Bir komşu dayanışması örneği: Kadın Kadına Mülteci Mutfağı
Kadın Kadına Mülteci Mutfağı savaş yüzünden ülkesini terk eden ve yeni bir ülkede ayaklarının üstünde kalmaya çalışan 17 kadının beraber reçel ve turşu yaptığı bir mutfak. Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (OKDER) ise bu mutfağı kurmaları için kadınları destekleyen ve “komşuluk hukukunu” işlettiklerini söyleyen mahalleli insanlar. Kadınlardan mutfağa dair deneyimlerini dinledik ve OKDER bize […]
Kadın Kadına Mülteci Mutfağı savaş yüzünden ülkesini terk eden ve yeni bir ülkede ayaklarının üstünde kalmaya çalışan 17 kadının beraber reçel ve turşu yaptığı bir mutfak. Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (OKDER) ise bu mutfağı kurmaları için kadınları destekleyen ve “komşuluk hukukunu” işlettiklerini söyleyen mahalleli insanlar. Kadınlardan mutfağa dair deneyimlerini dinledik ve OKDER bize Türkiye’de mülteci-vatandaş dayanışmasının nasıl kurulabileceğini anlattı.
“Elimden gelen işler vardı ama sanki ellerim bağlıydı, gözlerim bağlıydı bu ülkede”
-Türkiye’ye ilk geldiğiniz zaman yaşadığınız zorluklardan bahseder misiniz?
Sakine: Savaş sürerken iki yıl kaldım Şam’da. Çok kötü şeylere şahit oldum, yaralılar ve ölüler gördüm. Sağlam bir ruh haliyle gelmedim buraya. 3.5 yıldır buradayım. Türkiye’de olmanın en büyük zorluğu yabancı olmak. O yabancılığı ve garibanlığı ister istemez hissediyor insan. İkinci olarak dil bilmiyordum ve bu beni çok zorladı. Elimden gelen işler vardı ama sanki ellerim bağlıydı, gözlerim bağlıydı bu ülkede. Bir sene tekstil atölyesinde çalıştım, makinada pantolon diktim. Bu şekilde geçimimi sağlamaya çalıştım reçel yapmadan önce.
Meryem Alhamed: İstanbul çok pahalı bir şehir. 9 oğlum ve 1 kızım var. Bazıları Avrupa’ya gitti, burada kalanlar ise çalışamıyor. Küçükler okula gidiyor ve iki tane çocuğum ayaklarından hasta. Evde çalışabilecek durumda olan tek kişi benim.
Süheyla Hallavi: Başta yardım almak için geldiğimiz derneğe düzenli olarak gelmeye başladık. Yaklaşık 600 Suriyeli aile gelmiştir buraya şimdiye kadar. Aynı şehirlerden gelmedik; ben Halep’ten geldim, Sakine Şam’dan, Meryem ana ise Haseke’den geldi. Suriye’nin hiç görmediğim şehirlerinden gelmiş insanlarla burada birbirimize destek oluyoruz.
“Hem birbirimize sahip çıkalım hem de ailemizi besleyelim dedik”
-Bu işe nasıl başladınız? Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’na siz nasıl katıldınız?
Sakine: Şam’dan geldiğimizde durumumuz çok iyi değildi. Okder’i duydum birinden. Kap kacak almak için geldim buraya ilk defa. Sonra buradaki gönüllülere “Benim biraz Türkçem var, isterseniz çevirmenlik yapabilirim” dedim. Onlar da kabul ettiler. O zamandan beri buradayım.
Süheyla: Evde yaptığımız reçelleri satmak için yapma fikri hoşumuza gitti, şansımızı deneyelim dedik. Ev yapımı reçel çok satılmıyor İstanbul’da, biz evimizdeki tencerelerimizde yapıyoruz. İnsanlar beğeniyor. Siparişler geliyor, reçel ve turşularımızı övüyorlar. Bunlar bize cesaret veriyor.
Meryem: Derneğe başta yardım almaya geliyordum fakat burada diğer Suriyelilerle de tanıştım ve birbirimize destek olmaya başladık. Sonra bir mutfak kurma fikri çıktı. Hem birbirimize sahip çıkalım hem de ailemizi besleyelim dedik. Dışarıda çalışamıyoruz çünkü çocuklar var, onları bırakıp tüm gün dışarıda çalışmak kolay değil. Dil bilmiyoruz. Evlerde çalışma yollarını aradık ve memleketimizde, evlerimizde yaptığımız reçel ve turşuları yapmaya başladık. Tatlısıyla tuzlusuyla yaşayalım dedik.
-Mutfaktaki çalışmalarınızı anlatır mısınız? Buradaki işleyiş nasıl?
Süheyla: Grup grup yapıyoruz reçelleri. Hepsini aynı yerde yapacak kadar geniş bir mutfağımız olmadığı için çeşitli gruplar oluşturup birbirimizin evlerinde hazırlıyoruz reçel ve turşuları. Yaklaşık 17 kadınız şu an. Nar reçeli grubumuz var, elma grubumuz var, havuç grubumuz, ayva grubumuz ve turşu grubumuz var.
“Sadece yardım almak yerine birbirimize yardım edebilmekten memnunum”
-Türkiye’de Suriyelilerle dayanışmak genelde gıda, elbise, sağlık yardımı yapmak şeklinde oluyor fakat Okmeydanı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği sizi iş kurmanız için teşvik ediyor. Bunu nasıl buluyorsunuz?
Sakine: Ben buraya geldiğimde durumum çok kötüydü fakat sadece kendimi düşünmedim. Diğer Suriyelilere de nasıl yardım edebileceğimi düşündüm. Yani birlikte ne yapabiliriz, birbirimize nasıl sahip çıkarız? Bunların yolunu aradım. O yüzden kadınlar olarak beraber çalışma fikrini benimsedim. Sadece bir kişi değil, hepimiz çalışıp emek verdik. Sadece yardım almak yerine birbirimize yardım edebilmekten memnunum.
“Bizimle tanıştığında hamile olan kadınların çocukları bugün 2 yaşında ve hala bir aradayız, artarak çoğalıyoruz”
-Öncelikle dernekten başlayalım. OKDER nasıl kuruldu?
Songül Yerer Dede: Derneğimiz 2014 yılında kuruldu. Kentsel dönüşümle ve mahallenin sorunlarıyla ilgilenmek isteyen, 40, 50 yıldır bu mahallede bir arada yaşayan insanların kurduğu bir dernek. Türkiye’de 35 mahallenin bir üst çatı olarak kurduğu Mahalleler Birliği’ne de üyeyiz. Burada kentsel dönüşüm çalışmaları yürüterek mahalleliden yana gelişmeler yaşanması için uğraşıyoruz. Bunların yanı sıra mahallemizdeki ihtiyaç sahipleri için kıyafet ve gıda yardımı yapıyorduk. Kapıya astığımız ilana mülteci kadınların başvurduğunu gördük. Soba ve gıda ihtiyaçları olduğunu gördük ve onlarla tanışıklığımız bu şekilde başladı. Bizimle tanıştığında hamile olan kadınların çocukları bugün 2 yaşında ve hala bir aradayız, artarak çoğalıyoruz.
-Kadın Kadına Mülteci Mutfağı’nı başlatan fikir nasıl ortaya çıktı?
Songül: Bu derneğin gönüllüleri emekçi, fabrikalardan emekli olmuş işçi insanlar çoğunlukla. Tek başımıza üstesinden gelemeyiz deyip sosyal medyada çağrılar yaptık. Bugün iki yıldır savaştan etkilenmiş çocuklar için pedogojik ve eğlenceli dersler veriyor gönüllüler. Bu insanlar evlerinde yaptıkları kekleri getirdi buraya, her şey gönüllülüğe dayalıydı. Fakat sorun çok büyük bir sorundu ve taşıma suyla değirmen taşı dönmez dedik. Diğer yandan sadece mülteciler için değil bu mahallede yaşayan diğer yoksul halklar için de bir dayanışma ağı örmeye çalıştık. Buradan sadece mülteciler değil ülkemizde savaştan kaçan, çatışma bölgelerinden kaçan yoksullar da yardım alıyordu. Fakat yeterli gelmiyordu. Sonunda sadece vererek olmaz dedik çünkü daima alıcı olmak da bu insanları aynı yerde saymaya mahkum eden bir şey.
“Yüklerimizi eşit bir şekilde paylaşmak istedik, kadınlara seçenekler sunduk”
(Masanın ortasında ikramlarla dolu tabağı göstererek) Şu tabağı sadece ben kaldırırsam tüm yük benim sırtıma biner fakat biz şimdi bu tabağı hep beraber sırtlanıyoruz. Yüklerimizi eşit bir şekilde paylaşmak istedik, kadınlara seçenekler sunduk. Çocukları olduğu için fabrikalara atölyelere girmek kolay değildi. Evde ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Gerçi kadınlar bizden önce çözümler bulmuştu; evde tekstil işlerini düzeltip, incik boncuk yapıyorlardı fakat bunlar parça başı ücretlendirilen ve karşılığı çok fazla olmayan işler. Evde çocuklarına da göz kulak olabilecekleri bir iş düşünürken aklımıza reçel ve turşu yapmak geldi. Bildikleri bir işti, Suriye’de de yapıyorlardı. Üstelik tarifleri de bizimkinden farklı, örneğin onlar reçele tarçın katıyorlar.
Mutfaksızlık şu an en büyük problem. Evlerde toplanıp yapıyorlar reçelleri fakat üretim düşüyor. Malzeme parasını çıkardığımızda ellerinde pek bir şey kalmıyor fakat onlar yine de azimle reçel yapmaya ve turşu kurmaya devam ediyorlar. Kendi ayaklarının üstünde durmak istiyorlar ve bizim görevimiz onlara bunu yapmaları için yardım etmek. Yapılması gereken sadece para yardımı değil, örneğin bu kadınlar imalat yapabilecekleri bir mutfak arıyorsa kira ödemelerine yardım edilebilir veya bir gönüllü tesisatçı mutfağın tesisatını kurabilir kadınlar için. Bu şekilde onların ayakta durabilmeleri için dayanışabiliriz ve bu hepimize bir örnek teşkil eder. Bugün Okmeydanı’nda böyle bir şey başlatıldıysa yarın Beyoğlu’ndaki kadınlar cesaret alıp başka bir şey başlatabilirler.
“Biz birbirimize yardım ederek var olan insanlarız. Yoksulluğumuzu paylaşabiliriz ve kendimize bir dayanak oluşturabiliriz”
-Bana göre yaptığınız iş bakımından Türkiye sivil toplumuna bir örnek teşkil ediyorsunuz. Çünkü sadece yardım eden değil dayanışmayı örgütleyen bir pozisyondasınız, mültecilerle beraber çalışıyorsunuz. Sizinkine benzer şeyler yapmak isteyen sivil toplum kuruluşlarına veya gönüllülere ne gibi tavsiyeler vermek istersiniz?
Songül: Gözünüzde çok büyütmemeniz gerekiyor. 10 kişi bile olsanız bir dernek kurmaktan korkmayın. Herkes gördüklerinden dolayı üzülüyor ama çoğu insan hiçbir şey yapmıyor. Gardıroplarını elden geçirirken atmak istedikleri, belki paspas bile olamayacak kıyafetleri bağışladıkları için iyilik yaptığını sananlar var. İyilik bu değil; iyilik dayanışmayla birbirimize ayakta durmayı öğretmektir. İki paket baklagille, bir aylık pirinçle bu sorunu çözemezsiniz artık. Şu saatten sonra mülteci dediğimiz bu insanlarla birlikte yaşayacağız biz. Almanya’ya giden Türkler her yıl “Geri döneceğiz”, “İkinci çocuk oldu geri döneceğiz”, “Yaşlandık geri döneceğiz” derler ama aslında çoğu geri dönmedi.
Umut Dede: Öncelikle şu mevzuyu açmamız lazım; biz kendimizi bir sivil toplum kuruluşu olarak değerlendirmiyoruz. Biz kendi mahallemizde ya da kendi yaşadığımız dünyada birlikte yaşadığımız insanlarla hukukumuzun gelişmesi gerektiğine inanıyoruz. Çıkış noktamız da buydu çünkü bizim babalarımız İstanbul’a ilk geldiklerinde yoksul hayatları içerisinde dayanışarak bir hukuk oluşturdular. Herkes şunu biliyordu; birbirimize destek olursak hayatta kalabiliriz, evimizi yapabiliriz, kömürümüzü taşıyabiliriz vesaire. Bu bilinç ve kültür bizde var fakat sistemin insanları bireyselleştirdiği bir yerde, insanları tüketime alıştırdığı bir noktada dayanışmak yerine insanlar birbirlerini ötekileştiriyor ve birbirlerine yabancılaşıyorlar. Halbuki burası gibi yoksul bir mahallede insanların zorlukları aşmalarının yolu dayanışmak. Bu yüzden bu derneği kurduğumuzda komşuluk hukukunun tekrar işlemesine inandık ve bu şekilde komşularımıza seslendik. Onlara “Biz birbirimize yardım ederek var olan insanlarız. Yoksulluğumuzu paylaşabiliriz ve kendimize bir dayanak oluşturabiliriz” dedik ve yola çıktık. Biz bu hukuku inşa etmeye çalışırken Suriye’deki savaşla birlikte ülkemize mülteci insanlar geldi. Televizyon programlarının beslediği propagandaya biz de inandık önce. Devlet bu insanlara ev veriyor, kiralarını ödüyor, düzenli ödemeye yapıyor dediler ama derneğimize gelip yardım talep eden insanların peşine takılarak evlerine gittiğimizde bu iddiaların doğru olmadığını öğrendik. Bizim ihtiyar heyeti dediğimiz bir ekibimiz var, bu heyeti topladık ve “Eğer komşuluk hukukundan söz ediyorsak burada bizimle yaşamaya çalışan mültecilerle dayanışmak zorundayız” dedik. Bunu yapmadığımızda bizim utancımız olacağını biliyorduk. Kararı aldıktan sonra mültecilerin evlerini tespit etme çalışmalarına başladık ve ziyaretlerle, desteklerle dayanışmayı sabırla ördük ki bu pek kolay bir iş değildir. İnsanlara sunduğunuz dayanışma karşılığında bir beklentiye girmemek lazım çünkü dayanışmanın kendisinin özgünlüğe ihtiyacı var. Bir beklenti içerisinde olmamamız buradaki Suriyeli kadınlara güven verdi. Bu güveni kazanmak için çok fedakarlık yaptık ve kadınlar da bunu gördü. Sivil toplum kuruluşlarından ayrıldığımız nokta bu; biz sabah 8, akşam 5 çalışmıyoruz, telefonlarımız onlarda var ve bu dernek onlar geldiği sürece açık.
“Biz kendimizi sivil toplumcu olarak adlandırmıyoruz, biz bu insanlarla dayanışıyoruz”
Sadece iki paket süt vermek için Taksim’e çağırıyorlar insanları. Böyle dayanışma olmaz. Bakın mültecilerle dayanıştıklarını söyleyen sivil toplum kuruluşlarının çoğu, bu insanlardan uzak mekanlarda. Dolayısıyla demek ki bu kuruluşların mültecilerle kaynaşmak, onları dinlemek gibi bir dertleri yok. Fon almadıkları sürece bu insanlara bir bardak su bile vermeyecek kuruluşlar var. STK dünyası bize yabancı bir zemin. Daha önce birçok toplantıya çağırdılar. Otellerde toplanıp mültecilerle ilgili konuşuyoruz. Onca para mülteciler için değil mülteciler hakkında tartışmak için harcanıyor. Dolayısıyla bu tür toplantılara katılmama kararı aldık. Sonuç olarak biz kendimizi sivil toplumcu olarak adlandırmıyoruz, biz bu insanlarla dayanışıyoruz. Yardım da etmiyoruz, bizim birbirimize ihtiyacımız var. Yaptığımız şey yoksulluğumuzu paylaşmak. Bu süreçte paylaşımı demokratik ve şeffaf bir şekilde gerçekleştirmek önemli. Bu insanların karar mekanizmalarına katılıp bu mekanizmalarda etkin olmaları, kendi hayatlarıyla ilgili kararları alabilmeleri gerekiyor.
“Mutfak yalnızca bir kazanç kapısı değil aynı zamanda sosyalleşme alanı ve reçel o sosyalleşmenin bir aracı”
-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Umut: Mutfak gerekliliğinden arkadaşlar bahsetmiştir, ben biraz açmak istiyorum konuyu. Mutfak olarak kullanılacak mekanda sadece üretim merkezi değil aynı zamanda kadınların çocuklarını bırakabilecekleri oyun alanı ve kreş de olacak. Bu kadınların 3-4 tane çocukları var, eğer çalışacaklarsa çocuklarını nereye bırakacaklarını önemsemek gerekiyor. Dolayısıyla mutfak dediğimiz mekanı sadece üretim alanı olarak değil çocukların oyun oynayabilecekleri ve annelerinin endişelenmeden çalışabilecekleri bir yaşam alanı olarak düşünüyoruz. Mutfağın kurulması için gösterilecek dayanışma bu açıdan çok önemli. Mutfak yalnızca bir kazanç kapısı değil aynı zamanda sosyalleşme alanı ve reçel o sosyalleşmenin bir aracı. Büyük paralar kazanmak için burada değiliz. Birbirimize ihtiyacımız vardı ve reçeller, turşular bizi bir araya getirdi.
Bizi Takip Edin