Organik tarım Türkiye’yi besler!
Organik tarım fikrine karşı sunulan en önemli fikir, herhalde, organik tarımın kalabalık nüfusların beslenmesi için yeterli gıdayı üretemeyeceği tezi. Oysa organik tarım hepimize yetecek gıdayı üretebileceği gibi, toprağın enkaza dönüşmesini, su kaynaklarının azalmasını ve kirlenmesini engeller, sağlığın korunmasını da garanti altına alır. İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Görevlisi Yonca Demir ve Icron Bilişim Uygulama […]
Organik tarım fikrine karşı sunulan en önemli fikir, herhalde, organik tarımın kalabalık nüfusların beslenmesi için yeterli gıdayı üretemeyeceği tezi. Oysa organik tarım hepimize yetecek gıdayı üretebileceği gibi, toprağın enkaza dönüşmesini, su kaynaklarının azalmasını ve kirlenmesini engeller, sağlığın korunmasını da garanti altına alır.
İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme Bölümü Öğretim Görevlisi Yonca Demir ve Icron Bilişim Uygulama Danışmanı Bulut Aslan Sivil Sayfalar olarak hazırladığımız “Bu devirde yemek yemek mide ister” adlı gıda dosyası için yazdılar.
Konvansiyonel tarımdan geriye toprağın enkazı kalıyor
Konvansiyonel/endüstriyel tarımda verimi artırmak için kullanıldığı söylenen pestisitler, herbisitler, suni gübreler ve hormonlar, toprağı, suyu ve biyoçeşitliliği öldürüyor, insanları hasta ediyor, çiftçileri dünya piyasalarındaki dalgalanmalara karşı korumasız bırakıyor. Kısacası, gıda güvenliğimizi tehdit ediyor. Aşağıda yöntemini ve sonuçlarını özetlediğimiz matematiksel modelde görüleceği gibi, doğa dostu/ekolojik tarım yöntemleriyle Türkiye nüfusunun tamamı rahatlıkla beslenebilir.
Konvansiyonel tarım, ekinleri büyütürken kimyasal gübrelerden faydalanır. İstenmeyen böcekleri ve bitkileri öldürmek amacıyla kullanılan bu kimyasallar, topraktaki diğer canlı organizmaları da öldürür ve toprak enkaza dönüşür. Bu yöntem aynı zamanda olumsuz bir kısır döngü yaratır: Azotlu gübre kullandıkça, aynı toprakta bir kez daha herhangi bir bitki yetiştirmek için daha fazla azotlu gübre kullanmak gerekir. Konvansiyonel tarım, aşırı sulama sonucu temiz yeraltı sularının azalmasına ve tarım kimyasallarının yağmur sularıyla akarsu ve denizlere taşınıp buralarda oksijensiz ölü alanlar yaratılmasına neden olarak su kaynaklarını da olumsuz etkiler.
Doğa dostu tarım yöntemlerinde¹ ise çiftçiler, organik gübre veya kendi yaptıkları kompostu kullanır, biyolojik mücadele, kardeş bitkiler, doğru sulama ve mesafeli ekim gibi yöntemlerden faydalanır. Bu yöntemle işlenen topraklarda azot mineralizasyon potansiyeli daha yüksektir ve bitki hastalıkları daha az görülür. Ekolojik yöntemlerin uygulandığı tarlalarda gerek miktar gerek çeşit bakımından mikroorganizma faaliyeti daha fazladır. Bu durum pozitif bir döngü yaratarak toprağın daha fazla karbon ve azot içermesine sebep olur. Toprak, aşırı yağış dönemlerinde daha fazla su tutabilir, daha az sulama gerektirir, erozyona karşı daha dirençli hale gelir ve kuraklık dönemlerinde konvansiyonel yöntemlerle işlenmiş toprağa göre daha verimlidir.
Konvansiyonel ve doğa dostu… Bu iki tarım modeli, halk sağlığı açısından da büyük farklılıklar gösteriyor. Endüstriyel tarımın yarattığı sağlık sorunları arasında kalp hastalıklarında artış, üretimde aşırı antibiyotik kullanımı sonucu bu ilaçların tıpta etkili kullanımının tehlikeye atılması, aşırı pestisit kullanımı sonucu tarım işçileri ve tüketicilerde artan kanser vakaları ve tarım kimyasallarının yarattığı hormonal ve üremeyle ilgili problemler sayılıyor. Organik ürünlerde daha yüksek antioksidan, daha az kadmiyum ve daha seyrek olarak böcek ilacı kalıntısına rastlanıyor.
Birçok bilimsel yayında, organik tarımın, verim açısından konvansiyonelle yarıştığı, özellikle kuraklık dönemlerinde daha iyi bir performans sergilediği belirtiliyor. Gelişmiş ülkelerde önemli bir verim farkı bulunamazken, gelişmekte olan ülkelerde organik tarım veriminin konvansiyonelden daha yüksek olduğu gözlemlenmiş. Organik tarım yapan çiftliklerin, iki yıllık geçiş sürecini atlattıktan sonra, girdi maliyetlerinin daha düşük olması ve ürünlerini daha yüksek fiyata satabilmelerinden dolayı daha kârlı olduğu belirlenmiş. Fiyatların yüksek olması çiftçilerin emeğinin karşılığını almalarını sağlıyor ancak tüketicilerin erişimini zorlaştırdığı için de eleştiriliyor. Endüstriyel gıda üretiminde maliyetler doğa tahribatı, artan sağlık harcamaları gibi biçimlerde dışsallaştırılarak bireylerin ve toplumun üzerine yıkılmıştır ve bunun için satın alındığı esnada bu gıdalar ucuz görünebilir. Organik tarım adil ilişkiyi ve tüm ilgili taraflar için iyi bir yaşam kalitesini yaygınlaştırmak üzerine kurulu bir üretim yöntemi olduğu için organik gıdaların endüstriyel ürünler kadar ucuz olmaları beklenemez.
Dünyada çiftçilerin yaşadığı ekonomik sorunların kökünde büyük ölçekli ve monokültür sistemler yatıyor. Küreselleşme sonucu özellikle fakir ülkelerdeki devlet denetiminin kaldırılmasıyla küçük çiftçiler, dünya girdi ve çıktı piyasalarındaki dalgalanma karşısında korumasız kaldı. Bu güvencesizlik sonucunda toprak ve iş gücü metalaştı; küçük çiftçiler tarım dışı alanlarda iş aramaya itildiler. Bu durumu konvansiyonel tarımda sıklıkla görüyoruz.
Doğaya ve toplumsal bütünlüğe saygılı üretim, organik sertifikalı tarımın felsefesinde yer alıyor ancak büyük ölçekte ve monokültür şeklinde yapıldığında organik sertifikalı üretimin de çevreye olumsuz etkileri olabiliyor. Güvenilir gıdaya ulaşmak ve gıda güvenliğini sağlamak için tüketicilerin, gıda üretim süreçleriyle bağlarını güçlendirmesi, tüketici örgütlenmesine ağırlık vermesi, duyarlı üreticilerle dayanışmaya gitmesi, güven duyulan üreticilerin ürünlerine aracısız ulaşmaya çalışması ve hatta üretimin bir parçası olması gerekiyor.
Ekolojik tarım Türkiye’yi besler
Çoğunlukla büyük ilaç ve tohum şirketlerinin sesini duyuran ve araştırmaları bu şirketler tarafından fonlanan konvansiyonel tarım taraftarlarının temel argümanı, “Başka türlü dünyayı besleyemeyiz, bu kimyasalları ve genetiği değiştirilmiş organizmaları kullanmak zorundayız” şeklinde. Ekolojik yöntemlerin benimsendiği tarımın veriminin düşük olduğu, dünyayı beslemek için çok fazla alana ihtiyaç duyulacağı ve ormanların kesileceği; dolayısıyla, konvansiyonel tarımın daha çevreci olduğu dahi iddia edilebiliyor. Günümüzde açlık sorununun asıl sebebinin yetersiz üretim değil, gıdaya erişim ve adaletsiz gelir dağılımı olduğu açık; gıda israfı ve hatalı beslenme alışkanlıkları da sorunu artırıyor. Konvansiyonel tarımın ve ürünlerinin dağıtım biçiminin dünyayı besleyemediğini söyleyen, Permakültür uygulamacılarından Whitefield, sistemin, özünde yenilenebilir olmayan kaynakların kullanımı ve verimli toprak kaybı olan, krizlerine işaret ediyor. Whitefield, organik tarımdan ileri giderek, permakültürün dünyayı beslemek ve sürdürmek konusunda anlamlı bir seçenek olduğunu söylerken, hem toplumsal hem tarımsal gelişimin yönünün değişmesinin şart olduğunu da eklemişti.
Bu çalışmayı, “dünya nüfusunu besleyebilme” tartışmasına matematiksel bir katkı sunmak amacıyla yaptık. En temel optimizasyon yöntemlerinden doğrusal programlamayı kullanarak Türkiye için organik tarım planlaması yaptığımız modelde temel değişkenler, her ilde yaşayan insan ve hayvan nüfusunun gıda ihtiyacını karşılayacak şekilde, hangi üründen ne kadar üretilmesi ve hangi hayvan türünden (yerel ırk süt ineği, melez besi sığırı, yumurta tavuğu, vs.) kaç tane yetiştirilmesi gerektiğini temsil ediyor. Bir il, kendi ihtiyacından fazla üretim yapabiliyor, fazla üretim kendine yetmeyen başka bir ilin ihtiyacını karşılamak üzere gönderiliyor; bunun hesabı nakliye miktarını temsil eden değişkenler tarafından tutuluyor. Modeldeki kısıtlar her ilin ekilebilir alanını kullanarak üretim yapılmasını sağlıyor. Eğer üretim ve nakliye yeterli değilse uygun değişkenler yoluyla eksik gıda miktarı kaydediliyor. Modelin amacı gıdanın kat ettiği toplam yolu ve herhangi bir ilde eksik kalan gıda miktarını en aza indirmek.
Veri toplama aşamasında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) sayfalarından yapılan sorgulamalarla illerin nüfus ve ekilebilir alan bilgilerine, bitkisel üretim istatistiklerini kullanarak konvansiyonel verim bilgisine ulaştık. Bu verim değerlerini Seufert vd. (2012) çalışmasında önerilen oranlarda düşürerek² organik tarım verim değerlerini belirledik. Hayvancılık verilerini Et ve Süt Kurumu belgeleri ve organik çiftliklerden edindik. Toplamda 81 il, 106 bitkisel ürün, 12 taze ot (yonca, fiğ, yulaf, vb.) ve 4 hayvansal ürünü (sığır eti, inek sütü, yumurta ve tavuk eti) hesaba kattığımız modelin yaklaşık 950 bin değişkeni ve 40 bin kısıtı olup günümüz bilgisayarlarında bir dakikada çözülebiliyor. Mesafeler hesaba katılınca model, kendine yetmeyen illere, üretim fazlası olan en yakın illerden ürün transfer ediyor. İyi haber, Türkiye organik tarım şartlarında kendisini besleyebiliyor.
Çalışmada, günlük 2300-2400 kcal enerji içeren dengeli vejetaryen mönülerle Türkiye nüfusunu besleyebilmek için ekilebilir alanların yüzde 65’inin (2,145 dönüm/kişi)³ organik tarım şartları altında yeterli olduğunu gösterdik. Hayvansal gıdaları eklediğimizde ise ekilebilir alanların yüzde 76’sı (2,475 dönüm/kişi) yeterli oldu. Örneğin kişi başı sadece 0,051 dönüm ekilebilir alan düşen İstanbul’un gıda ihtiyacının büyük kısmı, vejetaryen mönüde, Marmara bölgesindeki illerden gönderilmek suretiyle karşılanıyor; ancak hayvansal ürünler planlamaya katılınca, Doğu Anadolu gibi uzak bölgelerden ürün getirtmek gerekiyor. Sonuçlarımız, vejetaryen beslenmenin hayvansal gıdalar içeren bir diyete kıyasla daha az kaynak tükettiğini doğruluyor; hayvansal ürünleri modele kattığımızda, bireylerin aldığı kaloride yüzde 5’lik bir artışın, ekilebilir arazi kullanımında yüzde 16’lık bir artışa sebep olduğuna şahit olduk. Tarım ve beslenme sorununa en iyi çözümü seçen modelimiz, hayvancılıkta mümkün olduğunca yerel ırkların meralarda otladığı, hava ve ot şartlarının elvermediği dönemlerde yaz sonu kesilip kurutulmuş otlarla beslendiği ekstansif üretimi tercih etti, ancak meraların yetersiz kaldığı noktada, melez ırkların tahılla beslendiği entansif hayvancılığa yöneldi. Bu da entansif hayvancılık yönteminin aslında daha fazla girdi kullanarak daha az çıktı üreten bir sistem olduğunu matematiksel bir model yoluyla gösterdi.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütüne göre (FAO), dünyada kişi başı 2,18 dönüm ekilebilir alan bulunuyor. Aldığımız sonuçlardan anlaşılacağı gibi, sadece Türkiye nüfusunu değil dünyayı da tamamen ekolojik yöntemlerle yetiştirilmiş tarım ürünleriyle besleyebilmek için yeterince ekilebilir alan vardır. Tamamen doğa dostu tarıma geçmiş bir Türkiye, hem kendi halkını sağlıklı bir şekilde besleyerek gıda güvenliğini sağlamış bir ülke olabilecek, hem de fosil yakıt tüketimini azaltmış ve sürdürülebilirliğe katkıda bulunmuş olacaktır.
Bizi Takip Edin