Sivil toplumda ‘iyi komşuluk’ hayal mi?
İstanbul Bineali’nin ‘iyi bir komşu’ temasından yola çıkarak sivil toplumun birbirine komşu olma ya da olamama hallerini değerlendirirken, bir yandan da sivil toplum ve akademiden temsilcilerin konuya bakışından örnekler sunmaya çalıştık. 16 Eylül’de başlayan İstanbul Bienali’nin bu yıl ki teması ‘iyi bir komşu’… Küratörler Michael Elmgreen ve Ingar Dragset tarafından seçilen bu temayla; ev ve […]
İstanbul Bineali’nin ‘iyi bir komşu’ temasından yola çıkarak sivil toplumun birbirine komşu olma ya da olamama hallerini değerlendirirken, bir yandan da sivil toplum ve akademiden temsilcilerin konuya bakışından örnekler sunmaya çalıştık.
16 Eylül’de başlayan İstanbul Bienali’nin bu yıl ki teması ‘iyi bir komşu’… Küratörler Michael Elmgreen ve Ingar Dragset tarafından seçilen bu temayla; ev ve aidiyet kavramlarından hareketle, ortak hayat, sınırlar, ilişkiler, karşılaşma biçimleri üzerine yorumlamaların yer aldığı eserler sergileniyor. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 32 ülkeden 56 sanatçının katılımıyla düzenlediği ve komşuluk ilişkileri, mülteciler başta olmak üzere daha bir çok konuyu ‘iyi bir komşu’ üzerinden değerlendirme imkanı sunan bineal, 12 Kasım’da sona erecek.
İstanbul Bineali’nin ‘iyi bir komşu’ temasından yola çıkarak sivil toplumun birbirine komşu olma ya da olamama hallerini değerlendirirken, bir yandan da sivil toplum ve akademiden temsilcilerin konuya bakışını yansıtmaya çalıştık. Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel’e göre, sivil toplumun iş birliği içinde olamayışının en önemli nedenleri arasında hem kurumlar arası hem de kurumlar içindeki ‘rekabet’ yer alıyorken; Mehmet Ali Çalışkan da artan kutuplaşma ve ‘mahalle’ kapanmalarının belirleyiciliğine işaret ediyor.
Prof. Dr. Fuat Keyman sivil toplumu ‘aktif ve sorumlu vatandaşlığın yaşama geçtiği alan” olarak tanımlayarak, “O yüzden STK denilen şey, profesyonel olarak proje alıp belli bir şey yapmak değil, dayanışma içinde bir vatandaşlığı yaratmaktır” saptamasında bulunuyor. Bu, sadece dernek ve vakıfları STK sayan resmi bakışın aksine son yıllarda önemli aktörler olan girişim, platform ve inisiyatifleri de içeren bir tanımlama kuşkusuz. ‘Aktif bir toplum oluşturmak’ saptaması başka bir yazının konusu olsun, İstanbul Bineali’nin ‘iyi bir komşu’ temasından da yola çıkarak “dayanışma içinde olabiliyor mu?” diye sorduğumuzda aldığımız cevap kuşkusuz evet değil.
Sivil toplum alanında ‘iyi bir komşu’ denilince akla ilk gelen kavram ‘iş birliği’ oluyor. Başka bir deyişle sivil toplumda komşuluk ‘iş birliği’ göstergeleri üzerinden değerlendirilebilir. Sivil Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) tarafından 2005 yılında yapılan Sivil Toplum Kuruluşları İhtiyaçlar ve Sınırlılıklar araştırmasında, insan hakları, kadın ve çevre gibi belirli konularda faaliyet gösteren, hak savunuculuğu yönelimli bazı platform kuruluşlar dışındaki STK’lar arasındaki ilişkilerin zayıf ve kurumsal yapılara bağlı olmadığı belirtilerek bunun sebepleri şöyle dile getiriliyordu: Diğer STK’larla etkin ortaklık ve ağ kurma eksikliği, demokratik kültür eksikliği, benmerkezcilik ve kariyerizm eğilimleri, STK’lar arasındaki rekabetin olumsuz etkileri… Bu dört madde sivil toplum alanındaki kişilerin ortaklaştığı maddeler.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Yusuf Adıgüzel de STK’ların iş birliğinin önündeki en büyük engelin ‘rekabet’ olduğunu belirterek, “Türkiye’de STK’ların çözümüne talip oldukları sorunlarla boğuşurken, alanda birlikte çalışmaları gereken komşu STK’ları ortak değil rakip olarak görmeleri, sorunun çözümünün önündeki en büyük engellerden biridir. STK’lardaki ön plana çıkma kaygısının, en az bireysel alandaki bencillik kadar eleştirilmesi gerekir. STK’lar öncelikle kendi markalarına değil, soruna odaklandıklarını unutmamalıdır” değerlendirmesinde bulunuyor. Türkiye’deki hiçbir toplumsal sorunun bir STK’nın tek başına çözmesinin mümkün olmadığını hatırlatan Adıgüzel, ‘komşuluk’ ilişkisine şöyle bir gönderme yapıyor: “STK’lar çözümünün bir parçası olabilmek için öncelikle alanda çalışan komşu STK’larla iş birliğini hedeflemelidir. Bireysel komşuluk hakları ve sorumlulukları neler ise, STK’ların da aynı hak ve sorumluluk bilinciyle hareket etmeleri gerekir. Benzer toplumsal sorunlar üzerinde çalışan STK’lar, komşuluk hakkı gereği, bir projeye başlarken öncelikle alandaki STK’lara iş birliği teklif etmeli, ortak sayısını artırmayı ve projeye güç katacak paydaşları çoğaltmayı hedeflemelidir”.
“STK’lar Türkiye’nin kadim meseleleri ile bağ kurabilecek iken kurmuyor, konfor alanına kaçıyor ve içine kapanıyor. Hem tematik olarak kapanıyor hem de kimlik eksenli. Sonuçta STK’lar kalın ve yüksek duvarların içinde, kendilerine benzeyenlerle birlikte güvenli sitelerde yaşamayı seçiyor”
STGM’nin yukarıda bahsettiğimiz araştırmacılarından biri de olan Sivil Sayfalar’da bu konularda derinlikli analizler de yapan Mehmet Ali Çalışkan da iş birliğinin önündeki engellere toplumsal kutuplaşmaların ve içe kapanan ‘mahalle’ ilişkilerinden kaynaklandığını ifade ediyor. “Mahalle” metaforunun sivil toplum kuruluşlarının içinde bulunduğu durumu belirgin bir şekilde ortaya koyduğunu belirten Çalışkan, “STK’ların hem fiziki hem politik ve kültürel hem de tematik olarak katmanlar halinde içine kapandığını ve sürekli en dar mahalleye çekildiğini söyleyebiliriz. Bu durum birbirine inanç, siyaset, ilgilendiği konu vb. açılardan en çok benzeyenlerin birbirleri ile iyi komşuluk ilişkileri içinde olduğuna, diğerleri ile ya büyük mahallenin düğününde, cenazesinde karşılaştığı ya da hiç karşılaşmadığına ve bunun için bir çaba da göstermediğine işaret ediyor. Yurttaşlık davranışlarını anlamaya dönük pek çok araştırma bize toplumun çoğunluğunun kendilerine benzemeyenlerle komşuluk yapmak istemediğini gösteriyor. Bu durumun STK’lar için de geçerli olduğunu ileri sürebilirim. Farklılıkların temas ettiği ender durumlarda da tartışmalar karşılıklı aşılması mümkün olmayan varoluşsal kabullere odaklandığından aslında üzerine konuşulabilecek, iş birliği yapılabilecek konular gündeme bile gelemiyor. Bu da sivil toplum dünyasını içe kapanmış kümelerden oluşan çok mahalleli bir görüntüye sürüklüyor” şeklinde dile getiriyor.
Çalışkan’a göre bu içe kapalılık hem tematik hem de kimlik odaklı bir görünüme sahip. “STK’lar bir yandan kendi konularının sınırlarını çok kalın çiziyor ve başka konularla aralarındaki bağı koparıyor, diğer yandan ise Türkiye’nin siyasal ve kimlik eksenli kutuplaşmasından etkileniyor ve ait olduklarını düşündükleri kümenin dışında kalanlarla temas etmemeye özen gösteriyor” diyen Çalışkan’ın ‘tematik kapanma’ kavramıyla anlatmak istediği durum ise şöyle: “Söz gelimi çevre kuruluşları Türkiye’nin çevre sorunlarına odaklanıyor, araştırmalar yapıyor, saha çalışmaları yapıyor, sorunları keşfediyor ve pek çoğu sonunda Türkiye’nin çevre sorunlarının karar mekanizmasının merkezi karakteri ile ilgili olduğunu buluyor. Yani Ankara’dan merkezi olarak alınan kararlarla Ergene Havzası’nda, Çorlu’da ortaya çıkan kirliliğin çözülemeyeceğini düşünüyor. Bunun için yerel karar mekanizmalarına ihtiyaç olduğunu düşünüyor. Ancak idari yapının merkezi karakterine yönelik tartışmaya girmiyor, çünkü oraya girerse kimlik odaklı tartışmaların oluşturduğu mayınlı konulara geçeceğini düşünüyor ve mikro konusuna kapanıyor. Ya da engellilik alanında faaliyet gösteren kuruluşların pek çoğu, engelli çocukların hayatı idame kapasitelerinin artması için dilsel kapasitenin geliştirilmesi ile ilgileniyor. Otizmli, görme ya da işitme engelli çocukların hayatlarını idameleri için çeşitli eğitim araçları, metotları vs. geliştiriyor. Ancak bunlar hep Türkçe oluyor ve ana dili Türkçe olmayanlar hesaba katılmıyor ve onlara yönelik bir çalışma yapılmıyor. Yani aslında STK’lar Türkiye’nin kadim meseleleri ile bağ kurabilecek iken kurmuyor, konfor alanına kaçıyor ve içine kapanıyor. Hem tematik olarak kapanıyor hem de kimlik eksenli. Sonuçta STK’lar kalın ve yüksek duvarların içinde, kendilerine benzeyenlerle birlikte güvenli sitelerde yaşamayı seçiyor”.
Sivil toplumu ‘iyi bir komşu’ üzerinden değerlendirdiğimizde iyi örnek olarak adlandırılacak konuların başında mültecilerle dayanışma çalışmaları geliyor. Bunların arasındaki en iyi örnekler arasında, kendilerini ‘sivil toplum’ olarak değil ‘dayanışma’ üzerinden tanımlayan ‘Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’ , ‘Mülteciyim Hemşerim” ile Sultanbeyli’deki “Gönüllü Kardeşler” bulunuyor. Bu oluşumların temsilcileri ‘komşuluk’ ve ‘ortak mekanı paylaşmak’ üzerinden yola çıkarak; ‘dayanışmayı’ bizzat ‘birlikte deneyimlemek’ üzerinden tanımlıyorlar. Toplum olarak genel anlamda çok iyi niyetli çabalar yürütülse de mülteciler açısından ‘iyi bir komşu’luktan söz etmek kolay değil. Galatasaray Üniversitesi’nden Didem Danış’ın da işaret ettiği gibi bundan söz etmek için ‘kalıcı ve eşit bir yerleşim’ olmak durumunda. Mevcut ilişki şeklinin ‘içinde güçlü bir hiyerarşi barındıran, güçlünün zayıfa kucak açması, şefkat göstermesi gibi’ yorumlanacağını belirten Danış, “Ensar-muhacir söyleminden de beslenen bu ilişki tarzı aslında yerliler ve mülteciler arasında eşit bir ilişki yaratmıyor. Veren (kucak açan) taraf, karşılığında “en azından” şükran ve minnet bekliyor. Mülteci o kadar zayıf ve aşağı konumda görülüyor ki, göstermesi beklenen karşılık (minnet) onun bir kez daha aşağı konumunun teyit edilmesi anlamına geliyor. Mülteci bu konumu kabullenmediği, buna itiraz ettiği zaman (mesela yeterince minnet göstermez, ya da maruz bırakıldığı haksızlıklara ses çıkarırsa) sözlü, sembolik veya fiziksel şiddet görmesi geniş kesimlerce meşru görülüyor. Kısacası, bir tarafın her zaman boynu bükük, diğer tarafı böbürlenerek veya efelenerek durduğu yerde komşuluktan bahsedemeyiz” diye anlatıyor.
Sivil toplum ve akademiden ‘iyi bir komşu’ya bakışlardan örnekler ise şöyle:
Aile ve komşuluk
İçinde bulunduğumuz endüstri toplumunda birey, başkalarıyla birlikte bulunmayı gerektirmeyen bir iletişim imkanına sahip. Gerek bu imkanlardan gerekse hızdan kaynaklı birçok alanda olduğu gibi komşuluk kavramı bakımından bir yabancılaşma yaşıyoruz. Komşuluk önemi bir olgu olarak incelenmeli. Zihinler çok meşgul, insan kendisiyle çok ilgili, sanal etkileşim konuşma ihtiyacını karşılayabilecek düzeyde olduğu için toplum komşuluğun öneminin farkında değil. Aileyi Koruma ve Destekleme Derneği olarak, “Komşunun komşusu üzerinde bir sorumluluğu-aidiyeti olduğuna dair geleneksel kabullerin” çağdaş insana yeterince aktarılmamış olduğunu tespit etmekteyiz. Komşuluk, başlı başına kanlı-canlı bir iletişimdir. Bunun insan ruhuna kattıkları hiçbir şeye benzemez. Bu sebeple komşuluk ile ilgili özendirici teşvik edici yayınlar yapılmalı, dizilerde, sinema filmlerinde, tiyatro oyunlarında hatta kamu spotlarında komşuluğun hem topluma hem de bireylere katkısı ele alınmalı. Ayrıca AKODER olarak komşuluğun kent kültürüne çok şeyler katacağına inanıyoruz. İstanbul’u İstanbul yapan bugün çatışma alanı olarak sunulan – bir devirler aidiyet sağladığı için farklılığın getirdiği sorunları ortadan kaldıran komşuluk bir müessese olarak ele alınmalı. Bienal ve benzeri çalışmalardan beklediğimiz mahalle bir yaşam biçimi olarak azalsa dahi yeni modern yaşam biçimlerinde komşuluk nasıl sürdürülebilir bunu göstermesi. Sözlü etkileşime müsait, fiziksel ortamlar yaratmak için neler yapabiliriz. Burada başka kavramlar da karşımıza çıkıyor, haklara hürmet vs. sivil toplum kuruluşları, vakıflar, dernekler komşuluğu bu kapsamda ele alıp projeler üretebilir hatta üretmelidir.
“Ben iyiysem dünyam iyileşir”
“İyi bir komşu, (göçmen, yoksul, engelli, etnik öteki fark etmeden) çocukların birbirleriyle arkadaş olduğu ve çocuklar sayesinde belki kaynaşan ama birlikte yaşamak için iyi bir iletişime sahip bir komşudur. Sokakların çocuklara ait olduğu, gülücüklerle dolu mahalle dokusunda ortak yaşam kültürüne saygılı bir komşuluk tabi ki hayalimiz. Nasıl erişilir hayallere? İlk adım ‘ben iyi bir komşu muyum, olabilir miyim?’e adım atmak belki de. Ben iyiysem dünyam iyileşir çünkü. Fiziksel mekanı tasarlamaya da, üretmeye de talibim bu başlangıçla… Emeğimle, enerjimle iyi bir komşuluk kurmak isterim. Ama ah bir de gündelik hayatta bu kadar çok koşturmasak da, konut alanında komşuluğa vakit ve enerjimiz kalsa.
“Karşılıklı saygıyla konuşabilmek önemli”
On bir katlı bloklardan oluşan site tipi bir mahallede/bölgede yaşıyorum. Komşuluk deyince, hayıflanarak şunu terennüm ediyorum zaman zaman: Mekânlar daha bir yakın, ama komşuluk, dostluk, kalpler daha uzak. Karşı komşumla haftalar geçiyor, görüşüp selamlaşamaya biliyoruz. Ancak yine de iyi bir komşum olsun istiyorum. Üst kat komşumun iyiliği, pencerelerden ve balkonlardan çer-çöp atmaması, sigara küllerinin odamı doldurmaması ve tabii gürültü yapmamasıyla sınırlı. Gürültü ve bilhassa yüksek sesle müzik dinlememeleri bütün komşularımdan bekleyip, iyi komşuluk vasfını olumlu veya olumsuza çevirdiğini düşündüğüm ortak nitelik. Bilhassa kat komşularım ve bina komşularımla selamlaşabilmek, hâl hatır sorabilir olmak, yani güven duyabilmek, iyi komşuluğun esasıdır. Aynı asansörü paylaştığınız, aynı kapıdan girip çıktığınız insanların güvenle, tebessümle selamlaşabildiğiniz insanlar olması çok huzur verici. Başınız dara düştüğünde kapısını çalabildiğiniz komşularınızın olması büyük nimet olduğu gibi, sizden bir şey istenebilir olması, aynı şekilde sıkıntıya düşen birinin kapınızı çalabilir olması da size kendinizi iyi hissettiren güzelliklerdir. Benim çocuğum yok; ama eğer olsaydı sanırım iyi bir komşuda arayacağım bir diğer esas, rahatlıkla çocuğumu gönderip ortak zamanlarda birlikte oynamalarının ve farklı etkinliklere beraber katılabilmelerinin mümkün olmasıdır. Yani çocuklarının güvenilir arkadaşlıklar kurabildikleri, birbirlerinden iyi, doğru şeyler öğrenebildikleri, dost olabildikleri komşular, iyi komşulardır. Neticede iyi komşuların aynı dinden, aynı görüşten, aynı yaşam tarzından olması gerekli olmayıp, karşılıklı saygı ve sevgiyle davranıp birbirleriyle konuşabilenler olması önemli, diye düşünüyorum.
Romanlar için komşuluk vazgeçilmez…
Komşu mu? Her şeydir, Romanlar için elleri, ayaklarıdır. Birlikte yer içerler. Düğünde de, cenazede de birbirlerine koşarlar. Bir evden bir genç kız gelin olarak çıkacaksa o komşunun da kızı olur. Komşu evinden gelin uğurlanana kadar herkes kız annesinin etrafında pervanedir. Kına gecesinin, düğün gecesinin yemekleri birlikte hazırlanır, eksik tabaklar, bardaklar, masalar sandalyeler paylaşılır. Cenaze de öyledir komşunun yasıdır aynı zamanda. Kimse eğlenmez, gülmez gözyaşları paylaşılır. Yokluk diz boyu da olsa mahallede hiç kimse açlıktan ölmez, her evin bir tas çorbası vardır olmayan için. Çiçek mezatına, hurdaya birlikte gidilir. Bir ihtiyaç için çıkışmıyorsa paralar, komşu denkleştirir. “Eeee bacım komşuyuz ya Gaci mısın ki? (Roman olmayan) derdime dertlenmeyecen?”
Bizi Takip Edin