Osman Kavala’nın suçu: Hafıza düğümleri

“Kavala’nın da öncülük ettiği sivil toplum alanı; geçmişle yüzleşme, toplumsal barış, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi temel ilkelerden hareketle desteklenen projelerle Türkiye’nin son yüz yıllık tarihinden farklı kesitlere odaklanan bir anma ve hatırlama ikliminin oluşmasına vesile oldu. Bu sivil toplum aktörlerinin her bir projesi veya benzer projelere sağladığı destek, tekçi anlatıya meydan okuyan karşı-hafızaya yeni bir […]

“Kavala’nın da öncülük ettiği sivil toplum alanı; geçmişle yüzleşme, toplumsal barış, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi temel ilkelerden hareketle desteklenen projelerle Türkiye’nin son yüz yıllık tarihinden farklı kesitlere odaklanan bir anma ve hatırlama ikliminin oluşmasına vesile oldu. Bu sivil toplum aktörlerinin her bir projesi veya benzer projelere sağladığı destek, tekçi anlatıya meydan okuyan karşı-hafızaya yeni bir düğüm attı”

Bilindiği üzere Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala 18 Ekim 2017’de gözaltına alındı, 1 Kasım’da ise “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme” suçlaması ile tutuklandı.* Tutuklama kararında Osman Kavala’nın “tüm terör örgütlerinin aktif olarak katıldığı ve destek verdiği” ‘Gezi Olaylarının’ yöneticisi ve organizatörü olduğu ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimine katıldığı iddia ediliyor.[1] Kavala’ya yönelik bu suçlamalar 2015’den beri günden güne otoriterleşen siyasal iktidarın hedefine koyduğu tüm kişi ve kurumlara yönelik suçlamaların ortak diline son derece uygun ifadeler. Bu öcüleştirme gramerinin çekimlendiği temel suçlama ifadeleri ise “terör örgütleri üyeliği”, “provokasyon” ve “darbe girişimine katılma veya destek verme”. Siyasal iktidarın birçok birey veya kuruma yönelik bu absürd suçlulaştırma dili çok temelde otoriter bir arzudan besleniyor. Kendi siyasal objektifi önünde bir “engel” olarak duran her türlü çabayı bertaraf etmenin yegâne yolu, bu aktörlerin ortaya koyduğu muhalefetin içeriğini bozarak, sessizleştirerek, kamusal alanda görünmez kılarak ve en nihayetinde hepsini ortak öcüleştirme siyasetinde öğüterek aynılaştırmaktan geçiyor.

Bu noktada Kavala’ya yönelik suçlamaların son iki yıldır gözaltına alınan veya hapse atılan birçok muhalifle neredeyse aynı içerikte olmasının bizi şaşırtmadığını söyleyip esasa dair konuşmaya başlamamız gerekiyor. Bu nedenle aslında Osman Kavala’nın niçin hapiste olmaması gerektiğini değil tam aksine niçin orada olduğunu anlatmamız gerektiğine inanıyorum. Zira birincisi hala siyasal iktidarı hukuk devleti sorumluluğuna çağırırken, ikincisi iktidarın bu sorumluluk alanından ısrarla kaçarak tam olarak ne yapmaya çalıştığına odaklanır. Zira devlet aklının Osman Kavala fezlekesinin en önde gelen ‘yazılamaz’ maddeleri onun karşı-hafıza uyanışına ve sivil-toplum alanlarının genişlemesine yaptığı derin katkılardır.

Michael Rotberg, Multidirectional Memory: Remembering the Holocaust in the Age of Decolonization[Çok Yönlü Hafıza: Sömürgesizleştirme Çağında Holokost’u Hatırlamak] isimli kitabında[2] dışlanmış grupların kamusal alana çıkan kolektif hafızalarının başka gruplara da kendi tanınma ve adalet taleplerini kamusal alana taşırmaya maddi ve sembolik kaynak sağladığını ortaya koyar. Hafızaların birbirine rakip olarak görüldüğü genel kanının aksine, Rothberg hafızanın çok yönlülüğüne vurgu yapar. Hafızanın bu çok yönlülüğü 2000 sonrası Kürt alanında yükselen üç hafıza dalgasının kamusal alanda hafızayı yeniden değerli kılmasıyla da ilgiliydi. 38’ Dersim Soykırımı’na yönelik sözlü tarih araştırmaları, 12 Eylül darbesi ve Diyarbakır Cezaevi anıları ve 1990’lardaki devlet şiddeti, faili meçhul cinayetler ve hak ihlallerine yönelik tanıklıkların derlenmesi (İHD, Göç-Der, Hafıza Merkezi vb.) bütün bunların da temelini oluşturan bir başka hafızanın ortaya çıkmasına vesile oldu: 1915 Ermeni Soykırımı hafızası. Hafızanın bu çok yönlülüğünün imkanlarını açığa çıkarmada 2000’lerin başından itibaren bu farklı hafıza kümelerinin aynı peyzajda buluşmasını ve bunların kamusal alana taşırılmasını sağlayan dört temel levye vardı: (1) Bireysel kimlik girişimcileri (Hrant Dink, Mıgırdiç Margosyan, Fethiye Çetin vb), (2) sivil toplum kuruluşlarının projeleri, (3) Kürt Hareketi’ne bağlı kurumların kültür-sanat aktiviteleri ve siyasal demeçleri ve (4) geçmişi işleyen edebi anlatılar.

Bu dört dinamiğin eş zamanlı etkileşimi gerçek anlamda bir karşı-hafıza ikliminin oluşmasına vesile oldu. Daha uzun bir yazının konusu olduğu için[3] burada bu dört temel aktörden sadece sivil topluma ve bu alanda da özellikle de Osman Kavala’nın öncülüğünü yaptığı Anadolu Kültür ve onun yerel bileşenlerine değinmekle yetineceğim. Bunlar dışında örneğin Kavala’nın danışma kurulunda yer aldığı Hafıza Merkezi gibi hak temelli kurumların 90’lı yıllara dair devlet şiddetini hafızalama çalışması veya KHK’lar ile kapatılan onlarca sivil toplum kurumunun hedeflenmesinin ardındaki temel saiklerden birisi bu karşı-hafıza inşasındaki kurucu rolleri idi. Bu anlamda Osman Kavala’nın rehin alınmasını bireysel bir olay olarak ele almayız. Bunu ilk başta sivil toplumun Türkiye’deki toplumsal muhalefetin direniş repertuvarına referans sunan infra-politikaların geliştirilmesindeki kurucu rolüne tahammül edemeyen despotik devlet aklının sivil toplumu boğmaya yönelmesi olarak düşünmek durumundayız.

Bu hafıza uyanışında sivil toplumun rolü istisnasız önemliydi. Özellikle Osman Kavala’nın öncülüğünde Anadolu Kültür’e bağlı olarak Amed’de açılan Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM) bu alandaki uyanışın en etkili aktörüydü. DSM sergiler, söyleşiler, imza günleri, film gösterimleri vb. aktiviteleri ile ciddi bir etkide bulundu. 1990’ların ağır çatışma ortamından sonra sivil bir sanat girişiminin diyaloğa ve barışa hizmet edeceği düşünülerek kurulan ve Anadolu Kültür’ün ilk girişimi olan DSM; İstanbul’dan ve Avrupa şehirlerinden sanatçıların ziyaret ettiği, yerel sanatçılarla tanıştığı, ortak projeler tasarladığı herkese açık bir mekâna dönüştü. DSM, Diyarbakır’da sanat üretmek isteyen insanların profesyonel destek aldığı ve bağlantılar kurduğu önemli bir platform haline geldi. Nitekim 2007’de daha beşinci yılını kutlamadan “Türkiye’nin kültür hayatına en fazla katkıyı sağlayan adresler” sıralamasında beşinci sırada yer aldı.[4]

DSM özellikle karşı-hafıza temelinde yeni bir öznellik alanının oluşmasında başrolü oynadı. Kurulduğu 2002’den beri onlarca etkinliğe ev sahipliği yaparak aynı zamanda emek-yoğun büyük kültür-sanat projelerine imza attı. Örneğin en son, 2016’da başlayan ve Kürtçe yayın yapan Lîs Yayınevi ile birlikte yürüttüğü KurdîLit: Türkiye’de Kürtçe Edebiyat ve Yayıncılık Ağı Projesi bunlardan sadece biri. Kültürel haklar ve ifade özgürlüğüyle ilgili tartışmalar açısından da kritik bir yerde duran Kürtçe edebiyatla ilgili mevcut bilgilerin derlenmesi amacıyla tasarlanan bu çalışma, Türkiye’de Kürtçe edebiyat ve yayıncılık alanında faaliyet gösteren aktörler (yayıncılar, yazarlar, çevirmenler, süreli edebiyat yayınları) ile ilgili temel bilgilerin bir araya getirilmesi ve online ortamda arşivlenmesini ve zaman içinde bu aktörlerle uluslararası alanda faaliyet gösteren edebiyat aktörleri arasında kurulacak daha yoğun bir iletişime katkı sağlamayı hedefliyor. Kürtçenin aynı zamanda bir edebiyat dili olarak hem Türkiye’de hem de dünyada yaygınlaşmasına ve tanınmasına destek olma amacıyla yola çıkan KurdîLit, var olan siyasi tartışmaları kültürel haklar boyutuyla yeniden gözden geçirmek açısından da büyük önem taşıyor.[5]

Osman Kavala, 2000’lerin başından beri Türkiye’de sivil toplum alanının genişlemesinde çok temel bir rol oynadı. Farklı grupların maruz kaldıkları eziyet deneyimlerini birbiriyle buluşturan birçok kültür, sanat, edebiyat ve hafıza çalışmasının gerçekleştirilmesine destek oldu. Türkiye’nin kuruluşundan beri egemen konumda bulunan “ulusal birlik” temelli anma ve hatırlama rejimine meydan okuyarak özel alanlara hapsedilmiş karşı hafızaların ayaklanmasına ön ayak oldu. Kavala, ulusal birlik etrafında kurulan hafıza rejimini parçalayan, onun ötesine geçen bir karşı hafıza peyzajının kamusal alanda birikmesine olanak sağlayan her türlü desteği sunmakta tereddüt etmedi.

Kavala’nın da öncülük ettiği sivil toplum alanı; geçmişle yüzleşme, toplumsal barış, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi temel ilkelerden hareketle desteklenen projelerle Türkiye’nin son yüz yıllık tarihinden farklı kesitlere odaklanan bir anma ve hatırlama ikliminin oluşmasına vesile oldu. Bu sivil toplum aktörlerinin her bir projesi veya benzer projelere sağladığı destek, tekçi anlatıya meydan okuyan karşı-hafızaya yeni bir düğüm attı. Bu hafıza düğümleri Türk ulus-devletinin üzerine inkâr toprağı serptiği bir farklılıklar coğrafyasında, tedip ve tenkil aracılığıyla tabii kılınmış “zehirli bilgilerin” ayaklanmasının önünü açtı. İşte Osman Kavala’nın suçunu tam da egemenlerin gözüne batan bu hakikat talebinde aramak gerekir. Mevcut düşman repertuvarına uygun suçlama ezberleriyle Kavala’yı rehin alan iktidar aslında bu hakikat talebinin üzerini örtmektedir.**

*Adnan Çelik tarafından kaleme alınan ve  GazeteKarınca’da yayınlanan söz konusu makale, yazarın ve sitenin de izni alınarak Sivil Sayfalar’da paylaşılmıştır.


[**] Fikir ve önerileri ile yazıya katkıda bulunan Yektan Türkyılmaz, Namık Kemal Dinç, Ayhan Işık ve Dilan Okçuoğlu’na çok teşekkürler.

[1] Bkz. http://www.osmankavala.org/tr/osman-kavala-ile-dayanisma

[2] Michael Rothberg, Multidirectional Memory: Remembering the Holocaust in the Age of Decolonization (Stanford, Calif: Stanford University Press, 2009).

[3] Bu konu ile ilgili daha uzun ve analitik bir makalem 2018’de Lexington Books tarafından basılacak olan Kurds in Turkey: Ethnographies of heterogeneous experiences isimli kitapta The Insurrection of « subjugated knowledges »: The Emergence of Multidirectional Memory in Kurdish Public Spherebaşlığıyla yayınlanacak.

[4] Bkz. http://www.diyarbakirsanat.org/diyarbakir-sanat-merkezi/c27/default.aspx

[5] Bkz. http://www.kurdilit.net/