Yaşlanmaya hazır mıyız?
Doç. Dr. Özgür Arun “Türkiye en hızlı yaşlanan ülkelerden biri. Her 2 çalışan 1 kişiye bakıyor. Türkiye zenginleşemeden ve hızlı yaşlandığı için önemli bir yaşlılık sorunuyla karşı karşıya” diyor. Türkiye’nin üzerine pek konuşulmayan bir yaşlılık sorunu var. Sağlık Bakanlığı konuyu gündemine almış durumda. Bu ayın başında “Aktif ve Sağlıklı Yaşlanma Araştırması”nın sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Araştırma […]
Doç. Dr. Özgür Arun “Türkiye en hızlı yaşlanan ülkelerden biri. Her 2 çalışan 1 kişiye bakıyor. Türkiye zenginleşemeden ve hızlı yaşlandığı için önemli bir yaşlılık sorunuyla karşı karşıya” diyor. Türkiye’nin üzerine pek konuşulmayan bir yaşlılık sorunu var. Sağlık Bakanlığı konuyu gündemine almış durumda. Bu ayın başında “Aktif ve Sağlıklı Yaşlanma Araştırması”nın sonuçlarını kamuoyuyla paylaştı. Araştırma yaşlıların aktif olmadığına ve sağlıksız olduğuna işaret ediyor. Görünen o ki Türkiye yaşlılığa hazır değil. Araştırma sonuçlarını Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü Başkanı Doç. Dr. Özgür Arun ile konuştuk.
Hocam, Araştırma şunu söylüyor: aktif olmayan ve sağlıksız bir yaşlı nüfusumuz var. Üstelik yaşlıların aktif ve sağlıklı olmak için de bir çabaları yok. Nasıl yorumluyorsunuz bu sonuçları?
Öncelikle aktif yaşlanma yaklaşımında bir sorun var. Bu meseleye ekonomik kaygılarla bakanlar, bunu sadece üretkenliğe indirgiyorlar. Üretken olduğu sürece insan aktif yaşlanır gibi bir anlayışa sahipler.
Üretkenlikle de daha çok çalışma yaşamına katılım kast ediliyor sanırım değil mi?
Kesinlikle. Bu istihdam yani, üretken olacak, vergisini verecek. Ama topluma da daha maddi, iktisatçıların da ölçebileceği birtakım çıktıları verecek, katkıları sunacak. Dolayısıyla “productive aging”le (üretken yaşlanma) active aging (aktif yaşlanma) iç içe kullanılan bir şey. Malum üretken yaş, 14-64 yaş grubu, çalışacak, diğer 2 kuşağa, yaşlılara ve 15 yaşın altındaki çocuklara bakacak. Buradaki denge şöyle formüle ediliyor ama; 7 çalışan bir kişiye bakacak. Ancak Türkiye’de bu oran şu anda 2 ye 1. Bu tabii sürdürülebilir bir durum değil. Buradan doğru bakınca da bu çocuk sayısının artması beklentisi, gelecekte üretken bir nüfusun arzu edilmesi, böyle bir biyopolitikanın sürekli aktif zihinlerde tutulmasının da dayanağı aslında.
‘Hakim kanı: Avrupa yaşlanıyor, biz genciz, gideceğiz Avrupa’ya bakacağız’
Oranın 2 ye 1 olmasının nedeni nedir?
Türkiye’nin yaşlı bir nüfusu yok şu anda gibi bakıyor bazı kesimler, hiç yaşlanmayacakmışız gibi varsayım: Avrupa yaşlanıyor ve çöküyor, biz genciz, gideceğiz Avrupa’ya bakacağız. Oysa durum öyle değil. Türkiye en hızlı yaşlanan ülkelerden bir tanesi dünyada. Ve bu aslında, bu gidişat yalnız Türkiye’ye özgü değil gelişmekte olan ülkelerin tamamında benzer bir durum var. Türkiye biraz daha hızlı.
Onu biraz açar mısınız? Oradaki hız nedir? Avrupa bunu 100 yılda tamamladı da biz 10 -20 yılda mı tamamladık? Nasıl bir hız o?
Yaşlanma hızı dediğimiz bir kavram var. Onu da şöyle hesaplıyoruz; Bir ülkenin yaşlı nüfusunun oranı yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkması için yani 2 katına çıkması için gereken süreye, geçen süreye bakıyoruz. Örneğin bu süre, yani yaşlı nüfusunun 2 katına çıkması için geçirdiği süre Fransa’nın 115 yıl, Almanya’nın 85 yıl. Dolayısıyla böyle bir zaman zarfında alt yapısını hazırlayabiliyor, insan kaynağını yetiştiriyor, akademik olarak çalışıyor bu mesele üzerine. Anayasal altyapı buna göre hazırlanıyor, toplumsal ilişkiler buna göre daha hazırlıklı gidiyor. Şimdi biz bu süreyi 20 yılda geçireceğiz ve şu çok kritik bir mesele: şu anda, bugün Türkiye’deki, Türkiye’nin tüm bireyleri demografik dönüşümün çok önemli bir safhasını yaşıyorlar ve farkında değil birçoğu. Şimdi yaşlılık veya yaşlanmak olumsuz bir durum değil. Fakat bu kadar hızlı yaşlanmak ve buna hazırlanmamak Türkiye için önemli bir risk.
‘Aktif nüfus istihdamda değil, fırsat penceresini kaçırıyoruz’
2 ye 1 oranının önemli bir sebebi bu hızlı yaşlanma o zaman?
Tek neden o değil tabii. Türkiye için önümüzdeki 30 yıl çok kritik bir süre. Biz demografik fırsat penceresi diyoruz buna. Burada şu olacak, üretken nüfus o ülkenin tarihinde bir defaya mahsus olmak üzere en yüksek orana ulaşacak. Buna demografik dönüşüm deniyor. Eğer o ülke bu üretken nüfusunu aktif halde tutabilirse, üretime dahil edebilirse yani istihdam edebilirse, Özal’ın söylediği çok önemli bir şey vardı Türkiye’ye çağ atlatacağız diyordu, evet o zaman işte o ülke çağ atlayacak bir ülke olur. Tarihinde ilk ve son defa yetişkin nüfusu, aktif nüfusu bu kadar yüksek bir orana ulaşacak. Ve bunun zamanı da 2023. Onun için bu 2023 planlarının dayandığı yer aslında burası. Ve 2040 yılından sonra bu fırsat penceresi tamamen kapanacak Türkiye için. Yani ekonomik aktif nüfusu azalmaya başlayacak. Şimdi bu süre zarfında biz aktif nüfusun tamamını üretime dahil edebilirsek çok önemli bir konuma geleceğiz dünyada.
Fakat şu anda Türkiye bunun işaretlerini bize veremiyor. İstihdama baktığımızda %40’lar civarındayız. Ek olarak, istihdam oranları kadınlarda çok düşük. Avrupa’nın en düşük kadın istihdam oranına sahip ülkelerden biriyiz. Türkiye de 2 kişi, yani 2 çalışan, 1 kişiye bakmak zorunda. Bu yüzden çok yüksek ya da çok genç bir nüfusa sahip olmak yeterli değil. Beşeri sermayesi yüksek olan ve istihdam edilmiş, ekonomiye dahil edilmiş üretken bir nüfusa sahip olmak bizim için çok kritik ve belirleyici olacaktır. Şimdi biyopolitika bunun için biraz tehlikeli bir şey. Çünkü bir yandan kadına doğum yap derken, bir yandan onu istihdama dahil edemeyiz. Yani bir yandan doğum yap, çocuğa bak sağlıklı bir nesil yetiştir diyoruz, ama öte taraftan nüfusumuzun yarısını oluşturan kadınları istihdamdan uzak tutuyoruz bu yolla. Biyopolitikalarda bir yeri besleyince diğer taraf bozulabilir. Oysa tüm yaş gruplarını kapsayan aktif bir yaşlanma politikası gerekir. Türkiye’nin özellikle yaşlanmayla ilgili attığı çok ciddi adımlar var. Son 4-5 yılda önemli bir yol kat etti. Fakat problem şurada. Yapılan çalışmaların çoğu uygulama mahiyetinde, bir sosyal politika değil sosyal uygulama. Sosyal uygulama mahiyeti gösterdiği için bütüncül bir perspektif sunamıyor toplumdaki yurttaşlara.
‘Yaşlılıkla ilgili sosyal politikalar yok, sosyal uygulamalar var’
Sosyal politika ile sosyal uygulama arasındaki fark nedir?
Bir örnek üzerinden gidelim. Aslında 3 ayağı var aktif yaşlanmanın. Katılım, sağlık ve güvenlik. Şimdi bu katılım boyutunda ulaşım hizmeti çok önemli hizmetlerden birisi. Burada hem hükümetimizin hem yerel yönetimlerin son zamanlarda önemli bir uygulaması var. O da yaşlılar için ücretsiz ulaşım hizmeti. Bu hizmet ilk planlandığında hükümet tarafından ve yerel yönetimler tarafından biz itiraz ettik. Ve bununla ilgili önemli bir tespiti dile getirdik. O da şuydu: bunlar sosyal uygulamalardır. Sosyal uygulamalar toplumdaki kırılgan nüfusun belli bir süre desteklemek üzere sunulu. Amaç kırılgan nüfusu kırılganlıktan kurtarmaktır ve daha sonra o destek kesilir. Fakat toplumun belli bir kesimini desteklemek sadece uzun ve orta vadede kuşaklar arası çatışmaya yol açacaktır ve daha sonra bu tip bir çatışma ortaya çıktığında bunu parayla ya da maddi bir projeyle telafi etmek de mümkün değildir. Nitekim bugün bununla ilgili önemli sıkıntıları gazetelerden, medyadan takip edebiliyoruz. Birçok yaşlı otobüse bindiği zaman otobüs şoförlerinden tepki görüyor veya duraklarda otobüslerin, özel otobüslerin özellikle kendilerini gördüğünde durmadıklarını belirtiyor. Nitekim birkaç gün önce, Isparta da bir otobüs şoförü arkasındaki camekâna şunu yazmış yaşlılar için “hakkımı size helal etmiyorum”. Yine Antalya’da otobüs şoförleri yaşlılar otobüse bindiğinde kendilerini “parazit” olarak nitelendiriyor. Belli ki artık bu çatışma ortaya çıkmış durumda ve biz gençlerle konuştuğumuzda da yaşlıların toplu taşıma hizmetlerini gezmek için kullandıklarını, canları sıkıldıkları için, bedava olduğu için bu hizmetten yararlandıkları yönünde bir izlenimleri olduğunu görüyoruz. Aslında bu tipik bir “ageism”, yaş ayrımcılığı. Yaşlı kişilere karşı ayrımcılık ve kuşaklararası çatışmalarında önemli bir emaresi. İşte sosyal uygulamalar ne yazık ki toplumsal dengeyi sürdürülebilir bir düzeyde tutamıyor. Oysa bizim önerimiz aktif yaşlanma politikalarının oluşturması.
‘Kadınlar, bakımla meşgul oldukları için istihdamda değil. Çocuk gelin sorununun arkasında yaşlılık var’
Ne tür sonuçları oluyor bu politikasızlık halinin?
Örneğin kadınları istihdam edemememizin önündeki en önemli sebep aktif yaşlanma politikalarının olmayışı Türkiye’de. Aktif yaşlanma politikası dediğimizde, sadece yaşlıları değil, tüm toplumu kapsayıcı bir şeyden söz ediyoruz. Kadın aile içerisinde ya çocuğa bakıyor ya yaşlıya bakıyor. Dolayısıyla biz kadını ücretsiz aile işçisi konumunda bakım işine hapsettiğimiz sürece kadının istihdam edilmesinin önündeki engeli kaldıramamış oluyoruz. Bugün Türkiye’de çocuk gelinlerin olmasının en önemli nedenlerinden birisi aktif yaşlanma politikalarının eksikliğidir. Bu meseleyi yıllardır ataerkillik gibi oldukça soyut bir kavrama indirgeyip meseleyi sadece bunun etrafında tartışmak da problemli aslında. Çocuk gelin meselesini deşeleyin orda aktif yaşlanma politikasının eksikliği yatacaktır. Kiminle evleniyor bu çocuklar. Yani evlendikleri kişi yaşlı bir erkek. Ne için evleniyor onunla? Yani babası hain olduğu için mi sadece. Ya da bizim çözmemiz gereken mesele bu kadar soyutlanabilecek bir mesele mi? Değil. Bu aktif yaşlanma politikalarının eksikliği burada yine kendisini gösteriyor.
‘Yaşlılarımız obez ve inaktif’
Araştırma sonuçlarına dönecek olursak, yaşlılık meselesinin sağlığa indirgenmesini eleştirdiniz. En önemli sorunlar obezite ve inaktivite olarak belirmiş araştırmada. Peki bu sorunlar önemli değil mi?
Tabii önemli. Bu sağlık boyutu aktif yaşlanma süreci içerisindeki önemli unsurlardan birisi. Sağlık çok boyutlu bir mesele. Fiziksel sağlık ruhsal sağlık bunların hepsini düşünmemiz gerekiyor. Hizmet boyutu var bunu düşünmemiz gerekiyor. Buradaki hizmetler önleyici müdahaleler, destekleyici müdahaleler gibi ayrılıyor, eğitim boyutu var. Dolayısıyla çok boyutlu bir mesele sağlık dediğiniz zaman, aktif yaşlanma dediğiniz zaman sadece yaşlılar egzersiz yapsın gibi bir şeye indirgenemeyecek kadar önemli bir mesele bu. “Egzersiz yapıyor musunuz?” sorusuna verilen yanıt aktif yaşlanmanın hiçbir tarafını ölçemez. Yani mesele bundan ibaret değil. Burada yaşam boyu sağlığın geliştirilmesi çok önemli ve sağlık dediğimizde de biz her bir toplumsal kesim için her farklı yaş grubu veya kuşak için şu anda farklı bir planlama yapmak zorundayız. Türkiye çapındaki araştırmalarımızda Türkiye’deki yaşlıların %20’si yani her beş yaşlıdan biri benim tıbbi bakıma ihtiyacım var diyor. Dolayısıyla yaşlanmanın ve yaşlıların önemli bir parçası öte yandan her 5 yaşlıdan 4’ü sağlıkla ilgili bir bakım hizmetine ihtiyacı olmadığını belirtiyor.
‘Yaşlılık eşittir hastalık demek değil’
O biraz şükürle ilgili bir şey olabilir mi? Bu araştırmada da dikkatimi çeken bir şey oldu mesela eğitim düzeyi yüksek yaşlılarda hastalık daha fazla çıkmış. Yani bu biraz taleple ilgili olabilir mi?
Çok kritik bir şey bu şükretme meselesi. Araştırmalarımızda çok görüyoruz. Yaşlılarla konuştuğumuzda “çok şükür, Allah bugünümüzü aratmasın” derler. “Mutlu musunuz, yaşamınızdan, gelirinizden, sağlığınızdan memnun musunuz?” diye sorarız çoğunlukla bu tip bir yanıt alırız. Şükretme, tevekkül önemlidir bu coğrafyada. Fakat bunu böyle şükretme meselesine getirip tıkamamak lazım. Nitekim bizim analizlerimiz şunu gösteriyor, hastalık denilen şey yaşlılara özgü bir özellik değil. Hastalığı yaşlılığın yegâne parçası gibi görmek aslında bir sağlığın gaspı anlamına geliyor. Yaşlılığın tıbbileştirilmesi anlamına geliyor. Yaşlılık eşittir hastalık diyemeyiz. Yaş, hastalığın yegâne sebebi değil. Biz tam tersine şunu görüyoruz orada önemli nedenlerden birisi olarak özellikle yoksulların arasında hastalığın engelliğin ve ölümün daha yaygın olduğunu görüyoruz.
Yaştan bağımsız olarak söylüyorsunuz değil mi?
Her yaş grubundan. Her yaş grubunda yoksullar arasında hastalıklar daha yaygın.
‘Yaşlı oldukları için değil yoksul oldukları için hastalık bu kadar çok’
O zaman şöyle bir korelasyon var mı elinizdeki verilerde? Bizim yaşlı nüfusumuz aslında görece yoksul bir nüfus. Henüz varlıklı yaşlı kuşağımız oluşmaya başlamadı. O zaman mevcut yaşlılarımız arasında yoksulluğun daha yaygın olması da hastalıkların yaşlılarda daha çok olmasının temel sebeplerinden biri midir?
Çok önemli bir mesele bu, doğru söylüyorsunuz. İki kritik etken, faktör var. Birincisi sınıf meselesi yani yoksulluk yanına tabii eğitimi de alıyor gelirle birlikte sınıf dediğimizde biliyorsun de ama öbürü de toplumsal cinsiyet. Mesela birkaç tane rakam konuşalım. Türkiye’deki güncel rakamlar bunlar ve TÜİK’in araştırmalarının ikincil analizi. Yaşlı kadınlarının yarısının hiç gelirleri yok. %48 tam oran. Bu oran yaşlı erkeklerde %6. Geliri olanlara baktığımızda yaşlı kadınların yıllık ortalama gelirleri 3200 dolar. Erkeklerin 5500 dolar neredeyse 2 katı kadar bir fark var. O bakımdan sınıfın yanına biz toplumsal cinsiyeti koyduğumuzda bu sağlık meselesi daha aydınlatıcı oluyor.
‘Kadınlar daha uzun yaşıyor, ama daha sağlıksızlar’
Araştırmanın ilginç sonuçlarından biri de şu: Erkekler kadınlara göre daha sağlıklı, kadınlar daha sağlıksız çıkmış. Ek olarak kadınlar daha stresli çıkmış. Ama biliyoruz ki erkekler daha erken ölüyor. Sağlıklı yaşayıp erken mi ölüyor erkekler?
Bizim çalışmalarda da bu böyle çıkıyor. Türkiye’de bugün 60 yaşında bireylerin ortalama 17-18 yıl gibi bir süre var hasta geçirecekleri. Bu çok ciddi bir süre. Amaç orada hasta geçirilen yılları mümkün olduğunca kısaltmak olmalı. Erkeklere kötü haber daha erken ölecekler. Erkekler Türkiye’ de kadınlardan 5 yıl daha erken yaşamlarını bitiriyorlar. Fakat bu her zaman kadınlar lehine bir avantaj olmayabilir. Çünkü uzun yaşamak demek aynı zamanda hastalıklarla geçen sürenin uzaması anlamına da geliyor. Kırılganlığın da çok yüksek olduğunu biliyoruz. Çünkü bu kesimin %80’i okur-yazar değil. Çoğunluğu kırsal alanda ya da kırsal kökenli. Bu faktörler biraya geldiğinde artık bu sağlık meselesinde yaşanan eşitsizlikler daha da katmerli hale geliyor.
‘Evde bakım tansiyon ölçmekten ibaret olmamalı’
Bir de şöyle bir sonuç var. Hizmetler konusunda yaşlılar bilgili değiller. En altı çizilen de ambulans arama olmuş. Ambulansı nasıl arayacaklarını bilmiyorlar diyor araştırma. Bunun dışında da hizmet alma nosyonlarının zayıf olduğu ima edilmiş diye ben görüyorum. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bu huzurevlerinin yarattığı algıyla mı ilgili?
Filanca hizmeti biliyor musunuz diye sorduğumuzda bilmiyor olabilir. Fakat hizmetlerin geliştirilmesiyle ilgili, erişimle ilgili de sorunlar var. Hizmetin mahiyeti de çok önemli. Mesela, huzurevi modeli zaten dünyanın terk ettiği modellerden birisi. Evde bakım önemli ama evde bakımı biz sadece tıbbi bakıma indirgeyemeyiz. Eve giden pratisyen hekimin tansiyonunu ölçmesi ya da ilaç takibinin kısmi olması bütüncül bir evde bakımın yapıldığı anlamına gelmez. Evde bakım dediğimizde daha çeşitlenen bir hizmetten söz etmemiz lazım. Mesela yoksul yaşlılar içerisinde evde bakımla ilgili özellikle finansal bir destek arayışı olduğunu görüyoruz. Yani yaşlı yoksul kadınlar gündelik yaşamlarında finansal ayarlamalarını yapamıyorlar ve bu noktada mesela desteğe ihtiyaç duyuyorlar.
Finansal destek derken kastınız parasız olmaları değil de parayı kullanmalarıyla ilgili değil mi?
Evet, finansal yönetim evde bakımın boyutlarından birisi olabilecek bir mesele. Öte taraftan burada okuryazar olmayan önemli bir kesim var. İlaçlarını yönetemiyor. Çünkü okuma yazması yok. Şimdi biz evde bakımı tansiyon almaktan çıkartıp bu alanlara da kaydırmamız gerekiyor öte taraftan daha varlıklı ve eğitimli bir kesim var ağır ev işlerini yapmak gibi konularda ya da daha sosyokültürel faaliyetlere katılma gibi konularda desteğe ihtiyaçları söz konusu. Bu farklı kesimlere de evde bakımın içerisinde değerlendirmemiz gerekiyor.
‘Yaşlılık sorunu önemsenmiyor: Türkiye zenginleşemeden yaşlanan bir ülke’
Peki, Türkiye yaşlı bir ülke ve hızlı yaşlanıyor diyorsunuz. Fakat bu konu pek hissedilmiyor gündemde. 2000’lerin başında da Türkiye’nin ileride bir yaşlılık sorunu olacağı görülüyordu. Bu konuştuğumuz konular 2000 yılında da biliniyor ama gündeme girmiyordu. Bugün gündemde hafif yer bulmuş görünüyor; ama sizin bu çizdiğiniz resmin ağırlığı kadar yer tutmuyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Henüz hak ettiği değeri görmüyor diye hissediyorum ben. Ne dersiniz?
Çok doğru aslında. Bu mesele Türkiye’nin öncelikli meselelerinden birisi; fakat hak ettiği ölçüde bizim de gördüğümüz kadarıyla yeterli ilgi ve alaka yok. Özellikle politika uygulayıcılarında bununla ilgili perspektifin eksik olduğunu görüyoruz. Bunun adı Peter Pan Sendromu: Herkes uzun yaşamak istiyor ama yaşlanmak istemiyor. Yaşlanacağına inanmıyor. Toplumsal yaşlanma da böyle. Türkiye toplumu çok kısa bir süre sonra yaşlanacağına inanmıyor. Buna ilişkin olarak sürekli bir efsane dolaşıyor. Türkiye’nin nüfusu genç. Biz genç bir ülkeyiz, yaşlanmayacağız gibi bir argümanın arkasına sığınıyoruz. Oysa az önce sözünü ettik, bizim elimizdeki veriler perspektifler ve geleceğe ilişkin projeksiyonlarımız bunun tam tersini gösteriyor. Ne yazık ki sadece politika üretenler ve geliştirenler değil akademinin de büyük bir kısmı bunun farkında değil. Bizim bununla ilgili koyduğumuz şey adım aslında Türkiye’de ulusal yaşlılık enstitüsünün kurulması gerekiyor. Bunu tekrar edelim, yaşlılık ve yaşlanmak bir sorun değil. Sorun şu anda Türkiye’nin buna hazırlanmaması. Alt yapısını hazırlamaması. Siyasetini hazırlamaması, hukuki boyutunu yasal düzeyini ve insan kaynağını yetiştirmemesi bir problem. Biz yaşlı ülkelere baktığımızda tamamı refahı yüksek olan ülkeler. Türkiye için önemli risk Türkiye zenginleşemeden yaşlanan bir ülke. Biz birçok alanda bu zenginleşmeyi tamamlayamadığımız için önümüzdeki dönem riskli olacak.
Genç bir ülkeyiz algısını diri tutan şey nedir? Avrupa ile mi kıyaslıyoruz? Mesela Avrupa bize göre daha mı yaşlı o hissi bize bu mu sağlıyor acaba?
Evet çok doğru, biliyorsunuz biz Batıya bakara kıyaslama yaparız. Birçok alanda geriyiz diye bir kompleks içerisindeyiz. Ama en çok övündüğümüz şey aktif ve dinamik bir nüfusumuzun olması gibi bir şey. Oysa beşeri sermayesi çok düşük Türkiye’nin Avrupa ile kıyaslandığında. Dolayısıyla tek başına genç olması nüfusunun; birincisi beşeri sermayesinin yüksek olacağı anlamına gelmiyor, ikincisi nüfusunun yaşlanmayacağı anlamına gelmiyor. 2050 yılında bir Avrupalı ile aynı sürede hayatımızı tamamlayacağız. Benzer bir ömür uzunluğuna sahip olacağız. Ama aynı koşullarda yaşamayacağız.
‘Sivil toplum yaşlılık konusuna ilgisiz’
Son bir soru, yaşlılık konusunun hak ettiği ilgiyi görmemesi bağlamında; sivil toplumda bunun hiç karşılığını görmüyoruz. Bu türden, kamuoyunun ilgisini çekmeyen ama önemli olan sorun alanlarının genelde sivil toplum kuruluşları taşıyıcısı olur. O sorunun, toplumda karşılığı henüz zayıf olsa dahi, savunuculuğunu yapan STK’lar vardır. Yaşlılık alanında bu tür STK’lar pek yok galiba. Sivil toplumda da sahiplenilen bir konu değil. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bir 30 yıl öncesine kadar çocuk meselesi benzer bir durumdaydı. Neredeyse çocukla ilgilenen hiçbir STK yok gibiydi. Son 30 yılda hem bir birikim oluştu hem de burada aktif olarak çalışan ve çocuk meselesinin bütün boyutlarıyla ilgilenen çalışmalar yapan sivil toplumun yalnız çıkar yapan grupları demiyorum, sivil toplumun hem kapasitesini geliştirdiğini hem de niceliğinin arttığını gördük. Fakat çok doğru bir tespit yaşlılıkla ilgili Türkiye’de özellikle bakım meselesiyle ilgili bir STK aklımıza gelmiyor. İnanıyorum önümüzdeki dönemde bunların sayısı hızla artacak. Bilhassa kırsal alanlar çok ciddi potansiyel bir risk Türkiye’de bu yaşlanma mevzusu içerisinde. Ve orada bir sivil toplumu göremiyoruz. Onu göremediğimiz için hizmetleri de ulaştıramıyoruz. Sivil toplum olmadığı için oradaki risk grubundaki yaşlıyı da göremiyoruz. Görünür kılamıyoruz. O bakımdan orda birikimin oraya aktarılmasına, yeni bir birikim oluşturmaya ihtiyacımız var. Bunu da Türkiye’de sivil toplumdan başkası yapamaz diye düşünüyorum.
Bizi Takip Edin