Dünya (Puslu) Darbeler Atlası: Yalnız değiliz!!!
Dünya’da 1950-2010 arası yarısı başarılı olmuş 457, 2000’den bugüne de 60’a yakın darbe girişimi var. Atlasta darbe konusunda oldukça deneyimli birçok ülke göze çarpıyor. Birçok başarısız darbe girişiminin ardından darbe görmüş olan ülkeler var, darbeyle indirilip seçimle geri gelen, darbeyle gelip darbeyle giden yönetimler de. Bu ülkelerin temel özellikleri arasında eski sömürge ya da yarı […]
Dünya’da 1950-2010 arası yarısı başarılı olmuş 457, 2000’den bugüne de 60’a yakın darbe girişimi var. Atlasta darbe konusunda oldukça deneyimli birçok ülke göze çarpıyor. Birçok başarısız darbe girişiminin ardından darbe görmüş olan ülkeler var, darbeyle indirilip seçimle geri gelen, darbeyle gelip darbeyle giden yönetimler de. Bu ülkelerin temel özellikleri arasında eski sömürge ya da yarı sömürge ülkeleri olmaları öne çıkıyor. Diğer bir yaygın özellik de siyasi çekişmelerin sertliği ve/veya etnik/dini çatışmaların varlığı. İktidarda kalabilenlerin temel eğilimi varoluşsal kaygılar sonucu otoriterleşme oluyor. Darbecilerin en büyük gerekçeleri arasında ise: yozlaşma, yolsuzluk, seçime hile karışması ve ülkeyi yönetememe başta gelenler.
Her darbe ya da darbe girişimi pusludur zira kaybedenler, kazananlar, destekleyenler ve karşıtlar net değildir ve hatta birbirine karışır. Bu karmaşıklıklara açıklık getirmek, bir darbe algoritması oluşturmak kolay değil. Fakat dünya darbelerine bakınca yalnız olmadığımızı görmek mümkün. Dünyada kadim sorunları çözülmemiş ve çatışma krizleri darbelerle sonuçlanmış pek çok ülke var. Bunu bilmek darbeleri, darbe girişimlerini önemsizleştirmiyor elbette. Maksadım dünyanın bu yıkıcı, puslu ve karmaşık deneyimine dikkat çekmek, farklı deneyimler üzerine de kafa yormaya çağırmak.
Bırakın dünyayı Türkiye’deki darbeler üzerine dahi farkındalık düzeyi düşük. Bunda darbe frekansındaki azalmanın da etkisi var kuşkusuz. Bu yüzden 15 Temmuz’da yeni kuşakların bir kısmı telefonlarına sarılıp darbe görmüş büyüklerine sordular, “bu darbe mi”, “darbe böyle mi oluyor” diye. Genellikle “bu da bir şey mi” şeklinde darbenin çok daha şiddetli bir şey olacağını ima eden yanıtlar aldılar, zira kendi tecrübeleri bazları idi. Aynı esnada yeni kuşakların diğer kısmı da sokaklara döküldü. Darbenin adres sahipleri, gelenin ne olduğundan diğerlerinden daha farkında görünüyordu. Nitekim endişelerinde ve isyanlarında haklı çıktılar, 15 Temmuz darbe girişiminde başarılı olmuş darbeleri aratmayacak düzeyde sivil kayıplar yaşandı. Darbe girişiminin darbe gibi hissedilmemesindeki en büyük pay, ordudan katılımın kısmi olması ve bunun kısa zamanda öğrenilmesi, sokaklarda görülen tank sayısının oldukça düşük olması, Televizyonlar dahil, darbecilerin hakimiyetlerini kuramıyor olması idi. Öte yandan F16’lar, helikopterler, silahlı ve bombalı müdahaleler, çatışmalar darbeye direniş merkezli bir iç savaş görüntüsü verdi. Darbe girişiminin kısa zamanda başarısızlığı belli oldu. Ardından ise yeni darbe girişimlerine tedbir, belli ölçüde de darbe girişimcilerinden intikamın belirlediği bir ruh hali egemen oldu. Bunun en somut meyvesi de Olağan Üstü Hal İlanı. Bu sefer aynı yeni kuşaklar peki OHAL nedir, ne olacak sokağa çıkmayacak mıyız diye sormaya başladılar. Twitter’da OHAL başlığında en çok bu konunun ülkedeki en tecrübeli kesimi olan Kürtlere gönderme yapıldı telefon rehberlerindeki Kürt arkadaşlar hatırlandı.
Zaman ilerledikçe darbede “FETÖ” izinin belirginleşmesi, OHAL uygulamalarının ağırlıkla cemaat kadrolarını hedeflemesi, darbe ve FETÖ karşıtlığında toplumsal bir uzlaşma görüntüsü, OHAL’in meşruiyetini sorgulayan sesleri cılızlaştırdı. Türkiye’nin öz darbe ve OHAL deneyimini dinlemek, hatırlamak, darbelere ve anti-demokratik uygulamalara koşulsuz karşı çıkmayı daha değerli kılmak için büyük bir anlam taşıyor. Öte yandan dünyada da bu konuda hatırı sayılır ve pek konu edilmeyen bir deneyim birikmiş durumda. Misal ben, bu yazı için araştırana kadar, bu kadar çok darbe olduğunun, hatta yakın zamanda dahi birçok darbe ya da darbe girişimi tecrübe edildiğinin farkında değildim.
Bu konuda en sistematik çalışmayı yapmış olan Thyne ve Powell’in (Kentucky Üniversitesi Siyaset Bilimi) bir çalışmasına göre[i] 1950 ile 2010 arasında %49.7’si başarılı olan 457 darbe girişimi olmuş dünyada (27 Temmuz 2016 itibari ile sayı 475 olmuş). Bunların en çoğu Afrika (%37) ve Amerika (%32) kıtalarında. Avrupa’da ise darbe girişimi bir gelenek sayılmaz (%2.6). Öte yandan bu darbelerin çoğu 60’larda olmuş ve girişimlerdeki başarı oranı da yıllar geçtikçe düşmüş. Darbeler çağdışı ve güncelliğini yitirmiş de sayılmaz. 2000’li yıllarda yani 21. Yüzyılda, farklı kaynaklardan derlediğim verilere göre toplam 37 ülkede 58 darbe girişimi gerçekleşmiş ve 14 ülkede 21 girişim darbe ile sonuçlanmış. 37 ülkenin 24’ü Afrika ülkesi, 9’u Asya veya Pasifik ülkeleri, 3’ü Amerika, biri de Avrupa ülkesi (ki o da esasen Kafkasya ülkesi olan Abhazya). İlgi çekici olan sonuç, girişimlerin başarı oranlarında düşüş var. Tabi bu girişim cüretindeki yükselmeden de kaynaklanabilir ama darbelere direnişlerin ve darbe yapmaktaki zorlukların artışının da etkisi olduğu söylenebilir.
Dünya darbeler atlasına yakından bakacak olursak, darbe konusunda deneyimli ülkelerin çoğunluğunun eski tabirlerle sömürge ya da yarı sömürge ülkeler olduğunu görüyoruz. Misal İngiltere’de en son 1688’de Hollanda’da 1801’de darbe gerçekleşmiş. Oysa 19. ya da 20. yüzyılda bir rejim değişikliği ya da bağımsızlık ilanı tecrübe etmiş, yetkisi ve yönetim üzerindeki etkisi olan ordulara sahip ülkelerde darbe tanıdık bir deneyim haline gelmiş. Sık darbe yaşanan ülkelerin bir başka özelliği ise bu ülkelerde kutuplaşmanın kuvvetli oluşu ve/veya etnik/dini çatışmaların varlığı. Latin Amerika ülkelerinde yerli kimliklerin hareketleri, ABD yanlısı ya da karşıtı siyaset, Afrika ülkelerindeki etnik unsurların hem sömürgeci ülkelerle hem kendi aralarındaki çekişmeleri, adeta barış dönemlerini geçicileştirmiş. Bu türden, zaten bir silahlı ve genellikle askeri vakalarla tesis edilmiş iktidarlar, iktidar sahiplerince hep korunması gereken varlıklar olagelmiş. Bu yüzden darbe geleneği olan ülkelerde darbe girişimlerinin gündemden kolayca düşmediğine tanık oluyoruz. Bu konuda meraklısı için Latin Amerika’dan bir örneği konu ederek, Ekvador’un[ii] ve Afrika’dan genç sayılabilecek bir ülke olan fakat darbeler konusunda tecrübeli Gine-Bissau’nun[iii] yakın zamanlı darbe birikiminden kesitleri aşağıda aktarmaya çalıştım. Ekvador’u ilginç kılan, darbe girişimlerinin çeşitliliği ve siyasetle ilişkisi; ayrıca başkanlık sistemi ile yönetildiğini de not düşelim. Gine-Bissau örneği ise, 2009’da devlet başkanının öldürülmesinin ardından 2010 ve 2011 yıllarında başarısız darbe girişimlerini 2012’de darbenin takip etmiş olması ile dikkat çekiyor.
Ekvador’da hem seçimle Devlet Başkanı olmuş, hem de darbe girişimlerine liderlik etmiş olan Albay Lucio Gutierrez.
Bu bol darbeli ülkelerin çoğunda iktidardan indirilme korkusu, iktidarların doğal bir duygusu ve bu duygunun gereği olarak sertlikler de vardıkları doğal sonuçlar olmuş. Ülkenin kutuplaşmaya neden olacak türde önemli etnik ve dini gerilimleri genellikle bu doğadan zarar görmüş, çözümler ertelenmiş. Hal böyle iken iktidarların genellikle her daim hem koşulsuz destekleyenleri hem de mutlak karşı çıkanları olmuş. Bu siyasi iklimlerde iktidarlar için iktidarı kaybetmek varoluşsal bir konu haline gelebiliyor, zira güvenli bir iktidar kaybı pek olası görünmüyor çoğu zaman. Bu da iktidarı muhalefete karşı otoriteryanlaştırıyor. Kayırmacılık, kadrolaşma, devletin ve bürokrasinin sahibi olmayı varoluşsal bir gereklilik haline getiriyor. Muhalefet için ise devlet ele geçirilmiş olarak görülüyor ve seçimle de gelse iktidarlar meşruiyetlerini yitiriyor. Bu tür durumlarda da muhalif bir gücün öncülüğünde ya da kitlesel muhalefeti fırsat bilen bir askeri güç tarafından; çeşitli yapılar ve kurumlarca ve belli bir kitle tarafından meşru bulunan askeri müdahaleler gerçekleşiyor. Hangi ülkedeki darbeyi inceleyecek olursanız olun, müdahalenin belli kesimler için dayandığı bir meşruiyeti tarif etmek mümkün. İktidarın yozlaşması, yolsuzluklar, seçim hileleri ya da ülkedeki siyasi gerilimleri ve ekonomik sorunları çözümsüzleştirdiği gerekçesi en yaygın olanlar.
Ekvador’da Darbe Girişimi Sonrası (2010)
Sanırım bu hikaye bize de pek yabancı değil. İktidarı kaybederse varoluşsal sorunlar yaşayacağına dair derin bir kaygı besleyen ve bu kaygıyı yükseltecek doneleri olan, bu yüzden de kendine benzemeyene otoriteryanlaşabilen iktidar tecrübelerine tanıdığız. Çözülmemiş, ertelenmiş iki sorun: Seküler-Dindar kutuplaşması ve Kürt sorunu; askeri çözümleri çağırmaya devam ediyor. Fakat 15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığından sonraki iklim, askeri çözüm taraftarlığının zayıflıyor olduğuna dair umut vadeden bir iklim sergiliyor. AK Parti kendine benzemeyenlerden gelen darbe karşıtı tutumu, bir jest olarak okuduğu ve aynı zamanda bu kesimlerden de gelmesini beklediği varoluşuna dair tehdit algısı zayıfladığı için bir yumuşama görünümünde. Umarım bu yumuşama Kürt sorununda da yeniden çatışmasızlığı getirir. Zira darbeleri zorlaştırmanın ve giderek de imkansızlaştırmanın yolları, kadim sorunları daha fazla ertelemeyip çözerek ilerlemekten geçiyor.
15 Temmuz darbe girişimi, dünya darbelerini toparlayan, özetleyen mecralarda nasıl yer alırdı, darbeler tarihi sayfalarında yerini nasıl alırdı diye bir egzersiz ile bitireyim yazıyı.
Türkiye, 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi:
Anayasal düzenin kanun ihlalleri ile bozulduğu, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırıldığı ve Türkiye’nin uluslararası alanda itibar kaybettiği gerekçeleri ile yapılan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı görevden almak, hükümeti indirmek ve Erdoğan’ı ve hükümet üyelerini yargılamak hedefi ile yola çıkan ve başarısız olan darbe girişimi. Girişimin arkasında Gülen Cemaati ve çoğunluğunu ordudaki cemaat üyelerinin oluşturduğu orta-üst kademe komutanlar olduğu düşünülüyor. Girişimin lider kadrosu henüz belli değil. AK Parti destekçilerinin sivil direnişi, Polis teşkilatında ve Ordunun büyük bir kısmında darbecilerin destek görmemesi, siyasi muhalefetten hızlı gelen darbe karşıtı açıklamalar ve muhalif kitlelerin de sessiz kalsalar da darbe yanlısı bir tutum içinde olmamaları gibi etkenler darbe girişimini kısa zamanda başarısızlığa sürükledi. Yakın zamandaki Mısır darbesi tecrübesinin de etkisiyle, ikinci bir teşebbüs ihtimaline karşı AK Partililer başta olmak üzere geniş kesimler sokaklarda darbeye karşı demokrasi nöbetleri adını verdikleri eylemlerle direnişe devam ettiler. Hükümet ise girişimden sonraki haftalarda OHAL ilan ederek iki ana tedbir üzerinde yoğunlaştı. Bunlardan ilki temizleme operasyonu oldu. Gülen Cemaatini, başta ordu olmak üzere, devletin tüm yapılarından uzaklaştırma, Gülen Cemaatini destekleyen STK, eğitim kurumları ve medya kuruluşlarını kapatma, cemaate destek veren işadamları, yazar ve akademisyenleri cezalandırma yoluna gitti. İkinci olarak da askeri kurumlar ve istihbarat teşkilatı başta olmak üzere güçlü devlet kurumlarını yeniden yapılandırmak üzere değişiklikler başlattı. Darbe girişiminin neredeyse tek sorumlusu olarak görülen Gülen cemaati yanlısı örgütlenme son yıllarda FETÖ/PDY (Fethullah Terör Örgütü ( Paralel Devlet Yapılanması) olarak adlandırılarak terör örgütü olarak ilan edilmişti. Darbe girişimi sonucunda 238 kişi hayatını kaybetti, 2191 kişi yaralandı. 18756 kişi gözaltına alınırken, 10192 kişi tutuklandı. Kamuda açığa alınanlarn sayısı ise 59467.
Bissau’da darbe sonrası gösteriler, 2012
[i] Powell, Jonathan M.; Thyne, Clayton L. (2011-03-01). “Global instances of coups from 1950 to 2010 A new dataset”. Journal of Peace Research48 (2): 249–259.
[ii] 2000’li yıllarda Ekvador’un darbe hikayeleri:
Ekvador kuzeyde Kolombiya, doğu ve güneyde Peru ile komşu, batısında Büyük Okyanus olan bir Latin Amerika ülkesi. Teorik olarak temsili demokrasi ile yönetiliyor. Pek çok Latin Amerika ülkesi gibi eski bir İspanya sömürgesi olan Ekvador’da İspanyollarla yerlilerin karışımında oluşan Mestizolar çoğunlukta. Yerli Amerindalar ve Afrikalı göçmen gruplar ana etnik unsurlar. 70’li yılları asker hakimiyetinde geçiren ülkenin son 20 senesi de siyasi olarak oldukça karışık.
2000 yılında Ekvador’da ülkenin en büyük yerli hareketlerinin oluşturduğu konfederasyon olan Ekvador Yerli Halklar Konfederasyonu ile ordunun bir kesimi, Albay Lucio Gutierrez liderliğinde, kitle desteğini de alarak yönetime el koyar ve devlet başkanı Mahuad’ı görevden alırlar. Ancak 3 saat sonra yönetim yine el değiştirir. Kıdemli askerlerin ve ABD’nin tepkileri neticesinde, darbeci koalisyonu desteklemiş olan komutanlardan Carlos Mendoza, ordunun diğer unsurları ile hareket ederek, darbeci koalisyondan yönetimi geri alır, başkan yardımcısı olan Gustova Noboa’yı devlet başkanı ilan eder. Darbe koalisyonu liderleri tutuklanır. Gutierrez 6 ay hapiste kalır.
Gutierrrez, yerli hareketler, sol gruplar, yozlaşma ve neoliberal reformlarla mücadeleyi önüne koyan Pachakutik hareketi ve kitlesel Demokratik Halk Hareketi (MPD) gibi bir çok yapının desteğini de alarak, Yurtsever Toplum Partisi (PSP) adayı olarak girdiği 2002 seçimlerini kazanarak devlet başkanı olur. Ancak, seçildikten 3 ay sonra, sol gruplarla ittifakı bozar ve Sosyal Hıristiyan Parti (PSC) ile hareket etmeye başlayarak, ABD yanlısı bir çizgide devam eder. Yoğun bir şekilde yolsuzluk ve nepotizm eleştirileri alır. 2 yıl sona PSC ile ittifakı da bozulur. 2004 Aralık ayında artan tepkiler ve eylemler neticesinde, meclisin hem solcu hem muhafazakar partilerinin işbirliği ile yüce divana sevkedilir. Gutierrez yüce divanın PSC yanlısı olduğu için taraflı olduğu gerekçesi ile hükümsüz olduğunu duyurur ve başkent Quito’da Olağan Üstü Hal ilan eder. Ancak ordu, OHAL’i uygulamayı reddeder, yurttaşlar da OHAL’i tanımaz ve kitlesel gösteriler gerçekleşir. Bunun üzerine meclis özel bir binada (muhaliflerin toplanması ile) Gutierrez’i anayasayı ihlal etme gerekçesi ile görevden alır ve yerine başkan yardımcısı Alfredo Palacio’yu getirir. Ordu da Gutierrez’den desteğini çektiğini ilan edince, Gutierrez Nisan’da ülkeyi terkeder. Ekimde gönüllü olarak, yasal ve anayasal yollarla iktidarı geri alma hedefiyle geri döner. Havaalanında tutuklanır. Uluslararası medyaya ülkenin meşru yöneticisinin kendisi olduğu açıklamalarında bulunur. Mart 2006’da hakkındaki suçlamalar düşer. Ekim 2006’daki seçimlerde, yerli ve yoksul köylülerden aldığı desteğe karşın %17’de kalan oyu ile seçimde 3. olur. 2009’da tekrar PSP adayı olarak seçimlere girer %27 ile bu sefer ikinci olur. Gutierrez, Rafeal Correa’nın kazandığı seçimlere hile karıştığını iddia eder.
Ekvador’daki son darbe girişimi ise 2010’da olur. 30 Eylül’de Ekvador silahlı kuvvetleri ve ulusal polis teşkilatı ulusal ölçekte iş bırakarak, kamu görevlilerinin ek ödemelerinin kesilmesine yönelik çıkan yasayı protesto ederler. Bir grup ordu ve polis mensubu Meclis binasını işgal eder. Hava kuvvetleri bazı büyük havalimanlarını işgal eder ve kapatır. Başkent Quito’da protestocu polislerle görüşmeye giden devlet başkanı Correa rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı hastane, polislerden oluşan eylemciler tarafından kuşatılır ve Correa’dan yasayı geri çekmesi istenir. Correa geri adım atmaz. Bu arada Correa’nın partisi olan Alianza PAIS destekçileri ile güvenlik kuvvetleri arasında çatışma çıkar. Correa’ra bunun bir darbe girişimi olduğunu gerekçe gösterek OHAL ilan eder.
Ayaklanmacı polislerle görüşmeyeceğini belirten Correa hastaneden ya devlet başkanı ya da ceset olarak çıkacağını ulusal radyodan ilan eder ve “burası Honduras değil” der (yakın zamandaki Honduras darbesine atfen). Bu sırada Correa yanlısı göstericiler özellikle Quito’da sokak gösterileri düzenler ve polisle çatışır. Muhalif lider Lucio Gutiérrez’in avukatı Pablo Guerrero liderliğindeki bir grup polis Ekvador devlet televizyonuna kısa süreli de olsa hakim olur. Ordu ve polislerden oluşan özel timler tarafından kurtarılan Correa, “bu şekilde halkına karşı bunları yapan polisler kendilerine nasıl polis diyebiliyorlar” der ve yasaları uygulayacaklarını, tarihin onları cezalandıracağını söyler. Correa darbe girişiminin arkasında Gutierrez’in olduğunu iddia eder. Gutierrez ise esas sorumlunun yozlaşmış, otoriter ve fesat Correa yönetimi olduğunu savunarak iddiaları reddeder. 2 Ekim’de ölenler için 3 gün yas ilan edilir. Dış işleri bakanı Ricardo Paccino: “Olayı kontrol etmiş olabiliriz, ama rahatlamamalıyız, zira darbenin köklerine inmeliyiz ve darbecileri tamamen temizlemeliyiz” der. Ardından Correa yönetimi, askeri ve polis kurumlarında yeniden yapılanmaya gider.
[iii] Gine Bissau’da 2008-2012 arası darbe girişimleri:
Gine Bissau Afrika’nın orta kısımlarında Atlas okyanusuna kıyısı olan, Senagal ve Gine’nin komşusu olan küçük bir ülke. Yaklaşık 1,5 milyon nüfusu olan 25 farklı etnik grubun yaşadığı bir ülke. Ülkenin resmi dili Portekizce ama Portekizce konuşabilenlerin oranı %17. Eskiden Portekiz Ginesi diye anılan ülke, ironik bir şekilde Portekiz’deki darbenin ardından, 1973’de Portekiz’den bağımsızlığını ilan etmiş. Ülkedeki ilk darbe 1980’de. 1994’de çok partili sistem geçtikten sonra, 1998-1999 yıllarında iç savaş olur, devlet başkanı görevden alınır. 2000’de seçimle Kumba Lala başkanlığa gelir. 2003’de ordu varolan sorunları çözemediği gerekçesi ile darbe yapar ve yönetime tekrar el kor. 2004’de ülke yine karışır. 2005’de seçimler olur ve seçimi 1999’da görevden alınan João Bernardo Vieira kazanır. Seçimi kaybeden Sanha başta başkent olmak üzere birçok yerde seçimde hile yapıldığını iddia eder. 2008’de silahlı kuvvetler, başkan Vieira’nın resmi konutuna saldırır, bir korumayı öldürür, ama başkana zarar vermez. 1 Mart 2009’da, daha önce 1999’da Vierra’ya yapılan darbenin başında olan General Batista Tagme Na Wai, orduya yapılan bir saldırıda öldürülür. İki gün sonra da Vierra’ya, bir grup asker tarafından generalin intikamı gerekçesi ile suikast yapılır.
2008 yılındaki darbe girişiminin lideri Bubo Na Tchuto, başarısız olunca ülke dışına kaçar, sonra da ülkeye geri dönerek BM’ye sığınır. 2010 Nisan’ında bir grup asker, Tchuto’yu BM’den almayı başarır, başbakan Carlos Gomes Júnior’u resmi konutunda alıkorlar. Darbe girişimcileri aynı zamanda ordunun başındaki Zamora Induta da dahil olmak üzere 40 askeri yöneticiyi de rehin alır. Hükümet yanlıları protestolarda bulunur ve rehinelerin salınmasını ister. Girişimin lideri olan ordunun ikinci adamı olan Antonio Ndjai, halka sokakları terketmelerini, aksi takdirde başbakanı öldüreceklerini, başbakanın yargılanacak bir suçlu olduğunu ilan eder. Başbakan, Devlet Başkanı Sancha ile görüştürülür ve dostane çözüm aranır. Anlaşma sağlanır ve İlerleyen günlerde her şey normale döner ve Gomes görevinin başında olduğunu, olanların askeriye içinde bir kaza olduğunu söyler. Lafı uzatmayalım, zira bu karışık güç ilişkileri oldukça detaylı bir incelemeyi gerektiriyor, karışıkların devam ettiği ülkede 2011’de tekrar bir darbe girişimi olur, bu sefer askeri lider Tchuto, önceki girişimin lideri Ndjai’yi tutuklar. Girişim başarılı olmaz. Deniz kuvvetleri ile ordu arasındaki mücadele devam eder. En son seçim zamanı, seçime hile karıştığı gerekçesi ile 2012’de ordu tekrar darbe girişiminde bulunur ve bu sefer yönetime el kor.
Bizi Takip Edin