Güven Sorunu…
“…Tam da bu noktada sivil toplum kuruluşlarının önemi ve etkileyici gücü bir kez daha kendisini hissettirmektedir. Zira böyle bozulmuş bir sosyoloji ve toplumsal düzen, ancak bireyin özgürlük alanını genişletmeye çalışan ve temel hakları güvence altına alma gayretinde olan sivil toplum çalışmaları ile düzelebilir” Hz.Muhammed ‘in ( a.s.) en önemli vasfı emin olmasıdır. Hatta, İslamdan önceki […]
“…Tam da bu noktada sivil toplum kuruluşlarının önemi ve etkileyici gücü bir kez daha kendisini hissettirmektedir. Zira böyle bozulmuş bir sosyoloji ve toplumsal düzen, ancak bireyin özgürlük alanını genişletmeye çalışan ve temel hakları güvence altına alma gayretinde olan sivil toplum çalışmaları ile düzelebilir”
Hz.Muhammed ‘in ( a.s.) en önemli vasfı emin olmasıdır. Hatta, İslamdan önceki dönemde dahi, tüm Mekke halkının dilinde lakabı “Emin Muhammed”dir. Bu vasfı tüm hayatı boyunca da üzerinde taşımış, kendisini öldürmeye gelen Kureyşli hasımlarının kendi nezdindeki emanetlerini dahi, Medine’ye göç esnasında Hz. Ali’ye bırakarak teslim edilmesini sağlamış, can düşmanlarına bile güveni sarsacak muamelede bulunmamıştır. O’nun getirdiği ve yaşadığı din, barış ve esenliği hedefler. İnsanların kendilerini ve geleceklerini güvenerek teslim edecekleri, adil bir yönetim tarzına ulaşmaya çalışır. Şayet insanlar, idarecilerin ve kurulu sistemin adaletine güvenemiyor iseler, mülkün temeli çatlamaya başlamış demektir. Böyle bir ortamda, geleceğe ilişkin umutlar yitirilir, yaşama ilişkin itici güç kaybedilir, ekonomi ise sekteye uğrar. Çünkü ekonomi ancak, güvenli bir ortamda sıhhatli kalır ve gelişebilir. Bediüzzaman’ın da, belirttiği gibi “Ticaretin esası emniyettir”, güven ortamıdır. İnsanların geleceklerine ümitle bakmalarını, kendilerini emin hissetmelerini sağlayamıyorsanız, risk alarak ticaret yapmayacaklardır. Sonuç olarak ekonomi akışkanlığını kaybedecek, para dönmeyecek, durağanlık yaşanacaktır. Kredilerle, teşviklerle bunu aşmaya çalışsanız da, bu ortamı tesis edemiyorsanız, sonuç almanız mümkün değildir. Bir gün sonra cezaevine alınma, bütün mallarına el konulma ve hiçbir yargı makamına müracaat imkânı bırakılmama ihtimalinin olduğu bir ortamda, insanların “ticaret yapınız ve cesur olunuz” Peygamber buyruğuna uymaları mümkün değildir…
Öyleyse ne yapılmalıdır. Öncelikle, “biz millete karşı değil, devlete karşı ilan ediyoruz” dediğiniz OHAL’i kaldırmalısınız. Çünkü OHAL ve uygulamaları artık milleti yaralar hale gelmiştir. Keyfiliğin kol gezdiği, ahlaksız insanların “FETÖ” yaftasını insafsızca insanların üzerine attığı, şahısların kolaylıkla suçlanarak, hatta ihanetle yaftalanarak önce cezaevine atıldığı, daha sonra dosyaya delillerin gelmesinin beklendiği, konulan gizlilik kararı sebebiyle neyle suçlandıklarını dahi tam öğrenemediği, sanığın ulaşamadığı bilgilerin medyaya servis edilerek toplumsal lince tabi tutulduğu, hukuka açıkça aykırı olarak, tutuklamanın asıl, tutuksuz yargılanmanın istisnaya dönüştürüldüğü, onlarca insanın yaşatılan travma sebebiyle intihar ettiği ve bu ihtimallerin “keyfi ortam” sebebiyle herkes için söz konusu olduğu bir ortamda, hiçbir tedbir veya teşvik ticareti canlandırmak için fayda etmeyecektir.
İddia ettiğiniz, “FETÖ ile mücadele”, yargılamaların bu kadar sulandırıldığı, sapla samanın bu derece birbirine karıştığı bir yöntemle yapılamaz. Bir süre sonra toplumun sosyolojisi sizleri, ‘Ergenekon’ dosyalarında olduğu gibi tümünün tahliyesine ve aklanmasına mecbur edebilecektir. Bu sebeplerle bir an önce normalleşme sağlanmalı, hukukun sağlayacağı güven ortamı yeniden tesis edilmeli, insanların kendilerini ve geleceklerini güvende hissedeceği bir iklim inşa edilmelidir.
Yoksa özgürlüklerimizin bir kısmını, güvende yaşamak için kendisine terk ettiğimiz devlet dediğimiz yapının meşruiyeti yara alacaktır. Zira, devlet kutsal bir varlık değil, sadece bir hizmet aygıtıdır. Bu aygıtın randımanlı çalışması ise ancak adalet ile olabilir. Çünkü, adalet mülkün/ her otoritenin temelidir. Adil bir ortamda ticaret ise palyatif tedbirlerle değil, ancak emniyet ve güven ortamı ile kendisine gelebilecektir…
Tam da bu noktada sivil toplum kuruluşlarının önemi ve etkileyici gücü bir kez daha kendisini hissettirmektedir. Zira böyle bozulmuş bir sosyoloji ve toplumsal düzen, ancak bireyin özgürlük alanını genişletmeye çalışan ve temel hakları güvence altına alma gayretinde olan sivil toplum çalışmaları ile düzelebilir. Hiçbir menfaat gözetmeden, ayrımsız olarak insana ve onuruna hizmet etme erdemini hayat tarzı yapmış insan hakları savunucularının havadan-sudan gerekçelerle tutuklanmaları ne acıdır. Bırakınız toplumun aklı hükmündeki hak savunucuları işlerini layıkıyla yapsınlar, gördükleri yanlışları açıkça dillendirsin, eleştirilerini söylesinler. Bundan ders almak hem topluma, hem siyasete sadece fayda getirir, zarar değil…
Bizi Takip Edin