Said Nursi’nin Naaşının Kaybedilmesine 57 Yıl Sonra Suç Duyurusu

Vefatından 111 gün sonra, 27 Mayıs darbecileri tarafından mezarı parçalanarak çıkarılan Said Nursî’nin naaşının bulunup yerine konulması ve sorumluların cezalandırılması talebiyle 57 yıl sonra suç duyurusunda bulunan Urfa Barosu Başkanı Ahmet Tüysüz, “Bir yandan geçmişle yüzleşme ve bir nebze de olsa toplumsal barışa katkı sunma diğer yandan da bir daha benzer olaylarla karşılaşılmaması konusunda bir […]

Vefatından 111 gün sonra, 27 Mayıs darbecileri tarafından mezarı parçalanarak çıkarılan Said Nursî’nin naaşının bulunup yerine konulması ve sorumluların cezalandırılması talebiyle 57 yıl sonra suç duyurusunda bulunan Urfa Barosu Başkanı Ahmet Tüysüz, “Bir yandan geçmişle yüzleşme ve bir nebze de olsa toplumsal barışa katkı sunma diğer yandan da bir daha benzer olaylarla karşılaşılmaması konusunda bir direnç oluşturma gayesi taşımaktayız” dedi.

İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımının olmadığına dikkate çeken Urfa Barosu, vefatından 111 gün sonra, 27 Mayıs darbecileri tarafından mezarı parçalanarak çıkarılan Said Nursî’nin naaşının bulunup yerine konulması ve sorumluların cezalandırılması talebiyle 57 yıl sonra suç duyurusunda bulundu.

Av. Nurullah Küçükoğlu

Bütün hayatı boyunca sürgün yaşayan Bediüzzaman Said-i Nursî, ömrünün son günlerini Urfa’daki İpek Palas Oteli’nde geçirmiş ve 23 Mart 1960 tarihinde burada vefat ettikten bir gün sonra Urfa’daki Dergah Camii’nin bahçesine defnedilmişti. 27 Mayıs darbesinden kısa bir süre sonra, 12 Temmuz 1960 tarihinde de darbeci komitenin isteği ve Bakanlar Kurulu kararıyla mezarı parçalanarak cesedi buradan götürülmüştü. Bediüzzaman’ın mezar yeri ile ilgili bugüne kadar çeşitli söylentiler olsa da devlet erkânı mezar yeri ile ilgili resmî bir adım atmış değil. Said Nursî’nin mezar yerinin bulunmasıyla ilgili süreci takip etmek üzere üç avukat görevlendiren Urfa Barosu, Balıklıgöl’de bu durumu protesto eden bir basın açıklamasında bulundu.  “Savaşta bile düşman cesetlerini kaybetmek insanlık suçu sayılırken savaş hali olmayan bir zamanda ulusal ve uluslararası kamuoyunca tanınan birinin mezarını parçalayarak naaşını kaçırmak elbette ve kesin bir surette büyük bir insanlık suçudur. Zira bu menhus olayda merhum Said-î Nursî’nin mezar yeri bellidir; fakat naaşı eski dilde nebbaşlık diye tabir edilen mezar soygunculuğu yapılarak çalınmıştır” açıklamasında bulunan baro, ‘Said Nursî’yi ‘hafızalardan silme çabasını’ kınayarak ‘çalınan ve gasp edilen naaşın yerinin tespiti ile 24  Mart 1960 tarihinde defnedildiği mezarına iadesi’ talebini kamuoyuyla paylaştı.

Baro adına görevlendirilen üç avukattan Nurullah Küçükoğlu, “1960 tarihli bir dosya numarası olması gereken bu işlemin 57 yıl gecikme ile gerçekleşmesinden üzüntü duyduklarını, bu süreci bütün yönleri ile takip edeceklerini” paylaşarak bu girişimden sonra birçok yerden hem destek hem de eleştiri aldıklarını aktardı. Şeyh Said ve Seyit Rıza gibi sembol isimler hakkında da benzer girişimlerin başlatılması gerektiği şeklinde beklentilerle karşılaştıklarını anlatan Küçükoğlu, bu üç sembol şahsiyetin mezar yerlerinin açığa çıkarılması sürecini takip etmek üzere üç baronun bir ortak komisyon kurması gerektiğini vurguladı.

Urfa Barosu Başkanı Ahmet Tüysüz

Suç duyurusunu Sivil Sayfalar’a değerlendiren Urfa Barosu Başkanı Ahmet Tüysüz de, baronun bu davanın takipçisi olmayı kamuoyu adına bir borç olarak gördüğünü belirterek, “Konunun kamuoyuna yansıması ile birlikte yoğun bir ilgiyle takip edilmesinin, kendi değerlerimize sahip çıkma ve toplumsal öz saygımızı koruma adına esasında bizler için ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha anlamış bulunmaktayız. Tıpkı Said Nursi gibi Seyit Rıza ve Şeyh Said’in naaşlarının gizlenmesi ile bu şahsiyetlerin toplum hafızasından silinmesi gibi beyhude bir çabaya işaret etmektedir. Geride kalanların inanç ve insanlığın gereği olarak mezarlarını ziyaret edememeleri elbette ki manevi bir eleme sebebiyet vermektedir” dedi.  Düşünce ve duruşları ile toplumda karşılık bulan şahsiyetlerin mezarlarının gizlenmesinin tam aksine toplumsal bir hassasiyete ve düşünce sahiplerine ilgiye dönüştüğünü belirten Tüysüz, “Somut taleplerimizle bir yandan geçmişle yüzleşme ve bir nebze de olsa toplumsal barışa katkı sunma diğer yandan da bir daha benzer olaylarla karşılaşılmaması konusunda bir direnç oluşturma gayesi taşımaktayız. Toplumsal hafızamızda yer eden benzer birçok olay yaşanmasına rağmen, Said Nursi’nin aziz hatırasına yönelik saldırı Urfa’da meydana geldiği için somut olarak bu olayla ilgilendik. Umuyor ve diliyoruz ki, bu iyi niyetli, barışçıl ve insani vazifemizde bir sonuç elde ederiz. Böylelikle gerek şehrimize gerek Türkiye’ye ve hatta tüm insanlığa fikirleriyle nüfuz etmiş bu mümtaz şahsiyete mezarı başında bir dua etme imkanı elde ederiz” diye konuştu.

Mezar yeri ile ilgili tartışmalar…

Said Nursi’nin naaşının nerede olduğu tam bilinmezken, resmî belge ve tanıklıklar cesedin Isparta’ya defnedildiğini işaret ediyor. Belgelerle Bediüzzaman’ın ‘Kabir Olayı’ kitabının yazarı Necmeddin Şahiner, naaşın Isparta’daki Sav Mezarlığına defnedildiğini söylüyor.

Öte yandan, Said Nursî’nin mezar yerinin kaybedilmesi ile ilgili onun takipçileri olan Nurcuların büyük kısmı, “mezar yerinin bilinmemesi gerektiği” şeklindeki vasiyetini kaynak göstererek mezar yerinin açığa çıkarılmasına karşı çıkarken yazar Abdullah Can, sözü ‘vasiyetin Bediüzzaman’ın el yazması olan herhangi bir eserinde yer almadığını ve sonradan, darbecilerin işini kolaylaştıracak şekilde uydurulduğunu’ iddia ediyor.

Kapak fotoğrafı risalehaber.com’dan alınmıştır.

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör