu kolaylaştıran bir dille, çatışmayı anlamaya, nedenleri ortaya çıkarmaya, çözüme ve uzlaşmaya odaklı gazetecilik yapmak mümkün. Farklılıkları gözardı etmeden ortak bir zemine dikkat çekmek, olaydan çok sürece odaklanmak işe yarayabilir.”
“Söylemin kendisiyle mücadele ediyoruz” dediniz. Yeni bir dil nasıl oluşur o halde, nefret barındırmayan bir dil…
İdil: Çok da kolay oluşur valla. Bir kere mesela çok teknik konuşacak olursak gazetecilikte sıfatlardan uzak dururlarsa oluşur. Kendi yorumundan biraz uzak durursa oluşur. Aklıma gelen ilk iki teknik mevzu bu. Onun dışında tabii, bilgi ve temas mevzusu da önemli ama mesela önereceğim çözüm her yazı işlerinde bir eşcinsel, bir Kürt, bir Yahudi olmalı gibi bir şey değil. Ama bir temas meselesi önemli, yıllardır hep verdiğim örnek mesela, Hürriyet’te yayımlanan “travesti olarak çalışan” ifadesi, böyle bir şey yok yani.
Kadro mu açılmış travestilere?
İdil: Hani tamam onu yazan bilmiyor, editörün de mi kontrolünden geçmiyor yani, o gazetedeki işleyiş de çok garip demek ki bu durumda.
Funda: Sıfat kullanımlarından uzak durmak gerekiyor ve iki taraf da varsa, o iki tarafın da sözüne yer vermek, dengeyi kurmak önemli, verilere yer vermek gerekiyor haberlerde, sesi daha az duyulan insanlara haber kaynağı olarak ulaşmak yine başka bir yöntem. Diyalogu kolaylaştıran bir dille, çatışmayı anlamaya, nedenleri ortaya çıkarmaya, çözüme ve uzlaşmaya odaklı gazetecilik yapmak mümkün. Farklılıkları gözardı etmeden ortak bir zemine dikkat çekmek, olaydan çok sürece odaklanmak işe yarayabilir. Biraz genel-geçer habercilik kurallarını da sorgulamak ve sansasyonel habercilikten uzak durmak gerekiyor.
“Sosyal medya ayrımcılığın da çok görünür olduğu bir platform olsa da alternatif söylemlerin yaygınlaştırılması için önemli bir araç.”
‘Çözüm Süreci’nde nefret söyleminin azaldığını söylüyorsunuz. Kendi adıma söyleyeyim, orada bile medya bence sorunluydu. Çünkü ‘Çözüm Süreci’nde güvercin olup savaşta ‘şahin’ olmak bana kalırsa medyanın görevi değil.
Funda: Ama medya tek başına sorumlu değil, yalnızca medyaya ait bir dil de değil, toplumsal bir şeyden bahsediyoruz ve bu bizim aramızda da öyle olabilir, internette de öyle olabilir. Medya bunun bir yansıması sadece Bu söylemin kökleri toplumsal hayattan besleniyor. Söylem dediğimiz şey hem ideolojilerden besleniyor, ideolojilere göre şekilleniyor; hem de ideolojilerimizi belirliyor ya da değiştiriyor; egemen söylem de medyaya tabii ki yansıyor.
İdil: Kesinlikle ama bunun şöyle bir tarafı var işte, medyayı niye değiştirmeye çalışıyoruz çünkü hitap ettiği kitleyi az da olsa değiştirme potansiyeli var.
Medyayı hatalarını, nefret söylemini göstererek mi değiştirmeye çalışıyorsunuz bir anlamda?
Funda: Yani bu tek mücadele alanı değil zaten, çok özel bir noktaya odaklanan bir proje, bunun farklı farklı ayakları var. Zaten medyadaki tek sorunlu durum nefret söyleminin kullanılıyor olması da değil, bu şekilde her şeye yetişemiyorsunuz, başka alanlarda da başkaları mücadele ediyor. Ama biz aynı zamanda bu tartışmayı mümkün olduğunca yaygınlaştırmaya veya mücadele alanını genişletmeye çalışıyoruz: Sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanmaya çalışıyoruz; paneller, haber tartışma atölyeleri düzenleyerek, gönüllülük programlarıyla ve üniversitelerle yaptığımız iş birlikleriyle daha geniş kitlere ulaşmaya çalışıyoruz. Proje kapsamında hazırlanan, üniversiteler için geliştirilmiş ve medya ve ayrımcılık odaklı ders programını yaygınlaştırmak amacıyla üniversiteleri ziyaret ediyoruz. Sosyal medyanın gücünün de farkına varmak önemli mücadele için. Sosyal medya ayrımcılığın da çok görünür olduğu bir platform olsa da alternatif söylemlerin yaygınlaştırılması için önemli bir araç.
“Mesela “Suriyeli iki kişi saldırmış” gibi bir haber. Haberini veriyor, gidiyor mahalleliyle konuşuyor ama ne haberde bahsedilen Suriyelilerle konuşmuş ne de onun oradaki ailesiyle konuşmuş, böyle bir kaygı yok çünkü. Tarafı her zaman belli.”
Onun dışında ne gibi metotlar izlenilebilir medyada nefret söyleminin son bulması için?
Gamze: Bir kere farkındalık olması lazım, böyle bir farkındalık yok.
Farkındalık..
Gamze: Medyanın bunu bir sorumluk olarak görmesi lazım haberi verirken. Mesela “Suriyeli iki kişi saldırmış” gibi bir haber. Haberini veriyor, gidiyor mahalleliyle konuşuyor ama ne haberde bahsedilen Suriyelilerle konuşmuş ne de onun oradaki ailesiyle konuşmuş, böyle bir kaygı yok çünkü. Tarafı her zaman belli.
İdil: Orada da şöyle bir şeye dikkat etmek zorunda; birilerinin hayatını tehlikeye atıyor mu? O insanın değil ama öbür Suriyelinin hayatını tehlikeye atıyor… Hani Suriyelilerin Türkiye’de yaşamasını da istemiyor olabilir ve bunu savunuyor olabilir. Ama şimdi bunu “çok kötü bir şekilde alındılar, çok kötü koşullarda yaşıyorlar, bizim de hayat kalitemiz bozuluyor” diye gerekçelendirmek var, daha çözümsel yani bunu da sorunlu bulurum ama bir de işte “bunların hepsi zaten hırsız, uğursuz, katil, işte hani atmazsak anamıza bacımıza bilmem vs. yapacaklar”, bu başka, daha tehlikeli bir şey.
Funda: Sorunların kaynağını bir kimliğe indirgemek orada sorun oluyor. Hani devletin politikasını eleştirebilirsin, tabi onu eleştirirken de nasıl eleştirdiğin önemli ama onu bir topluma mal edemezsin çünkü bir bütünden bahsedemiyoruz, Türklerden de bahsederken Ermenilerden de bahsederken genellemelerden mümkün olduğunca kaçınmak gerekiyor. Gazeteciliğin temelinde hızlı olmak yatıyor belki ama o haberi yazarken, yayınlarken bir kere daha durup düşünmek gerek, bu haber kimlere ulaşacak ve kimlere zarar verebilir diye.
İdil: Evet mesela yollardan biri bu.
Peki bu konuda sivil topluma nasıl bir rol düşüyor?
İdil: İşte böyle bir rol, yani LGBTİ dernekler kendi açılarından bakıyor buna çünkü mesela herkes duyarlı olduğu kısımdan, başka bir taraftan ele alabilir. Herkes de her şeyi aynı şekilde göremeyebiliyor.
Gamze: Evet o yüzden bir araya gelmeye, iletişimi güçlendiren atölyeler yapmaya, hak temelli habercilik yapanlarla iletişim içinde olmaya çalışıyoruz. Sürekli, sistematik bir çaba olmak zorunda.
İletişim içinde olarak…
Funda: İlişkiye geçerek bunu çözmeye çalışıyoruz daha çok, öğrencilerle, akademisyenlerle, gazetecilerle.
İdil: Medyayla ilişkiye geçmek de çok önemli bunun da çeşitli yolları var. Çünkü bu bir politika olmadığı için kişisel ilişkilerle bir şeyler değiştirilmeye çalışılıyor.
“Bazı konular hakkında bazı kurumlarla bir araya gelmek çok güç ama olmayacak diye bir kaide de yok. Mesela LGBTİ’lerle ilgili bir toplantıda bir araya gelemiyorsan, Suriyeli mültecilerle ilgili bir toplantıda gelebilirsin. Ortak dertler, ortak bir zemin bulmaya çalışmak gerekiyor.”
Bu sivil toplumda nasıl olabilir?
İdil: İşte sivil toplum bunu görüyor bunu yapıyor.
Funda: Yani oradaki boşluğu kapatıyor aslında sivil toplum. Bir yandan alternatif olduğunu da gösterebilmek gerekiyor, bu yüzden olumsuz örneklerin yanında olumluları da göstermek, yaygınlaştırmak önemli. Bazen insanlar gerçekten nasıl olabileceğini bilmiyor çünkü, o kadar alışmışız ki bazı kalıplara.
İdil. Kendi haberini yapıyor, yayınlıyor.
Funda: Mesela bunun eğitimi, üniversitelerde ya da liselerde vesaire verilmesi gerekirken, biz de insan haklarına saygılı bir dilin gelişmesi için paneller veya işte haber tartışma atölyeleri düzenliyoruz, üniversitelere gidiyoruz, konferanslarda veya derslerde derdimizi anlatıyoruz. Orada bir boşluğu doldurmaya çalışıyoruz elimizden geldiğince.
İHH ile KAOSGL ya da Pembe Hayat nasıl bir araya getirebilir ?
İdil: Geliyorlar. Yani özellikle reddetmiyorlarsa mesela daha doğrusu bu da bir süreç olarak gelişiyor. Başta diyelim ki reddediyorlar. “Onların olduğu toplantıya biz gelmeyiz” gibisinden. Ama siz sürekli o alanda varsanız o zaman bir noktadan sonra reddedebileceği bir şey olmuyor. Mecburen birlikte çalışmak zorunda kalıyor. Şahane mi geçiyor? Geçmiyor. Ya da her çalışmayı yapıyorlar mı? Yapmıyorlar. Ama hakikaten 90’lardan bugüne o etkileşim daha da arttı. Bazıları var ki zaten kemikleşmiş. Orada dediğim gibi rasyonalite olmadığı için onun gerekçesini de anlamanız mümkün değil. O asla olmayacak. Ona asla ulaşamayacaksınız, değemeyeceksiniz. O zaman niye enerjimi buna harcayayım!
Funda: Bazı konular hakkında bazı kurumlarla bir araya gelmek çok güç ama olmayacak diye bir kaide de yok. Mesela LGBTİ’lerle ilgili bir toplantıda bir araya gelemiyorsan, Suriyeli mültecilerle ilgili bir toplantıda gelebilirsin. Ortak dertler, ortak bir zemin bulmaya çalışmak gerekiyor. Bir noktadan sonra, küçük küçük adımlarla o zemini genişletmek de mümkün.
*Ana görsel: Mersin 7 Renk LGBTİ+ Derneği tarafından bu yıl (2017) üçüncüsü düzenlenen Onur Yürüyüşü’ne başka bir sivil toplum örgütüne mensup kişiler saldırdı. O esnada çekilen bir kare.
Bizi Takip Edin