Alper Akyüz: Örgütlenme özgürlüğünün kullanımında geriye gittiğimiz bir ortamdayız
2003 yılından bu yana önce STK Eğitim ve Araştırma Birimi, daha sonra Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi bünyesinde yayınlar, sertifika programları ve saha çalışmalarıyla STK’ların kurumsal kapasitelerini genişletmeleri için yardımcı olmaya çalışan İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2014-2015 öğretim yılından itibaren “Sosyal Projeler ve STK Yönetimi” Yüksek Lisans Programı’nı başlattı. Program koordinatörlerinden Yar. Doç. Alper Akyüz’le sivil toplumla […]
2003 yılından bu yana önce STK Eğitim ve Araştırma Birimi, daha sonra Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi bünyesinde yayınlar, sertifika programları ve saha çalışmalarıyla STK’ların kurumsal kapasitelerini genişletmeleri için yardımcı olmaya çalışan İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2014-2015 öğretim yılından itibaren “Sosyal Projeler ve STK Yönetimi” Yüksek Lisans Programı’nı başlattı. Program koordinatörlerinden Yar. Doç. Alper Akyüz’le sivil toplumla akademi arasındaki ilişkiyi konuştuk. Akyüz “Örgütlenme özgürlüğünün birlikte ve eksiksiz kullanımında geriye gittiğimiz bir ortamda olduğumuz söylenebilir.” diyor.
“Örgütsel bir alan olarak sivil toplum, içinde yaşadığımız toplumun bir mikrokozmosu olarak değerlendirilebilir. Bu nedenle bugünün sivil toplumun dünyasını karakterize eden temel nitelik olarak kutuplaşmadan söz edilebilir”
Türkiye sivil toplum dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de sivil toplum kavramının ilk kullanılmaya başlanması yaklaşık 30 sene öncesine, 12 Eylül dönemi sonrası toplumun açılma çabalarına ve dünyadaki aynı dönemdeki gelişmelerin içeriye yansımasına denk geliyor. O dönemden bu yana gerek örgütlenme düzeyi, gerekse de örgütlerin yapabilirlikleri anlamında önemli bir aşama kat edildiği söylenebilir. 2000’lerin belirleyici etkeni, fonları ve demokratikleşme kriterleri ile AB uyum süreciydi ve gerek özgürlükler, gerekse de mali kaynaklar açısından önemli bir açılıma yol açtı. Ancak örgütsel bir alan olarak sivil toplum, içinde yaşadığımız toplumun bir mikrokozmosu olarak da değerlendirilebilir. Bu nedenle bugünün sivil toplumun dünyasını karakterize eden temel nitelik olarak kutuplaşmadan söz edilebilir.
“İçinde yaşadığımız ve çevremizde yaşanan çatışma ortamının sona erdirilmesi kutuplaşmayı aşmak için önemli bir önkoşul”
Türkiye sivil toplum dünyasının ilerlemesinin önünde engeller var mı? Neler? Nasıl aşılır? Akademi dünyasının önerileri var mı?
Bu soruya yanıt verebilmek için öncelikle sivil toplum kavramının tanımında ve özellikle de kendiliğinden ‘iyi’ denebilecek bir değerler altyapısına sahip olup olmadığında anlamak gerek. Sivil toplum kavramı, farklı aktörlerce farklı şekillerde anlaşılabilecek olsa da bir ‘iyi toplum’ karşılığı olarak kullanılabileceği gibi, herhangi bir değer atfetmeden bütünüyle nötr bir şekilde bir analiz ya da adlandırma çerçevesi olarak da benimsenebilir. Eğer ikincisi benimsenirse “gelişme/ilerleme” gibi kendi içinde değer barındıran bir kavramla nitelendirmek anlamsız olur. Yok eğer ilkini, yani bir tür ‘iyi’nin karşılığı olan, ve genel kullanımdaki haliyle ‘örgütlülükten’ ve ifade ve örgütlenme özgürlüğünün birlikte ve sorunsuz bir şekilde kullanımından söz ediyorsak, son yıllarda bu konularda sürekli izleme faaliyetinde bulunan uluslararası örgütlerin raporlarında da görülebileceği gibi, bu özgürlüklerin kullanımında geriye gittiğimiz bir ortamda olduğumuz söylenebilir. Sivil toplumu aynı zamanda bir toplumun kendi kendine öğrenme ve güçlenme süreci olarak anlarsak engellerin aşılmasının önkoşulu otoriterleşmeden yeniden demokratikleşme sürecine dönülmesi ve ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin kullanımı önündeki bazen yasal veya yasaların kısıtlayıcı yorumundan, bazen de yürütme organlarının keyfi uygulamalarından kaynaklanan engellerin kaldırılmasıdır. Önceki soruda söz ettiğim kutuplaşma ancak gerçek ve uzun süreli bir diyalogla aşılabilir, bunun da önkoşulu devlet kurumlarının kutuplaşmanın taraflarına ne ayrımcılık yapan, ne de ayrıcalık tanıyan bir tutum benimsemesi olacaktır. Tabii ki içinde yaşadığımız ve çevremizde yaşanan çatışma ortamının sona erdirilmesi de önemli bir önkoşul. Son olarak sivil toplum örgütlenmelerinin gelişmesi ya da kendini geliştirmesi için maddi ve bilgi temelli olanakların genişlemesi gerekir.
“Türkiye’de sivil toplum üzerine yapılan akademik çalışmalar yetersiz”
Türkiye akademi dünyasının sivil toplum üzerine yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musun? Yeterli değilse nedenleri ne olabilir?
İstanbul Bilgi Üniversitesi içinde 2003’te kurulan Sivil Toplum Çalışmaları Merkezinin çıkış noktalarından birisi, Türkiye’de sivil toplum üzerine yapılan akademik çalışmaların yetersiz olmasıydı ve aradan geçen zamanda önemli bir artış olsa da halen yetersiz olduğu söylenebilir. Bunun başlıca nedeni kavramın ve bakış açısının akademi için görece yeni olması. Özellikle sosyal bilimlerde akademi hayatı sonradan takip ediyor. Bunun yanında saha-araştırmacı ayrımının çok keskin olması, akademide sahadan gelen veya saha ile temasını sürdüren araştırmacıların nadir olması da deneyimin bilgisinin akademik alana taşınmasını geciktiriyor.
Türkiyedeki akademi-STK işbirliklerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu iki sektör yeterince birbirini besliyor, ortaklık/işbirliği kuruyor mu? Kurmuyorsa nedenleri ne olabilir? Nasıl aşılabilir?
Daha önce sivil toplum kuruluşları diye yekpare bir alandan bahsedemeyeceğimizi ve kendi içinde parçalı bir alan olduğunu belirtmeye çalıştım. Aynı durum akademi için de geçerli tabii. Bu anlamda akademi ile işbirliğine giden ya da akademinin çeşitli birimleri tarafından işbirliğine davet edilen kuruluşların sayısının oldukça az olduğunu, işbirliklerinin de çoğunlukla tek seferlik etkinlikler temelinde yapıldığını söyleyebiliriz. Bunun dışında iş dünyası ile yakın STK’lerin yine iş dünyasına yakın bölüm veya araştırma-uygulama merkezleriyle işbirliklerine daha çok rastlanıyor. Bizim bugüne kadar odaklandığımız alan olan haklar temelli örgütler ile akademinin işbirliklerine baktığımızda ise sivil toplum daha çok akademinin kurumsal imkanlarından yararlanmak için başvuran konumunda. Halbuki işbirliği iki tarafın da karşılıklı yararına olabilir, ancak bunun için işbirliklerini daha stratejik olarak kurmak, yöntemlerini çeşitlendirmek ve biraz daha yaratıcı düşünmek gerekiyor.
“Bizim Sivil Toplum Çalışmaları merkezi olarak kurmaya çalıştığımız ilişki, akademi ile STK’lar arasında aracı bir iletişim kanalı olmak ve akademi içinde sivil toplum kuruluşlarının da kullanabileceği güncel bir bilgi altyapısı oluşturmak şeklinde”
İdeal üniversite STK ilişkisi nasıl olmalı?
Üniversitelerle STK arasındaki ilişkilerde yaygın anlayış ve önkabul üniversitelerin (akademik) bilgiden kaynaklı olarak hiyerarşide daha üst bir konumda olduğu yönünde. Ancak bu bakış açısı STK’ların deneyimden kaynaklanan bilgisinin değersizleştirilmesine ya da en iyi ihtimalle akademik araştırmaların nesnesi olarak değerlendirilmesine neden oluyor. Bizim Sivil Toplum Çalışmaları Merkezi olarak kurmaya çalıştığımız ilişki ise daha yatay düzlemde ve akademi ile sivil toplum arasında aracı bir iletişim kanalı olmak ve akademi içinde sivil toplum kuruluşlarının da kullanabileceği güncel bir bilgi altyapısı oluşturmak şeklinde. Böylelikle gerek sunduğumuz eğitimler veya diğer kapasite geliştirme programlarında, gerekse de yürüttüğümüz araştırmalarda ilişkinin çift yönlülüğünü ve hiyerarşik olmamaya çalışan niteliğini korumaya çalışıyor ve bir buluşma ortamı olarak tasarlamaya özen gösteriyoruz. Bu özellikle yüksek lisans gibi derslerde not, program sonunda ise diploma veren, dolayısıyla resmen de tanınan bir sertifikasyon yapan bir kurum rolünü üstlenince çok kolay olmasa da öğrenme ortamının kalitesi ile yatay ilişki yaklaşımı arasında bir denge gözetmeye çalışıyoruz.
Lisans üstü programlarını açma kararını nasıl verdiniz? Program hakkında bilgi alabilir miyiz?
Bu dünden bugüne aldığımız bir karar değil. Programlarımız Eylül 2014’te öğrenci kabul etmeye başladı, ancak fikir olarak merkez içinde 2000’lerin ortalarından bu yana geliştirdiğimiz ve 2012’de somutlaştırarak YÖK’e başvurusunu yaptığımız bir süreç geçirdik. Doğal olarak Türkiye’de sivil toplum hakkında bir bilgi, araştırma, kaynak ve öğretim kadrosu altyapısının oluşması gerekiyordu. Programımızın güçlü yanı da bünyesinde bir çok buluşmayı sağlamasında: sivil toplum sahası ile akademi, teori ile pratik, eleştiri ile işlevsellik, deneyimli aktivistler ile öğrencilerimiz, ve tabii deneyimleri, tematik çalışma alanları, yaşları gibi çeşitli farklılıkları ile öğrencilerin birbirleriyle buluşmaları asıl güçlendirici etkiyi yaratıyor. Öğrenciler derslerde hazır reçetelerle karşılaşmıyor, aksine hazır reçete şeklinde verilen hap bilgiye eleştirel bir şekilde yaklaşıyoruz. Ancak özellikle kendi bağlamları içinde vaka olarak değerlendirilen başarılı uygulamalara da derslerimizde sıkça yer vererek veya uygulayıcılarını konuk olarak çağırarak yaşananlardan öğrenme çıkarmaları için uğraşıyoruz. Bunun dışında güncel gelişmeleri de izleyerek ders programımızı ve tez/proje konularını buna göre şekillendirmeye çalışıyoruz. Tezli program için 3’ü zorunlu 8 dersi tamamlayarak alana bir bilgi katkısında bulunan bir tez hazırlamak, tezsiz program içinse 5’i zorunlu 10 ders alarak alandaki bir sorun alanına yönelik bir çözüm tasarlayan bir proje hazırlamak gerekiyor. Dersler mesai saatleri dışında, yani hafta içi akşamları ya da haftasonu yapılıyor.
“Akademik kadromuz saha ile sürekli bir iletişim içinde”
Programa talep nasıl? Programı tamamlayan öğrencilerden ne bekliyorsunuz? Tamamlayanlar neler yapıyorlar?
Programın ikinci yılını tamamlıyoruz ve ilk iki yıl en çok 30 olarak belirlediğimiz kontenjanın çok üzerinde başvuru aldık. Öğrencilerin üç farklı profilden oluştuğunu ve bu şekilde devam edeceğini söyleyebiliriz. İlki, sivil toplum kuruluşlarında deneyim sahibi olan ve kendilerini geliştirmeyi amaçlayan aktivistler. İkincisi üniversite öğrenciliği sırasında gönüllü faaliyetlerde bulunup kendisine profesyonel veya akademik bir kariyer seçeneği olarak da bu alanı gören yeni mezunlar. Son olarak da özellikle özel sektörde deneyim sahibi olup sivil toplum alanına kaymak ya da yine özel sektör içinde sosyal projeler yürütmek isteyen profesyoneller. Programın ilk mezunlarını bu dönem sonunda veriyoruz, ancak kendilerinin yapıcı anlamda sorgulayıcı yaklaşımlarını içinde bulunacakları örgütlere ve sivil toplum alanına katkıda bulunmak için kullanmalarını bekliyoruz.
Programın içeriğini oluştururken sivil toplum dünyasıyla ortak çalışmalar yapıldı mı? Program içerisinde stklar ile işbirliği yapılıyor mu?
Yüksek lisans programı Sivil Toplum Çalışmaları Merkezinin tek çalışması değil. Program merkez içinde yer alan diğer birimlerin ve çalışmaların içerik katkısıyla ilerliyor ve daha önce sözünü ettiğim gibi birimler sivil toplum ile sürekli ve yatay bir diyalog içinde çalışıyor. Program içinde bir çok ders STK’lerden konuk konuşmacıları içeriyor ve bunu sağlayabilmemizin nedeni akademik kadromuzun zaten saha ile sürekli bir ilişki içinde olması. İleride program özelinde daha derin işbirliklerinin ise öğrencilerin tez ve proje çalışmalarında ve programın yan çıktıları olacak atölyeler ve araştırma çalışmalarında olacağını söyleyebilirim.
Ayrıntılı ders programı için tıklayınız.
Bizi Takip Edin