Yokluğu ispat mümkün mü..
“Taner Kılıç ve avukatları, tüm bu olumsuz koşullara rağmen, imkansızı başarmaya çalışmış, “suçlu olmadığını ispata” gayret etmiştir. Ergenekon davalarında bilirkişilik yapmış İstanbul’daki muteber bir firmaya ve daha sonra İngiltere’de dünya çapında ciddi bir firmaya “ByLock” kullanıldığı iddia olunan telefon cihazı üzerinde inceleme yaptırılmış, her ikisinde de “hiçbir zaman bu cihaza ‘ByLock’ indirilmediği, indirilip silinme durumu […]
“Taner Kılıç ve avukatları, tüm bu olumsuz koşullara rağmen, imkansızı başarmaya çalışmış, “suçlu olmadığını ispata” gayret etmiştir. Ergenekon davalarında bilirkişilik yapmış İstanbul’daki muteber bir firmaya ve daha sonra İngiltere’de dünya çapında ciddi bir firmaya “ByLock” kullanıldığı iddia olunan telefon cihazı üzerinde inceleme yaptırılmış, her ikisinde de “hiçbir zaman bu cihaza ‘ByLock’ indirilmediği, indirilip silinme durumu olmadığı, fabrika ayarlarına dönülmediği, format atılmadığı” net olarak kanıtlanmıştır…”
Hukukun en temel ilkelerindendir: “Müddei, iddiasını ispatla mükelleftir”. Ceza hukuku bağlamında yorumlayacak olursak; bir suç işlendiği iddiasını ileri süren bunu ispatlamak zorundadır. Hatta suç isnad eder, sonra da kanıtlayamazsa, “iftira” etmekten dolayı ceza alacaktır. Bu temel ilke, devlet için de geçerlidir. Devletin savcıları, kamu adına bir şahsın suç işlediğini ileri sürüyorsa, bunu ispatlamak zorundadır. Delilleri de, “hiçbir duraksamaya sebebiyet vermeyecek kadar ikna edici ve kesin” olmalıdır. Şayet bu kesinlik sağlanamıyorsa, sanık şüpheden faydalanır, mahkûmiyete yetecek deliller ortaya konulamadığı için beraat eder. Zira şüphe ile bir masumu cezalandırmaktansa, kesin kanıtları bulunamayan bir suçluyu bırakmak daha iyidir…
Şimdi gelelim OHAL dönemindeki ceza yargılamalarına…
Ne yazık ki, bu temel hukuk ilkelerinin hiçbiri bu dönemde uygulanmamaktadır. Kamu adına insanların suçluluğu iddia edilmekte, mesela ‘ByLock’ kullandığı ileri sürülmekte, günlerce gözaltından sonra bu iddia ile insanlar tutuklanmakta, ancak ‘ByLock’ içerikleri sanığa sunulmamaktadır. Lehte ve aleyhte tüm delilleri toplamak ve dosyaya sunmak yasal görevi olan savcıların bazıları, sanığın lehine olan delillere hiç bakmamakta, aleyhine olan delilleri ise toplamakta ağırdan almaktadırlar. Bu çeşit dosyalarda gizlilik kararı verilmekte ancak bazen suçlanan sanık ve avukatlarından saklanan bilgi ve belgeler, çarşaf çarşaf bir kısım medyada yer alabilmektedir, Büyükada dosyasında olduğu gibi. ‘ByLock’ içeriklerinin dosyaya bir an önce gelmesi için avukatlar defalarca yazılı ve sözlü talepte bulunmak zorunda kalmakta, devlet kurumlarının suç delillerini dosyaya göndermesi için “torpil” yapılmaya çalışmak zorunda kalınmaktadır. Yani özetle, devlet bir vatandaşına suçlu demekte, ancak kanıtlarını sanıktan gizlemekte, geciktirmekte ve bu dönemde de genel olarak, bu şahısları tutuklamaktadır. Sonuçta, fiilen, tutuklu vatandaşından, “masum olduğunu kanıtlamasını” istemektedir. Halbuki, en temel mantık kuralıdır ki, “yokluk ispat edilmez”, şahıs “suçlu olmadığını “ nasıl ispat edecektir… Bu süre içinde aylar geçecek, şahıs toplumda “hain “ damgası yiyecek, bir süre sonra ise belki “ByLock içeriklerinin tespit edilemediğine ilişkin” (bazı davalarda olduğu gibi) cevap gelecektir. Devlet de “pardon” diyecek ve sanığı bırakacaktır. Peki, haksız ve suçsuz yere özgürlüğünden mahrum kalmanın mağduriyeti nasıl giderilecektir.
Bu ciddi iddiaya bir delil sunmak gerekirse, 30 yıllık dostum Af Örgütü Türkiye Şubesi Başkanı Avukat Taner Kılıç’ın davası, buna açık bir delildir. Kendisi, “ByLock” kullandığı iddiası ile gözaltına alınmış, günlerce gözaltında kalmış, dosyasına gizlilik kararı konulmuş, bir kısım tetikçi medya tarafından yargılanması beklenmeden suçlu ilan edilmiş ve tutuklanmıştır. “FETÖ” suçlaması ile aranan bir akrabasının bulunması, kızının 9 yıl önce başörtüsü mağduriyetinden dolayı “FETÖ”nün bir kolejinde okumuş olması, bu okulun taksitlerini ödemesi için okulun talebi üzerine Bank Asya’dan hesap açtırması ve ödemeler yapması suç delilleri arasında sayılmıştır. Taner Kılıç ve avukatları, tüm bu olumsuz koşullara rağmen, imkansızı başarmaya çalışmış, “suçlu olmadığını ispata” gayret etmiştir. Ergenekon davalarında bilirkişilik yapmış İstanbul’daki muteber bir firmaya ve daha sonra İngiltere’de dünya çapında ciddi bir firmaya “ByLock” kullanıldığı iddia olunan telefon cihazı üzerinde inceleme yaptırılmış, her ikisinde de “hiçbir zaman bu cihaza ‘ByLock’ indirilmediği, indirilip silinme durumu olmadığı, fabrika ayarlarına dönülmediği, format atılmadığı” net olarak kanıtlanmıştır. Hatta daha sonra gelen HTS kayıtlarına göre İstanbul’daki firma ek bilirkişi raporu tanzim etmiş ve gelen kayıtlardaki sinyal durumu dikkate alındığında bu cihazda “ByLock” kullanılmış olamayacağı açıkça belirtilmiştir. Tüm bu kanıtlar ve iddiadaki çelişkili durumlar belirtilmesine rağmen, tutukluluğun devamına karar verilmiştir. Hatta, tutukluluğundan bir ay sonra yapılan Büyükada toplantısını organize ettiği iddiası ile davası İstanbul dosyası ile birleştirilerek…
Hiçbir “ByLock” davasında olamayacak kadar, “suçlu olunmadığı kanıtlanmaya çalışılsa” da, kendisini insanlığa ve mültecilere adamış bir insan hakları savunucusunun özgürlüğü elinden alınmaya devam edilmiştir.
Bilinmelidir ki, nasıl, Ergenekon dosyalarındaki toptancılık o davaları sulandırmışsa, hukuk ilkelerinin bu davalarda gözardı edilmesi de “FETÖ” davalarını fazlasıyla sulandırıyor. Acilen sap ve saman titizlikle ayrılmalı, adil yargılanma hakkına ve hukukun temel ilkelerine dönülmeli, toplumun tuzu olan adaletin kokmadığı / kokmayacağı gösterilmelidir. Çünkü hukuk herkese lazımdır…
Bizi Takip Edin