İHH ve BDS Türkiye: Anlaşmayla ablukayı kabul etmiş oluyoruz
Türkiye ile İsrail arasında uzun süredir seyreden bir gerginlik vardı. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kopma seviyesine gelmişken yakın zamanda atılan normalleşme adımları sonucu Başbakan Binali Yıldırım İsrail’le anlaşma imzalandığını duyurdu. Bu anlaşmanın ne anlama geldiğini Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi gönüllüsü Ayşe Düzkan ve İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyet Başkan Vekili Hüseyin Oruç ile konuştuk. Siyonist İsrail […]
Türkiye ile İsrail arasında uzun süredir seyreden bir gerginlik vardı. İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler kopma seviyesine gelmişken yakın zamanda atılan normalleşme adımları sonucu Başbakan Binali Yıldırım İsrail’le anlaşma imzalandığını duyurdu. Bu anlaşmanın ne anlama geldiğini Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi gönüllüsü Ayşe Düzkan ve İnsani Yardım Vakfı Mütevelli Heyet Başkan Vekili Hüseyin Oruç ile konuştuk.
Siyonist İsrail devletiyle yapılan son anlaşmayı Mavi Marmara ile bozulan ilişkilerin eski haline getirilmesi olarak görmek büyük bir hata olur
İHH, İsrail’le ilişkilerin normalleşmesini nasıl karşılıyor?
İHH Mütevelli Heyet Başkan Vekili Hüseyin Oruç: Öncelikle bunu normalleşme olarak algılamıyoruz. Yapılan anlaşmayla alakalı henüz görmediğimiz detaylar var. Neleri içerip neleri kapsadığını tam olarak bilmiyoruz henüz. Şimdiye kadar başkanımızın açıkladığı kısmını ne bekliyorduk, ne aldık diye sorarak değerlendirebiliriz. Çok başarılı bir anlaşma olduğunu düşünmüyor İHH.
BDS gönüllüsü Ayşe Düzkan: Siyonist İsrail devletiyle yapılan son anlaşmayı Mavi Marmara ile bozulan ilişkilerin eski haline getirilmesi olarak görmek büyük bir hata olur. BDS Türkiye, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şöyle dedi: “Anlaşmanın merkezinde, Siyonist işgalcilerin on yıllardır yağmaladığı Filistin gazının Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına satılması ve bu şekilde işgalci rejimin büyük bir finansman kaynağı elde etmesi bulunuyor. Daha önce Türkiye tarafından ilişkilerin ‘normalleştirilmesi’ için öne sürülen şartlardan biri Gazze ablukasının kaldırılması olduğu halde, abluka kaldırılmak bir yana, meşrulaştırılıyor.” Bu anlaşma Filistin halkının mücadelesine, dünyanın dört bir yanındaki Filistin dostlarının dayanışmasına vurulmuş bir darbe ve Siyonizme destek anlamına geliyor. Zaten İsrail ile ilişkilerin “kötü” olduğu dönemde iki ülke arasındaki ticaret hacmi iki katına çıkmıştı. Aynı dönemde AB üyesi ülkelerin büyük bir çoğunluğu vatandaşlarına, yerleşimcilerle ticaret yapmamaları tavsiyesinde bulundu. Yani ticari olarak zaten bozulan bir şey yoktu. Bu anlaşma için, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, “başta Filistin direnişi olmak üzere bölgede bulunan tüm direniş güçlerini kuşatmak için yapılmış bir ittifaktır.” ifadesini kullanıyor. Bu; Türkiye’nin, başını İsrail’in çektiği, Körfez sermayesi, Suudlar ve tabii ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeni bir ittifakın parçası olduğunun işareti ve klasik İslami söylemlerle açıklanması ve anlaşılması da mümkün değil.
Bu anlaşma ne anlama geliyor?
Hüseyin Oruç: İHH’nın en başından beri temel bir talebi vardı, Mavi Marmara saldırısıyla tüm dünyanın gözleri önünde bir suç işlenmişti, cinayet işlenmişti. 10 arkadaşımız orada şehit edildi, 56 arkadaşımız yaralandı ve kaçırıldık. Bunu yapanların ceza almasını istiyorduk. Devlet olarak beklentilerimiz de özür dilensin, tazminat ödensin ve abluka kaldırılsın olarak 3 aşamalıydı. Baktığımızda evet özür dilendi, 2013’te Netanyahu telefonla Obama şahitliğinde cumhurbaşkanımızı aradı ve özür diledi. Bu önemli bir şeydi. Tazminat hakkındaysa şöyle bir durum var, anlaşmaya göre 20 milyon dolar gibi bir para Türkiye tarafına ödenecek. Türkiye’deki mağdurlara ödenecek fakat kimleri mağdur saydıklarını da bilmiyoruz. Sadece şehit ailelerine mi ödenecek yoksa yaralılar da dahil mi? Bunun dışında psikolojik yıpratmaya uğramış arkadaşlarımız da var. Onlar dahil mi bu mağdur tanımına, henüz bilmiyoruz. Bizim itirazımız bu paranın geliş şekline oldu. Para elbette gelmeliydi fakat ilk öğrendiğimiz şekliyle para tazminat olarak değil Türkiye’deki bir vakıf vasıtasıyla mağdurlara yardım olarak ödenecek.
“Bizim en çok canımızı acıtan şey Mavi Marmara davalarının bitirileceğinin konuşuluyor olması”
Hiçkimsenin talebi para yardımı almak değildi. Herkesin talebi bir daha aynı suçun tekrarlanmayacağını sağlayacak bir caydırıcı ceza hükmüydü. Biz “Para paradır, ne de olsa para geliyor” demiyoruz, öncesinde konuştuğumuz şehit aileleri ve yaralılar da bizimle benzer şeyleri söylüyor. Biz para için değil adaletin yerine geldiğini görmek için uğraşıyoruz. Fakat bu gerçekleşmedi ve bizi mutlu etmeyen şeylerden bir tanesi oldu. Üçüncü nokta ise abluka, Mavi Marmara’nın da bulunduğu filo yola çıktığında tek bir şey söylüyordu; “Ablukayı kıracağız ve yardımlarımızı ulaştıracağız. Yolu açacağız” Filistin’in dünyanın geri kalanıyla bağlantı kurabilmesi önemli. Şu an atılan adımlar, beklediğimiz adımların öncüsü diye düşünüyoruz.
Biliyorsunuz Mavi Marmara saldırısı sonrası bir takım davalar açıldı. Bizim en çok canımızı acıtan şey bu davaların bitirileceğinin konuşuluyor olması. İsrail askerleri bize açık denizde saldırdı. Uluslararası anlaşmalara göre bunun evimizde, ofisimizde saldırmalarından bir farkı yok ve cinayet işlediler. Sivil insanları öldürdüler. Devletler adalete karışmamalıdır. Ülkemizde de İsrail’de de güçler ayrılığı vardır ve hukuk idareden bağımsızdır. Biz saldırıdan sorumlu insanların yargılanmalarını ve aldıkları hükmü tüm dünyanın bilmesini istiyorduk. Bu sayede böyle cinayetlerin bir daha tekrarlanma ihtimali de azalırdı. Cinayet anlaşmaları gizli anlaşmalar yapılmış olsalar da düşürelemeyecek davalardır. Bundan sonra en çok itiraz edeceğimiz nokta davaların düşürülmesi olacaktır. Ayrıntıları öğrenmek için beklememiz gerekecek.
Ayşe Düzkan: Her şeyden önce şunu hatırlatayım, “İsrail gazı” olarak söz edilen, işgal edilmiş Filistin topraklarından çalınan kaynaklar; bunun başka ülkelere pazarlanmasına aracı olmanın ne anlama geldiği açık. İkinci önemli nokta şu, Filistin’e her yıl yüz binlerce dolar yardım yapılıyor ve Filistin’le ilgili onlarca uluslararası karar var. Ama Filistin halkının durumu değişmiyor. Çünkü Filistin halkının ihtiyacı, yardım ya da sözler değil, Siyonist devletin yıkılıp yerine her inançtan Filistinlinin birlikte yaşayacağı özgür, demokratik, laik bir Filistin’in kurulması. Bunun için Siyonist devletin tecridi ve baskı altına alınması gerekiyor. Anlaşma bunun tam tersi bir işlev yerine getiriyor.
Ama en önemli noktalardan biri Mavi Marmara katliamını gerçekleştiren Siyonist katillerin yargılanmasından vazgeçilmesi. Bunun ölenlerin ailelerine ne hissettirdiğini düşünmek bile istemiyorum.
İhh olarak bir kamuoyu duyurusu yayınladınız ve sosyal medyadan ciddi bir tepki gördünüz. Bu tepkileri nasıl karşılıyorsunuz?
Hüseyin Oruç: Maalesef toplumun iyice taraflara ayrıldığı ve kutuplaştığı bir dönemdeyiz. Otoriteye itiraz olarak görülebilecek herhangi bir şey söylemek çok zor. Bu bildiğimiz bir şey hatta tepkilerin beklediğimizden daha az geldiğini söyleyebilirim. Herhangi bir eleştiri insanları galeyana getirdi fakat sivil toplum kuruluşlarının görevi yanlış bulduğu uygulamayı söylemek değil mi zaten? Olumlu gördüklerinin yanı sıra olumsuz gördüklerini de söylerler ki varlık sebepleri yerine getirilsin.
Biz 6 yıl sonra geldiğimiz aşamada İhh’nın eleştirilerinin büyük önemi olduğunu düşünüyorum. İhh eleştirilerde bulunmasaydı belki bu anlaşma çok daha önce fakat daha olumsuz şartlar içerirken imzalanırdı. Ama olmadı, bunda bizim eleştirilerimizin yeri büyük ve biz yapıcı bir pozisyonda eleştirmeye devam edeceğiz. Sosyal medyada, birkaç kişi özellikle, ağır ithamlarıyla öne çıktılar fakat bizi savunanlar da çok fazlaydı. Eninde sonunda böyle bir atmosferde bu tür eleştiriler çok doğal, hem bizim hem de karşıdan gelen eleştirileri kastediyorum, hassas biz zemindeyiz artık. Fakat şunu belirtmek lazım ki İhh süreç boyunca yoğun bir yönlendirme sorumluluğunu üstlendi fakat süreç sonlandı ve bir anlaşma imzalandı. Bundan dolayı sözümüzü söyleriz fakat kavgaya girmeye niyetimiz yok. Kavganın kimseye faydası olacağını düşünmüyoruz.
“Filistin’in Türkiye’nin inşaat sektörüne ihtiyacı yok. Mesele, ablukanın kalkması için İsrail’i tecrit edebilmekti, bu olmadı”
Ablukayı tanıma karşılığında Filistin’e elektrik santrali ve hastane ve su arıtma tesisi inşa edecek olmak, aynı zamanda yardımların Aşdod üzerinden Filistin’e ulaşacak olması Filistinliler için bir kazanım sayılabilir mi? Bu anlaşmayı Filistinliler açısından nasıl değerlendirebiliriz?
Hüseyin Oruç: Mesele yardım götürmekse bu anlaşma öncesi de yapılabiliyordu. Eskiden de Filistin için götürülen yardımlar Aşdod’a götürülüp orada sıkı bir sürü bürokratik adımdan sonra Gazze’ye ulaştırılıyordu zaten. Bu koşullarda muhtemelen Türkiye’den giden yardımlara geçiş kolaylığı sağlanacak. Bu elbette önemli fakat ablukanın tanınması üzücü. Diğer yandan Türkiye Filistin’de alt yapı çalışmalarına başlayacak. Su arıtma tesisi, hastane ve elektrik santrali yapmayı planlıyor. Filistin’e Türkiye’nin bir şehriymiş gibi yaklaşılacak, bunlar olumlu şeyler. Yine de biz Filistin halkının yardımlara muhtaç olmadan, kendi emekleriyle çalışıp çocuklarını büyütebilecekleri, ülkelerine istedikleri gibi girip çıkabilecekleri bir ortam sağlanmasını isterdik.
Ayşe Düzkan: Benim Filistin halkı adına konuşmam söz konusu olamaz. Fakat bir Türkiyeli olarak şunu söyleyebilirim; Mavi Marmara’ya yönelik katliam öncesi yapılan konuşmaları hatırlarsanız işgal güçleri Gazze’ye yanaşmayı hedefleyen filoya Aşdod limanına yanaşmasını söylüyordu. Aşdod limanı üzerinden yardım ulaştırmak ablukanın sürmesi demek çünkü abluka ile ambargo farklı şeyler, abluka Filistin’e yönelik bütün yardımların İsrail üzerinden gönderilmesi, Filistin’e ulaşacak her malzemeyi İsrail’in denetlemesi anlamına geliyor. Yine bir Türkiyeli olarak şunu görmek zor değil; Filistin’in, ablukanın kalkması halinde ihtiyacı olan her türlü tesisi inşa edecek gücü, donanımlı insanı ve bilgisi var. Bunun için Türkiye’nin inşaat sektörüne ihtiyacı yok. Mesele, ablukanın kalkması için İsrail’i tecrit edebilmekti, bu olmadı.
Bizi Takip Edin