Yaratma cesareti

07 Eylül 2017
“Güç ve savaş tanımlarının yeniden yazıldığı, iktidar dengelerinin her geçen gün değiştiği, tükenen kaynaklar karşısında yeni alternatifler üretmeye ve bilinmeyeni en önce keşfetmeye zorlandığımız bir çağda, bizi yıkımlardan kurtarıp daha insancıl bir dünyanın inşasına taşıyacakların, özgün fikirler geliştiren, yaratıcı görüş ayrılığı gösteren ve birlikte üretmek için yaratıcı cesaretlerini toplumlarına bulaştıranlar olacağını düşünüyorum” Yüksek lisans derecemi […]

“Güç ve savaş tanımlarının yeniden yazıldığı, iktidar dengelerinin her geçen gün değiştiği, tükenen kaynaklar karşısında yeni alternatifler üretmeye ve bilinmeyeni en önce keşfetmeye zorlandığımız bir çağda, bizi yıkımlardan kurtarıp daha insancıl bir dünyanın inşasına taşıyacakların, özgün fikirler geliştiren, yaratıcı görüş ayrılığı gösteren ve birlikte üretmek için yaratıcı cesaretlerini toplumlarına bulaştıranlar olacağını düşünüyorum”

Yüksek lisans derecemi aldığım Belçika’daki College of Europe (Collège d’Europe), geleneksel olarak her akademik yılı için büyük bir düşünür veya muciti, o yılın “patronu” ilan ediyor. Bu nedenle kayıt sürecinde sık sık okulun web sitesini ziyaret ettiğimde seneler arasında değil, Einstein, Curie, Roosevelt gibi isimler arasında kaybolur, bilmediğim bir isme rastlarsam kısa bir internet araştırmasıyla tanımaya çalışırdım. Bir yandan da benim okuyacağım 2012-2013 akademik yılının patronu kim olacak diye merakla beklerdim.

Okulun başlamasına bir-iki ay kala büyük haber açıklandı. Bizim dönemin patronu, fikirleriyle yolumuza ışık tutması umulan büyük insan, adını mezuniyet yılımın yanında gururla taşıdığım Václav Havel oldu. Dönem patronum olduktan sonra Havel hakkında daha çok okumaya, araştırmaya başladım. Yaşamına, yapıtlarına, yaratıcı üretkenliğine dair daha çok şey öğrendim. Yaratıcılığıyla bir toplumun dönüşümüne önderlik etmiş birinin, eğitim hayatımın en kritik olduğunu düşündüğüm döneminde, dönem patronum olarak karşıma çıkmasını ise her zaman kaderin ince bir işi olarak buldum.

Kadife Devrim’in öncüsü Václav Havel’e olan hayranlığımın ve Sivil Sayfalar’daki ilk yazımın konusunu ondan yola çıkarak belirlemek istememin altında, onun pek çok özelliği yatıyor. Havel, Çekoslovakya’nın Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak barışçıl bir şekilde ayrılmasında önemli rol oynayan, hayatını insan hakları savunuculuğuna adamış bir şair, tiyatro yazarı ve devlet adamı. Yaşamı boyunca pek çok eseri yayımlanan, oyunları sahnelenen Havel, ülkesi işgal altındayken bile “daha insancıl bir dünya” için mücadele etmeye devam etti. Yaşamı boyunca varoluşçu felsefeye ilgi duydu ve okuduklarından aldığı ilham ve kendi yaratıcı cesareti sebebiyle “entelektüel muhalif” olarak adlandırıldı. Bu tanım ona öylesine uyuyor ki ölümünden sonra New York merkezli İnsan Hakları Derneği (Human Rights Foundation) tarafından adına Václav Havel Prize for Creative Dissent, yani “Yaratıcı Muhalefet Ödülleri” verilmeye başlandı. Derneğin açıklamasına göre ödüle aday gösterilenler, “yaratıcı görüş ayrılığı, gösteri yapma cesareti, adaletsizliğe meydan okuma ve gerçeklikte yaşama yaratıcılığı gösteren kimseler” olarak belirtiliyor.

Václav Havel’in yaşamını okumak ve onu tanımak, zamanla beni, yaratıcılığın önderlik ettiği sivil dönüşüm üzerine daha çok düşünmeye itti. Bununla birlikte, sanatın doğasında -ve insanın esasında- bulunan yaratıcılığın cesaretle ilişkisini tanımaya, yaratıcı cesaretin dönüşümü için temel oluşturabileceğine yürekten inanmaya başladım. Okuduğum, izlediğim, toplumların ve kültürlerin dönüşümüne sebep olan pek çok hikâyenin özünde, Rollo May’in insan algısının kapılarını zorlayan muhteşem kitabına verdiği ad gibi “yaratma cesareti” buldum. Özellikle kolektif umutsuzluk çeken, ağır travmalarla yüzleşen toplumlarda, bunlara rağmen toplulukları ve bireyleri geliştiren ve biçimlendiren şeyin durmadan üretmek, özgün fikirler ortaya koymak ve başkalarıyla birlikte yaratmak olduğunu düşünüyorum.

Dünyada, yaratma cesaretiyle kendi toplumlarını yükseltmiş ve iz bırakmış, duyduğumuz ve duymadığımız pek çok örnek bulunuyor. Bunlar arasında beni en çok etkileyenlerden biri Nijerya doğumlu Fela Kuti’dir. Müziği Afrika kokan Fela Kuti, adını kendisinin koyup dünyaya kabul ettirdiği “Afrobeat” müziğiyle sosyal değişimi tetikleyip askeri diktatörlüğe karşı direnişi başlatmıştı. Nijerya gibi insanı müthiş etkileyen, muhteşem bir kültüre ve müthiş kalabalık bir nüfusa sahip bir ülkede, sıradan insanlar arasından çıkarak sıradan insanların sesi olmaya çalıştı, insan haklarını savundu. Kuti, müziğini bir araç olarak kullanarak dinleyicisini kendi kültürünün özgün kıyafetleri, konuşma tarzı ve ten rengiyle gurur duyması için cesaretlendirdi. Kuti’nin yaratıcı cesareti, insanlara demokratik yönetim talep etme cesareti ve düşünme, sorgulama, silah zoru kullanan orduya direnme cesareti verdi.

Yaratma cesaretinin, daha insancıl bir dünya için sebep olduğu dönüşümün her zaman askere karşı direniş veya büyük devrimlerle sonuçlanması gerekmiyor. Yaratıcılık ve sivil dönüşüm, bazen bir sokak arasında bile yeşerebiliyor. Seyahat ettiğim yerler arasında Balkan ülkeleri, beni tarihiyle, insanıyla ve atmosferiyle her zaman çok etkilemiştir. Bitmek bilmeyen savaşların ve savaşın yarattığı acıların, insanların ağzında şiir gibi kolay aktığı Saraybosna’daki çellocu Vedran Smailović’i duymuştum örneğin. Saraybosna’daki savaş sırasında şehir bombardıman altındayken, şehirdeki orkestra binası yıkılmış ve Smailović tüm komşularını kaybetmişti. Bunun üzerine şehrin sokaklarında, kaybettiği 22 kişi için 22 gün boyunca süren “barış için müzik” konserine başlamıştı. Saraybosna her yandan ateş altındayken “Saraybosnalı Çellocu” kendi yaratıcı mücadelesine devam etmişti. Üstelik bu mücadelede bıraktığı bayrağı daha sonra Irak savaşında Karim Wasfi devraldı. Bağdat sokakları savaş sırasında bombalanırken, Karim Wasfi de çellosuyla şehir sokaklarında tek başına konser vererek adaletsizliğe meydan okuma yaratıcılığı gösterdi.

Örnekler saymakla bitmez, ancak tüm bu örneklerin bizi bir noktaya çıkardığını düşünüyorum. Güç ve savaş tanımlarının yeniden yazıldığı, iktidar dengelerinin her geçen gün değiştiği, tükenen kaynaklar karşısında yeni alternatifler üretmeye ve bilinmeyeni en önce keşfetmeye zorlandığımız bir çağda, bizi yıkımlardan kurtarıp daha insancıl bir dünyanın inşasına taşıyacakların, özgün fikirler geliştiren, yaratıcı görüş ayrılığı gösteren ve birlikte üretmek için yaratıcı cesaretlerini toplumlarına bulaştıranlar olacağını düşünüyorum. Rollo May’in kitabında dediği gibi, “Eğer kendi özgün fikirlerinizi ifade etmezseniz, kendinize ihanet etmiş olacaksınız. Bütüne katkıda bulunmadığınız için ihanetiniz toplumumuza karşı da olacak.” Çünkü bugün ve yarın, yeni bir dünya inşa edebiliyor olmanın temelini yaratma cesareti oluşturuyor ve amacımız yıkmak değil, inşa etmek olmalı. Şimdi ve tüm yaratıcı gücümüzle, birlikte bir dünya inşa etmek.

 

 

Özge Karakaya

Üyelik Tarihi: 17 Ocak 2018
11 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör

İlgili Yazılar

Tüm Haberler