Paris İklim Zirvesi hakkında bilmeniz gereken her şey
Dünyanın gözü Paris’te bugün başlayan ve 11 Aralık’a kadar sürecek olan İklim Zirvesi’nde (COP21), Türkiye’deki ana akım medya ise bu zirveye de yansıyan Erdoğan-Putin gerginliğine odaklanmış durumdayken, The Guardian iklim değişikliğinin ve hükümet görüşmelerinin geldiği durumu soru-cevap şeklinde yayınladı. Yeşil Gazete’de gönüllü çevirmeni Zeynep Ersoy‘un çevirisiyle yayınlanan Fiona Harvey imzalı yazıyı aşağıda bulabilirsiniz. Paris’te […]
Dünyanın gözü Paris’te bugün başlayan ve 11 Aralık’a kadar sürecek olan İklim Zirvesi’nde (COP21), Türkiye’deki ana akım medya ise bu zirveye de yansıyan Erdoğan-Putin gerginliğine odaklanmış durumdayken, The Guardian iklim değişikliğinin ve hükümet görüşmelerinin geldiği durumu soru-cevap şeklinde yayınladı. Yeşil Gazete’de gönüllü çevirmeni Zeynep Ersoy‘un çevirisiyle yayınlanan Fiona Harvey imzalı yazıyı aşağıda bulabilirsiniz.
Paris’te bu ay neler olacak?
190’dan fazla devletin hükümeti, küresel sera gazı emisyonlarının azaltılması ve böylece iklim değişikliği tehdidini önleme amacıyla olası bir yeni küresel anlaşmayı görüşmek üzere Paris’te bir araya gelecek.
Neden şimdi?
Sera gazı emisyonlarıyla ilgili güncel taahhütler 2020 yılında sona erecek. Bu yüzden, hükümetlerin Paris’te en azından 10 yıllık anlaşmalar üretmeleri bekleniyor.
Neden önemli?
Bilim insanları, sera gazı emisyonları artmaya devam ederse, küresel ısınmanın geri döndürülemez hale geleceği ve eşiğin aşılacağı konusunda uyarıyor. O eşik sanayi öncesi seviyelerin üzerinde 2 °C ‘lik bir sıcaklık artışı olarak tahmin edilmekte ve mevcut emisyon düzeylerine bakıldığında yaklaşık 5°C bir artış beklenmektedir. Bu rakam, çok fazla bir artış gibi gözükmeyebilir, fakat bugünün dünyası ve son buzul çağı arasındaki sıcaklık farkı 5°C’nin üzereydi. Bu yüzden sıcaklıkta görünüşteki küçük değişiklikler Dünya için büyük farklar anlamına gelebilir.
Neden daha önce bu konuda küresel bir anlaşma sağlamayı kimse düşünmedi?
Aslında düşünüldü: iklim değişikliğiyle ilgili küresel müzakereler 20 yıldan fazla süredir devam ediyor. İklim değişikliğinin tarihi çok daha eskilere gidiyor: 19. yüzyılda, fizikçiler, başlıca karbondioksit olmak üzere atmosferdeki sera gazlarının rolü hakkında teorilerde bulundu ve ısınma etkisiyle birlikte atmosferdeki bu gazların düzeylerinin artacağını öne sürdü. Ama bunların tümü teorikti.
Bilim insanları mevcut karbon seviyeleri ve sıcaklık arasında bir ilişki kurmak için gerekli ölçümlere sadece son birkaç on yıl içinde başlamış ve o zamandan beri yapılan bilimsel çalışmalar sürekli belli bir yöne işaret etmiştir: Fosil yakıt kullanımından kaynaklanan yükselen sera gazı emisyonları, yüksek sıcaklıklara yol açmaktadır.
Küresel ısınma durmadı mı?
Hayır. Küresel sıcaklıklar yükselmekte. Sıcaklıkların düşük -ama hala önceki yıllardan daha sıcak- olduğu 1998 yılında, bazı iklimciler dünyanın soğumakta olduğunu iddia etti.
1998 yılından bu yana, küresel sıcaklıklar 30 yıl öncekinden daha yavaş bir düzeyde artmıştır. Bu durum da bazı şüpheciler tarafından küresel ısınmanın durakladığının kanıtı olarak değerlendirilmiştir.
Ama sıcaklık artışının düşmüş ya da durmuş olmadığına, tam tersine artmaya devam ettiğine dikkat etmek gerekir. Hava sistemlerinin özelliği olan varyasyonlar göz önüne alındığında, ısınma oranının yavaşladığı bir dönem beklenmedik değil.
Son iki yıldır, ısınma oranı yeniden hızlanmış gibi görünüyor, ama bundan çok az şey yorumlanabilir.
Küresel bir anlaşmada nasıl ilerlemeler gördük?
1992 yılında, hükümetler Rio de Janeiro’da buluştu ve Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni oluşturdu. Hala yürürlükte olan bu anlaşma, iklim değişikliği tehlikesini önlemek amacıyla hükümetleri harekete geçmeleri için birleştirdi, fakat hangi eylemleri uygulayacakları konusu belirtilmedi. Beş yıl boyunca, hükümetler neler yapmaları gerektiği ve gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere karşı rolünün ne olması konusunda tartıştılar.
Bu tartışmalar, 1997 yılında Kyoto protokolünün oluşmasında etkili oldu. Bu anlaşma ile 2012 yılına kadar, dünya çapında 1990 seviyeleri ile karşılaştırıldığında yaklaşık % 5 emisyon kesintisi yapılması ve gelişmiş ülkelerin emisyon indiriminde hedefler kararlaştırıldı. Ama Çin, Güney Kore, Meksika ve diğer hızla gelişmekte olan ülkelere hedef verilmedi ve kendi iradeleriyle emisyonlarını arttırmak için izin verildi.
Daha sonra ABD başkan yardımcısı Al Gore, protokole kaydoldu, fakat protokol ABD Kongresi tarafından onaylanmadı. Küresel emisyonların % 55’ini temsil eden ülkeler bunu onaylayana dek, protokol yasal olarak yürürlüğe giremedi. Dünyanın en büyük emisyonunu yapan ABD katılmadan bu protokolün uygulanması olamayacaktı.
Yani şu on yıl içinde, Kyoto protokolü sürüncemede kaldı ve küresel iklim değişikliği müzakereleri toprağa gömüldü. Ancak 2004 yılı sonlarında, Rusya beklenmedik bir şekilde anlaşmayı kabul etmeye karar verdi ve hareketin bir parçası olarak Avrupa Birliği tarafından Dünya Ticaret Örgütü üyeliği başvurusu kabul edildi. Yani gerekli ağırlık oluştu ve protokol nihayet yürürlüğe girdi.
Peki küresel bir anlaşmaya varıldı mı?
Tam değil. George W. Bush başkanlığındaki ABD, Kyoto protokolünün dışında kaldı. Bu yüzden, yıllar yılı devam eden BM müzakerelerine rağmen, ABD müzakerecileri hep dünyanın geri kalanının dışında kaldı. ABD’yi ve gelişmekte olan büyük ekonomileri-özellikle en yüksek emisyona sahip Çin’i- teşvik etmek için yeni yaklaşımlar gerekliydi.
Daha sonra, 2007 yılında Bali‘de bayrağı Kyoto’dan devralacak yeni bir anlaşmaya yol açacak eylem planı hazırlandı.
Sonra ne oldu?
Yeni bir anlaşmaya uzanan yol çok uzun sürdü. Ama 196 ülkeyle anlaşma sağlamak çok da kolay değildi. Bu uzun soluklu drama sonunda 2009 Kopenhag Konferansı gerçekleştirildi.
Kopenhag’da ne oldu?
Anlaşmanın dışında her şey oldu. Dünyanın en gelişmiş ülkeleri ve gelişmekte olan en büyük ülkelerinin tamamı ilk defa sera gazı emisyonlarını sınırlamayı kabul etti. Bu durum, dünyanın en çok sera gazı emisyonu yapan ülkelerinin tek bir hedefe doğru birleştiği bir dönüm noktası oldu.
Üzerinde anlaşmaya varılan emisyon indirimleri hala bilimsel olarak yeterli değil, fakat tüm iş faaliyetlerinin şu andaki gibi devam ettiği iklim değişikliği senaryolarıyla karşılaştırıldığında emisyonlarının azaltılmasında büyük bir ilerleme oldu.
Ama STK’ların ve basının üzerinde durduğu nokta toplantıda nelerin olmadığıydı. Toplantıda tam açıklanmış ve yasal bağlayıcılığı olan bir anlaşma sağlanmadı.
Bu önemli mi?
Bu sizin bakış açınıza bağlı. Kyoto protokolü güzel yazılmış, tam hukuken bağlayıcılığı olan uluslararası, benzer bağlayıcılığı olan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin bir alt anlaşmasıydı. Fakat, ABD tarafından onaylanmadığı ve Rusya tarafından çok geç olana kadar imzalanmadığı için, hedeflerine hiç ulaşamadı. Ve Kyoto kapsamındaki taahhütlerini karşılamayan başarısız ülkelerin hiçbiri için bir yaptırım olmadı.
Diğer taraftan, Kopenhag anlaşması 2009 yılında BM tarafından tam olarak kabul edilmedi. Fakat ertesi yıl Cancun anlaşmaları şeklinde onayladı. Bu nedenle, Kopenhag anlaşması yeşil gruplar tarafından bir başarısızlık olarak görüldü.
Ama dünya liderleri tarafından imzalanan bir belge şeklinde Kopenhag’da kabul edilen hedefler hala ayakta duruyor.
Paris’te neler konuşulacak?
En büyük emisyona sahip ülkelerin zaten taahhütte bulunduklarını biliyoruz. AB ülkeleri, 2030 yılına kadar emisyonlarını 1990 seviyelerine göre %40 oranında azaltacaklar. ABD ise 2025’e kadar, emisyonlarını 2005 seviyelerine göre %26-28 oranında azaltacak. Çin, 2030’da emisyonlarının zirve yapacağını kabul edecek.
Mart sonunda sürenin dolmasına rağmen, Hindistan dahil diğer önemli ülkelerin, kendi hedeflerini ortaya koyması gerekiyor.
Eğer başlıca ülkelerden taahhütler cepte ise bu Paris’te anlaşmaya varılacağı anlamına mı geliyor?
Durum hiç de öyle değil. Emisyon azaltmalarının dışında diğer bir önemli konu: finans. Yoksul ülkeler, zengin ülkelerden sera gazı emisyonlarını azaltmak için yeşil teknolojiye yatırım yapmalarını sağlamak ve iklim değişikliğinin olası hasarlarına karşı altyapılarını geliştirmek için mali yardım talep ediyor.
Bu, oldukça tartışmalı bir konu. Finans durumunun yalnızca son birkaç dakikada konuşulduğu Kopenhag’da, zengin ülkeler 30 milyar dolar finansal destek sağlayacaklarını ve 2020 yılına kadar da yılda en az 100 milyar dolar finansal akım sağlanacağını bildirdiler.
Yoksul ülkeler 2020 yılından sonra da benzer taahhütler duymak istiyorlar ama bunun nasıl yapılacağı konusunda güçlü anlaşmazlıklar var. Bazıları, tüm paranın zengin ülkelerce sağlanmasını istiyor, fakat bu hükümetler ise sadece kamu gelirlerinden böyle bir finansmanı sağlayamayacakları konusunda kararlılar. Dünya Bankası gibi uluslararası kalkınma bankalarının bu finansmanı saptamada rol oynamalarını ve gelecek finansmanın çoğunun özel sektörden gelmesini istiyorlar.
Bu konuda anlaşmak hala mümkün, ama bu durum Paris anlaşması önündeki en temel engellerden biri olacak gibi gözüküyor.
Dünya liderleri Paris’e gidecek mi?
Hayır. Barack Obama ve Çin Başbakanı Wen Jiabao da dahil olmak üzere dünya liderleri, Kopenhag zirvesine katıldı ama bu konferans sonundaki kaos ve suçlamalarla yeterince utanç yaşadılar. Bu yüzden geri gelmeyecekler. Paris zirvesine, ülkelerinin adına bir anlaşma imzalama gücüne sahip, tüm dünyanın hükümetlerinin, üst düzey bakanları katılacak.
Fransız hükümeti adına, konferans, dışişleri bakanı Laurent Fabius ve çevre bakanı Segolene Royal önderliğinde yürütülecek, ancak Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande da önemli bir rol oynayacak. Bir anlaşma sağlanabileceğine inanıyorlar.
Yeşil Gazete, The Guardian
Bizi Takip Edin