Adalet Zemini: 28 Şubat mı? Bir daha asla!
28 Şubat’tan bugüne belki mağdur olanlar değişti; mağrur olanlar da değişti ama mağduriyet üreten düzen özünü muhafaza ediyor. Askeri müdahale geleneği içinde cereyan eden 28 Şubat sürecinin üzerinden 20 yıl geçti. Aradan geçen sürede e-muhtıralara, paramiliter yapıların hesaplaşmalarına ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimine şahit olduk. Dün olduğu gibi bugün de darbelere karşı “bir […]
28 Şubat’tan bugüne belki mağdur olanlar değişti; mağrur olanlar da değişti ama mağduriyet üreten düzen özünü muhafaza ediyor.
Askeri müdahale geleneği içinde cereyan eden 28 Şubat sürecinin üzerinden 20 yıl geçti. Aradan geçen sürede e-muhtıralara, paramiliter yapıların hesaplaşmalarına ve son olarak 15 Temmuz darbe girişimine şahit olduk.
Dün olduğu gibi bugün de darbelere karşı “bir daha asla” derken; zinde güçleri bu tür bir kötülükten kati surette men etmenin öncelikle, hâkim zihniyetin değişmesine ve sistemin yapısal sorunlarının toplumsal mutabakata dayalı bir zeminde çözülmesine bağlı olduğunu anladık.
28 Şubat, egemen sistem tarafından siyasete ve toplumsal muhalefetin farklı bileşenlerinden gelen siyasal taleplere yönelmiş bir baskı süreciydi. 90’lı yılların karanlığında vuku bulan faili meçhul suikastlarla, köy yakmalarla, çatışmalarla kimlik eksenli bir bölünmeye götürülen toplumun; başörtüsü ve din eğitimi yasaklarıyla, fişlemelerle, katsayı engelleriyle bir kez de hayat tarzı üzerinden ayrıştırılmasıydı.
28 Şubat, Türkiye’nin, kuruluşundan beri siyasal ve kamusal alanından kovulmaya çalışılan kimliklerin, her türlü temsiline ve siyasal talebine egemenler tarafından uygulanan şiddet dalgasının devamıydı.
28 Şubat; toplumu devlet eliyle dizayn etmeyi kendisine vazife gören egemen zihniyetin, askeri bürokrasi komutasında harekete geçmesiydi. 20 yıl sonra, o dönem yaşananları hatırlarken, aynı zamanda bugünle yüzleşme ihtiyacını hissediyoruz.
28 Şubat sürecinde temel insan hakları ihlal edildi, toplum kutuplaştırıldı, siyasi partiler hedef gösterildi, siyasetçiler yargılandı. Medya koro halinde tek ses çıkardı. Brifinglendirilmiş hâkim ve savcılar, siyasi yargılamalarla hukuksuz kararlar aldı. Akademi, YÖK aracılığıyla emir-komuta zincirine alındı ve akademisyenlerle, öğrenciler baskılandı. Eğitim tek tip bir zihniyetle yeniden kurgulandı. Kamuda tasfiyeler yapıldı. Sivil toplum örgütleri ideolojik devlet aygıtına dönüştürüldü. O dönemden bugüne baktığımızda, aslında sistemin yapısal sorunlarının devam ettiğini görebiliyoruz.
28 Şubat’tan bugüne belki mağdur olanlar değişti; mağrur olanlar da değişti ama mağduriyet üreten düzen özünü muhafaza ediyor. Yönetenler, toplumu kendi ideolojik kodlarına göre birbirine karşı konumlandırmaktan hâlâ imtina etmiyorlar. Devlet yönetiminde olanlar, hâlihazırda toplumun tüm kesimlerine karşı hakkaniyet, liyakat, adalet ve özgürlükler temelinde hizmet etme sorumluluğunu üstlenmeyi başaramadılar.
Farklı kimliklerin siyasal hak ve özgürlükleri ya da toplumsal muhalefetin kamusal alanda temsili söz konusu olduğunda, eski ve yeni iktidar seçkinlerinin aynı kodlarla hareket edebildikleri anlaşılıyor.
28 Şubat’ta olduğu gibi, bugün de, iktidar sahipleri; toplumu kocaman bir ikna odasına almayı kendisine hak görebiliyor. İşte bu sebeple, asıl değişmesi gerekenin vasiler değil, vesayet sistemi olduğu anlaşılıyor. Aksi takdirde, bir kesimin 28 Şubatı biterken, başka bir kesimin 28 Şubat’ı başlıyor.
12 Eylül’den 28 Şubat’a ya da 28 Şubat’tan 15 Temmuz’a geçen süreçler, devlet gücüyle toplumsal mühendisliğe soyunmak isteyenlerin hep var olduğunu ortaya koymuştur. Darbeleri tamamen tarihe gömmek, öncelikle toplumun tüm kesimlerinin adalet zemininde buluşmasını, kalıcı bir mutabakat sağlamasını ve barış içinde özgürce yaşamasını sağlamakla mümkün olacaktır.
28 Şubat’ın yıl dönümünde, her türlü darbe ve vesayete karşı sözümüzü yükseltiyor, hep birlikte “Bir daha asla” diyoruz.
Bizi Takip Edin