Çözüm, “Dünyadaki kadın hareketiyle birlikte dayanışmak”
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği yönetim kurulu üyelerinden Şehnaz Kıymaz Bahçeci’yle derneğin faaliyetleri ve uluslar arası düzeyde kadının insan hakları alanında yürüttükleri çalışmaların Türkiye’deki çalışmaları üzerindeki etkileri üzerine konuştuk. “İnsan hakları terimi başlangıçta erkek-egemen bir şekilde oluşturulmuş” -Kadın hakları kullanımının karşısında kadının insan hakları kavramını kullanıyorsunuz. Neden kadının insan hakları? İnsan hakları terimi […]
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği yönetim kurulu üyelerinden Şehnaz Kıymaz Bahçeci’yle derneğin faaliyetleri ve uluslar arası düzeyde kadının insan hakları alanında yürüttükleri çalışmaların Türkiye’deki çalışmaları üzerindeki etkileri üzerine konuştuk.
“İnsan hakları terimi başlangıçta erkek-egemen bir şekilde oluşturulmuş”
-Kadın hakları kullanımının karşısında kadının insan hakları kavramını kullanıyorsunuz. Neden kadının insan hakları?
İnsan hakları terimi başlangıçta erkek-egemen bir şekilde oluşturulmuş. İnsan hakları evrensel bildirgesine de baktığınızda birçok kadınlık durumunu es geçer bir yerden okunabildiğini görüyorsunuz. Bu terimi genişletebilmek için de kadınların kadın olmalarından kaynaklı farklı durumlarını da içerecek şekilde ama bir yandan da bunların kadınların insan olduklarından kaynaklı hakları olduğunu da unutmayacak bir yerden böyle bütünsel bir terim kullanmayı tercih ediyoruz.
-Derneğinizi ismi de buradan mı geliyor?
İnsan haklarının bu tartışmalar ışığında yeniden tanımlanması için 90’ların başında bir akım başlıyor. 1993 yılında İnsan Hakları konferansının sonunda çıkan Viyana deklarasyonunda da kadın hakları insan haklarıdır şeklinde bu terim bir araya getiriliyor. Dernek de 1993’ün sonuna doğru kurulmaya başlıyor o yüzden de kadının insan hakları ismini buradan alıyor. Uluslar arası dokümanlarda ve arenalarda da terimi bu şekilde kullanmaya aslında özen gösteriyoruz.
“Kadınların haklarını bilmelerinin onların bu haklara sahip çıkmalarını arttıracağı varsayımı üzerinden program oluşturuldu”
-Peki derneğinizin ilk faaliyete geçme motivasyonu, çalışması, bir kronolojik tarihi nedir biraz bahseder misiniz? Neden kuruldu, nasıl ilerledi, nasıl gelişti?
Derneğin kurulumunda Pınar İlkkaracan, İpek İlkkaracan ve Leyla Gülçür bulunuyor. Onlar ilk derneği kurdukları zaman, kadınların haklarını bilmedikleri görüşü üzerinden harekete geçiyorlar. Bizim Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı diye bir eğitim programımız var halihazırda devam eden. Aslında onun ilk tohumları, ilk pilot çalışmalarıyla da beraber derneğin kuruluşu hızlanıyor. Kadınların hem yasadaki haklarını hem de bu bahsettiğimiz, yasalarda yazılı olmasa da kadının insan hakları olarak kabul edebileceğimiz doğurganlık hakları, cinsellik hakları gibi haklarını bilmelerini sağlamanın kadınları güçlendireceği ve onların bu haklara sahip çıkmalarını artıracağı varsayımı üzerinden program oluşturuluyor, pilotu yapılıyor, destekleniyor ve 20 küsür senedir de devam ediyor.
“Uluslar arası boyutta da savunuculuk yapıyoruz”
-Kadının İnsan Hakları Eğitimi programının oldukça merkezi bir çalışma o halde, bunun dışında başka hangi çalışmalarınız var?
Kadının insan hakları eğitimleri, aynı zamanda cinsel ve bedensel haklara dair çalışmalarımız var. Cinsel sağlık, doğurganlık sağlığı ve hakları diyeyim, bunlara yönelik çalışmalarımız var. Tabii ki toplumsal cinsiyet eşitliğinin her boyutta hayata geçmesi için birçok çalışmamız var. Yasal reform süreçleri için yaptığımız çalışmalar var. Aynı zamanda da uluslar arası düzeyde de uluslar arası kadının insan hakları rejiminin, toplumsal cinsiyet eşitliği rejiminin genişlemesi, dayanaklarının oluşması için de yaptığımız uluslar arası boyutta da bir savunuculuk var.
-Bir de en son “Ekonomik Haklarımız Var!” başlığı altında yayınladığınız “Haklarımız Var!” kitapçıkları var. Bunlar nasıl ortaya çıktı?
Haklarımız var kitapçıkları bizim kadının insan hakları eğitim programımızın içerisinde kullandığımız destekleyici kitapçıklar. Programdan bağımsız da kullanılabilen şeyler. Oldukça basit ve anlaşılır bir dille onları oluşturmaya çalışıyoruz. Kadınların, hem yasadaki haklarını, yasal okur yazarlık dediğimiz mantıkla, bilmeleri için hem de yazılı olmayan ama hakları olan bazı konularda nelere ulaşabilirler, hangi bilgileri alabilirler, nerelere başvurabilirler gibi bilgiler içeren kitapçıklar. Web sitemizde mevcutlar. İsteyen herkes girip okuyabilir. Eğer dağıtmak isterlerse bizden isteyebilirler. Önce haklarımız var, sonra doğurganlık haklarımız var, cinsellik haklarımız var, en son da ekonomik haklarımız var çıktı. BM ve Uluslar arası İş Örgütü (ILO)’yla yaptığımız bir proje vesilesiyle belediyelerde meslek eğitimi alan kadınlara KİHEP’ten biraz daha kısa ve ekonomik haklar odaklı, yine kadının insan hakları eğitimi dediğimiz bir eğitim programı uyguladık. Ekonomik haklar da hem onu destekliyor, hem de aslında bizim büyük KİHEP programımızı da destekleyen bir materyal olarak çıktı.
“Katılımcılar arasında eğitimi yarıda kesilenlerden %35’i okula dönmüş. %33’ü tekrar iş hayatına atılmış, %7’si kendi işini kurmuş”
-Programlarınız arasında bahsettiğiniz Kadının İnsan Hakları Eğitim Programının içeriğine dair neler söylemek istersiniz? Nasıl bir program ve sonuçlarına dair nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Programın ana amacı dediğim gibi kadınların güçlenip adım atmalarını sağlamak. İlk önce yasalardaki haklarla başlar, yasal okuryazarlıkla, sonra doğurganlık hakları, ekonomik hakları, cinsel haklar, toplumsal cinsiyete duyarlı çocuk gelişimi ve kadınların bütün bu öğrendikleri haklar ve bilgiler hakkında sağlıklı bir iletişim kurarak bunları talep edebilme ve hayata geçirebilmeleri için bir iletişim modülümüz de var. En son modülümüzse örgütlenme üzerine. Çünkü biz şunu gördük ki kadınlar nerede bir araya gelip hareket edebiliyorlarsa orada daha da güçlü olabiliyorlar. Kadınlar eğer kendileri arzu ederse, eğer çevrelerinde müdahale edilmesi gerektiğini düşündükleri bir sorun varsa ya da yapmak istedikleri, hayal ettikleri bir şey varsa bunun için bir araya gelip çalışabilsinler, beraber olabilsinler diye son modülümüz onun üzerine. Bu programı alıp da örgütlenen Türkiye çapında sivil toplum örgütleri var. Mutluyuz bu yüzden. Biz mümkün olduğu kadar 2-3 senede bir etki değerlendirme araştırması yapmaya çalışıyoruz program katılımcılarının formları üzerinden. Yaklaşık 5 senede bir de bir bağımsız değerlendirmeci programın etkilerini değerlendiriyor. Örneğin 2005-2010 yılları arasını kapsayan bağımsız değerlendirmede katılımcıların %67’si siyasi açıdan daha aktif olmaya başladığını, %59’u kadın örgütlerine aktif olarak katılmaya başladığını belirtmiş. Eğitimi yarıda kesilenlerden %35’i okula dönmüş. %33’ü tekrar iş hayatına atılmış, %7’si kendi işini kurmuş. Kadınlardan %94’ünün özgüvenleri artmış, %89’u da aile içerisinde daha fazla söz sahibi olmaya başlamış. KİHEP programını seneler içerisinde yapmak bize şunu hissettiriyor, kadınlar gerçekten bilgiye eriştiklerinde ve bunun hakları olduğunu bildiklerinde doğru iletişim yöntemleriyle aslında bu hakların peşine düşüyorlar. O yüzden de bu bilgilenmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz ve çok yaygın olması gerektiğine inanıyoruz.
-Peki bağımsız bir kadın derneği bu röportajı okudu, ondan sonra sonuçları da çok beğendi ve size başvurup sizden eğitim almak istiyorlar, nasıl yapacaklar bunu?
Dönem dönem bize Kadının İnsan Hakları Eğitimimize katılım için başvurular geliyor. Biz bu tür açık çağrılı bir eğitim yapacağımız zaman, ki bu bazen 2-3 seneyi buluyor böyle bir eğitimi yapmamız, bu taleplere geri dönüyoruz. Bir başvuru formumuz var onu gönderiyorlar bize, birkaç tane görüşme yapıyoruz süreç içerisinde çünkü bu eğitimi verdikten sonra bunu uygulamak için imkanları olması gerekiyor eğitim alan kişinin. Çünkü biz yer bulmak konusunda elimizden gelen desteği versek de yerelde olmadığımız, İstanbul bazlı olduğumuz için eksik kalabiliyoruz. Ya da düzenli gelen bir kadın grubuna erişebiliyor olması gerekiyor. O yüzden belirli görüşmelerimiz var, o görüşmelerden sonra eğitici konumuna gelen kişi önce katılım sertifikası alıyor, ilk grubunu açıyor, ilk grubuna bir süpervizyona gidiyoruz. Sonra yaklaşık 9 ay sonraya denk gelen bir süreçte bir değerlendirme toplantımız oluyor, oraya da katılıyor, o zaman eğitici sertifikasını alıyor.
-Tüm bu çalışmalarınızın dışında Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar için Dayanışma Ağı Kurucularından birisiniz. Bu dayanışma ağının Türkiye’deki faaliyetleri nelerdir, son dönem nelere odaklanıyor, nasıl çözüm önerileri getiriyor?
Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar ağı 2007’den beri devam ediyor. Daha çok bir araştırma ve beraber savunuculuk yapma aracı olarak ortaya çıkmış bir ağ. 11 sene kadar sekretaryasını biz götürdük şimdi Endonezya’da GAYa Nusantara diye bir örgüt sekretaryasını yürütüyor. CSBR’la beraber yaptığımız işlerin arasında BM toplantılarında beraber katılım, orada Müslüman toplumlarla yaşananlar üzerinden özel seanslar, paralel etkinlikler yapmak var. Araştırma kitaplarımız var. Özellikle Türkiye’deki ceza kanunu reformu kampanyasından sonra diğer ülkelere örnek olması için beraber yapılmış çalışmalar var. Aynı zamanda her sene 9 Kasım’da CSBR içerisindeki bütün ülkelerde örgütler kendi ülkelerinin gündemleriyle cinsel ve bedensel haklar konusunu birleştirip bu konuya dair bir etkinlik düzenliyorlar: Ortak mücadele hep birlikte kampanyası. Her sene tekrarlayan bir şey bu. Geçtiğimiz sene tam TCK 103, reşit olmayana karşı cinsel saldırı suçuna dair yasanın meclise geldiği ve tartışıldığı döneme denk geldiği için Türkiye özelinde bir şey yapamadık ama ondan önceki sene 2015’te mültecilerin cinsel ve bedensel haklarına dair bir toplantı yapmıştık, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin yaşadığı sorunlar üzerinden. Bunun gibi o dönemin konusu neyse bağlantı kurulup bir kampanya yapılıyor her sene. Aynı zamanda Müslüman toplumlarda cinsel ve bedensel haklar savunan bir örgüt ya da akademisyen olmanın da zorluğu göz önüne alınınca biraz da bu anlamda da dayanışmak için kurulmuş bir ağ CSBR. Herhangi bir ülkede bir aktivist arkadaşımızın yaşadığı bir sıkıntı varsa uluslar arası alanda bunun için farkındalık yaratarak o konuda da destek vermeye çalışıyoruz.
“Uluslar arası alanda yapılan işin Türkiye’de nereye denk geldiği her zaman çok görülmüyor”
-1993’te kurulmuş hem ulusal hem de uluslar arası seviyede çalışan bir dernek olarak özellikle uluslar arası seviyedeki çalışmalarınızın Türkiye’deki savunuculuğunuza olan katkıları neler sizce?
Aslında çok güzel bir nokta çünkü uluslar arası alanda yapılan işin Türkiye’de nereye denk geldiği her zaman çok görülmüyor. Örneğin Kadının Statüsü Komisyonu’nda şiddet alanında önemli gelişmeler kaydedildi. 2014 yılında yürürlüğe giren Avrupa Konseyi’nin İstanbul sözleşmesine gelene kadar şiddet kavramını ve şiddetle mücadele/ortadan kaldırma kavramını ne kadar genişlettiği ortada. O günden bugüne şiddetin hem tanımlanması, yani psikolojik şiddet, ekonomik şiddet gibi farklı şiddet türlerinin varlığının kabul edilmesi, hem müdahale yöntemlerinin ve ortadan kaldırmak için kullanılabilecek araç ve uygulamaların bu kadar genişlemiş olması uluslar arası düzeyde yapılan diğer çalışmaların da katkısıyla hayat buldu. Elbette biz de yaptığımız savunuculukla diğer küresel kadın hareketindeki aktörlerle beraber bunun bir parçasıyız.
Bunun dışında 1997 yılında kurulan, BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi (CEDAW) ve bu sözleşmenin uygulanmasını ülkeler bazında gözeten küresel bir komite var. Bu komite ilk defa 1997 yılında sivil toplumdan sistematik bir şekilde hükümetin kendi yazdığı rapora alternatif olacak, sivil toplumun gözünden, gölge raporlar yazılması sürecini başlatıyor ve Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler bu süreçte Türkiye’den Mor Çatı ve o zamanki EŞ-İZ platformuyla beraber ilk gölge rapor sunan örgüt. Sonrasında da bunun takibini yaptık. CEDAW sürecinin Türkiye’ye dair kazanımlarından biri de örneğin, 1997’deki Aileyi Koruma Kanunu’dur. Kadına karşı şiddet yasası/koruma emri yasası diye geçen ama bizdeki adı aileyi koruma kanunu olan 4320, öncesinde ulusal düzeydeki kadın örgütlerinin çabalarına da destek olacak şekilde CEDAW’daki savunuculuktan sonra hız bularak hayata geçen süreçlerden biri. Yani uluslar arası alandaki savunuculuğun Türkiye’ye direk yansımalarından biridir 4320 sayılı kanun.
Daha yakın zamandan bir örnek vermem gerekirse biz 2013’ten bu yana BM’nin sürdürülebilir kalkınma hedefleri dediği bir gündem için çalışıyoruz küresel düzeyde. Orada toplumsal cinsiyet eşitliğinin tek başına bir hedef olması, bu hedeflerden bir tanesinin başlı başına toplumsal cinsiyet eşitliği olması için 2013’ten beri çok fazla düzeyde, bölgesel, yerel, BM, hükümetler nezdinde vs. çalışmalar yapıyoruz. Sonuçta da amacımıza ulaştık, 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi arasında Hedef 5: “Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın ve kız çocuklarının güçlendirilmesi” olarak kabul edildi. Şimdi bunun Türkiye’ye yansıması, bilinmesi, kullanılması için çalışıyoruz. Ancak, başlı başına böyle bir hedef olması bile bize Türkiye bu sürdürülebilir kalkınma hedeflerini uygularken, 2030’a kadar bu hedeflere ulaşmaya çalışırken toplumsal cinsiyet eşitliğini öne çıkarabilmeyi sağlıyor. 1990’lardan bu yana uluslararası alanda kabul edilmiş ve kullanılmakta olan eşitlik argümanından, toplumsal cinsiyet eşitliği teriminden geriye düşmememizi sağlıyor. Çünkü Türkiye’nin kabul ettiği böyle bir gündemde bu terim var. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri ve Hedef 5 aynı zamanda yapılacak adımlar için de bir yol haritası çiziyor. Türkiye 2016 yılında Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin uygulanması konusunda verdiği ilk gönüllü ülke raporunda da zaten toplumsal cinsiyet eşitliğinin 2000-2015 yılları arasında ulaşılmaya çalışılan BinYıl Kalkınma Hedefleri içerisinde en az mesafe alınan konu olduğunu kabul ediyor. Biz de böyle bir gündem ve böyle bir hedef ortaya çıkmış olduğu için Türkiye’ye diyebiliyoruz ki “bakın siz de Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini kabul eden ülkelerden birisiniz, o yüzden de hem bizleri sivil toplum olarak, bağımsız kadın örgütleri olarak, dahil etmeniz gerekiyor bu süreçlere, hem de ulaşmaya çalışmanız gereken hedeflerden bir tanesi bu, diğer hedefleri de bu çerçevede gözden geçirin.”
Bizi de dahil edin dediğiniz noktada bir şeyler sormak istiyorum. 25 yıldır kadının insan hakları alanında savunuculuk yapıyorsunuz, geçmiş dönemle karşılaştırdığınızda, günümüzde kadın derneklerinin karar süreçlerine dahil edilmesi üzerine ne söyleyebilirsiniz?
Ülkeler bazında da küreselde de daralan bir alan mevcut ancak şimdiye kadar yaptıklarımızın ve kazanımlarımızın gücüyle orada direnmeye ve o alanları açık tutmaya çalışıyoruz.
-Sizce neden bir daralma söz konusu?
Ülkelerde genel olarak ulus siyasetine dönüş var. Bu süreci örneğin Rusya’da görmüştük. Amerika bile, şu anda biliyorsunuz Trump’la BM İnsan Hakları Kurulu’ndan çekilip çekilmemeyi tartışıyor. Henüz ilan edilmiş bir karar yok ama bu dedikoduları duyuyoruz. Ulus siyasetine dönüş sürecinde elbette karar verici mekanizmaların yalnızca hükümetler olduğuna dair de bir vurgu var. Öyle olunca da sivil toplum getirdiği alternatif argümanlar ve isteklerle her zaman çok hoş gelmiyor hükümetler nezdinde. O yüzden de alanları daraltmak bir yöntem olarak tercih ediliyor. O alanları ne kadar kapatırsanız o kadar hükümetler düzeyinde bir tartışmayı yürütebiliyorsunuz. Ama aslında hükümetlerin gücünü halktan aldığını ve halkı temsil ettiğini düşünürseniz, sivil toplum dediğiniz hükümetlerin temsil ettiği halk. Hükümet denilip ortaya konulan o kutsanmış ve güç verilmiş mekanizmadan bağımsız değil. O yüzden seslerini duyurabilmeleri gerekiyor. Ama her zaman böyle görmüyor hükümetler bunu. Diplomatik çerçeve izin vermeyebiliyor.
“Global kadın hareketinin birbirinden daha çok şey öğreneceği ve bu global dayanışmanın daha da önemli olacağı bir döneme girdiğimize inanıyorum”
-Metinlerinizde son dönem Türkiye’deki ortamı betimlerken özellikle muhafazakarlaşma ve militarizmin yoğun bir şekilde hayatın her alanında kendisini göstermesine işaret ediyorsunuz. Bu analizleriniz doğrultusunda nasıl bir kadının insan hakları savunuculuğu hedefliyorsunuz?
Dünyada yükselen bir muhafazakarlaşma ve militerleşme var ne yazık ki. Türkiye’de de aynı şekilde. Bizim buna bulabildiğimiz çözüm, dünyadaki kadın hareketiyle birlikte dayanışmak. Gitgide daha fazla dayanışmak ve birbirimizden daha çok şey öğrenmek. Şu anda Amerika’da yaşananlar üzerinden Amerika’daki kadın örgütleri önce çok şaşırdılar, şimdi biraz daha adım atıyorlar ve yeni bir şeyler yapıyorlar, yürüyüşler, kampanyalar, grevler organize ediyorlar vs. ama bununla mücadele etmenin araçlarını bizim kadar iyi bilmiyorlar. Ama bazı noktalarda da belirli mücadeleleri biz Amerika’dakiler kadar ya da Malezya’daki kadın örgütleri kadar iyi bilmiyoruz. O yüzden aslında global kadın hareketinin birbirinden daha çok şey öğreneceği ve bu global dayanışmanın daha da önemli olacağı bir döneme girdiğimize inanıyorum. Amerika örneğinde, Trump Global GAG Rule’u (Küresel Susturma Kuralı) tekrar imzaladığında, küresel kadın hareketi özellikle cinsellik ve doğurganlık sağlığı hakları konusunda daha çok çalışan ülkelere baskı yapıp yeni bir fon oluşturdu. Ki ancak bu şekilde Trump’ın çektiği parayı başka bir yerde oluşturabileceklerdi. Bence bu çok önemli bir dayanışma göstergesi ve örneği. Çünkü bundan etkilenen asıl olarak gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkeler. Yapmaya çalıştığımız şeylerden bir tanesi de uluslararası belgelere ve şimdiye kadar oluşturduğumuz standartlara sıkı sıkıya sarılmak. Türkiye için bu, İstanbul sözleşmesi kadına yönelik şiddet alanında. Ya da CEDAW sözleşmesi. Ya da sürdürülebilir kalkınma hedefleri. Bu tür platformlar bence bize güç verecek. Ama farklı metotlar denemek gerekebilecek. Şimdiye kadar bildiğimiz eylemliliklerden biri yasaları değiştirmekti örneğin. Ama şu anda yasa değiştirmek ne kadar mümkün? Yasaların geriye doğru değiştirilmemesi için direnmek bir metodken, daha ileri bir yasal düzenleme için uğraşmak başka bir metot. Bu ne kadar gerçekçi ve ne kadar yapabileceğiz bilmiyoruz. O yüzden de küresel anlamda farklı aktivizmlerden ve farklı eylemliliklerden öğrenecek çok şeyimiz var. Belki daha işe yarayacak yöntemler deneme şansımız olacak. Biraz yöntemleri değiştirmek, adapte etmek gerekecek belki de. Ama durduğumuz yerden ve geldiğimiz noktadan taviz vermemek, var olan haklarımızdan geri adım atmamak, ulaşmaya çalıştığımız hedeflerden de geri adım atmamak önemli.
“Sürdürülebilir kalkınma hedefleri toplumsal cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi için bir araç olabilir”
-Son olarak eklemek istedikleriniz neler? Yeni bir dayanışma Türkiye özelinde nasıl gerçekleşebilir?
Biz 2013’ten bu yana sürdürülebilir kalkınma hedefleri üzerine çalışıyoruz. Sürdürülebilir kalkınma hedefleri de 2030’a kadar aslında daha barışçıl, çok daha eşitlikçi ve çok daha sürdürülebilir bir yaşam hayali kuruyor. Birçok eksiği var, feminist perspektiften eleştirdiğinizde de eksik kalan yerleri var. Ama biz sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin şu anda Türkiye gündemi içerisinde olumlu bir yerden bir çaba ve çalışma kurabileceğini düşünüyoruz. Özellikle başlı başına toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın ve kız çocuklarının güçlendirilmesi konusunda bir hedef varken, kalan 16 hedefin 10 tanesinde de kadın ve kız çocuklarına direkt atıf varken, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin politik deklarasyonu, kadınlara referans vererek, sürdürülebilir kalkınmaya dünya nüfusunun yarısı geride bırakılarak ulaşılamaz derken, bu sürecin kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği için güçlendirici olabileceğine inanıyoruz. Elbette sürdürülebilir kalkınma diskuruna da, söylemine de itirazlarımız var belirli yerlerde, elbette ki daha bunun kuruluşlarına karşı eleştirilerimiz olabilir ama bu bizim kullanabileceğimiz bir araç. Çok olumlu bir yerden belirli hedefleri olan, belirli göstergeleri olacak olan, Türkiye’nin veri toplayıp BM’ye iletmesi gereken, o yüzden takibi de daha kolay yapılabilecek bir araç. Hedefler küresel anlamda çok fazla biliniyor. Çok fazla malzemesi var kullanılabilecek. Videolar, dersler, görseller, inanılmaz zengin bir arşiv. Sürdürülebilir kalkınma hedefleri üzerine biz kadının insan hakları olarak çalışmaya devam edeceğiz. Yakın zamanda kadın örgütleriyle beraber burada bir toplantı yaptığımızda da eleştirilerimizi saklı tutarak aslında bu gündemi bizim istediğimiz noktaya getirmek için hep beraber çalışmaya ve işbirliği yapmaya karar verdik. Bu noktada bence herkes kendi çalıştığı alandan bir şeyler bulabileceği ve bizim de aslında gündemin şu an eleştirdiğimiz noktaları tamir ederek ya da düzelterek güncelleyerek 2030’a kadar gelebileceğimiz bir gündem şu an bu. Elimizde araçlarımız var bunu sağlamak için, bu mücadeleyi devam ettirmek için. İklim alanında, çevre alanında Paris anlaşması var. Toplumsal cinsiyet alanında CEDAW var ve devam ediyor. Kadına yönelik şiddet alanında İstanbul Sözleşmesi var. Biz elbette ki Kadının İnsan Hakları Eğitimleri gibi çalışmalarımıza devam ediyoruz ama yurtdışında var olan bu standartlar ve mekanizmalardan da güç alıp Türkiye’nin bu mekanizmalara verdiği sözleri unutmayıp onları tutması için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Bu röportaj Sivil Sayfalar, Reçel Blog, Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği ve İsveç Baş Konsolosluğu ortaklığında gerçekleştirilen Sivil Toplum Haberciliği Kadın Odaklı Kuruluşlarla Haber Atölyesi kapsamında hazırlanmış ve yayına alınmıştır.
Kadın odaklı sivil toplum kuruluşlarının sivil toplum haberciliği hakkındaki görüşlerini okumak için
Bizi Takip Edin