Sivil Sayfalar Mülteci Dosyası

20 Ekim 2015
Sığınmacılar konusunda hükümetlerin yaptığı işbirliği, STK’larda yok; boşluğu insan kaçakçıları dolduruyor   Türkiye mülteci meselesinin en temel sahalarından biri olmasına karşın, sivil toplumun bu konuda başından beri iyi bir sınav verdiği söylenemez. Pek çok STK mültecilerle ilgili girişimlerde bulunuyor ancak bunların görünürlüğü ve etkisi zayıf kalıyor. Görünen o ki hükümetler arası üzerinde uzlaşılmış bir geçiş […]

Sığınmacılar konusunda hükümetlerin yaptığı işbirliği, STK’larda yok; boşluğu insan kaçakçıları dolduruyor

 

Türkiye mülteci meselesinin en temel sahalarından biri olmasına karşın, sivil toplumun bu konuda başından beri iyi bir sınav verdiği söylenemez. Pek çok STK mültecilerle ilgili girişimlerde bulunuyor ancak bunların görünürlüğü ve etkisi zayıf kalıyor. Görünen o ki hükümetler arası üzerinde uzlaşılmış bir geçiş koridoru var.  Ancak benzer bir işbirliğinin STK’lar arasında da kurulduğunu gösteren güçlü işaretler görmüyoruz. STK’ların boşluğunu ise fırsatçı insan kaçakçıları dolduruyor.  Mülteci meselesinin uzun yıllara yayılacağının aşikar olduğu bu ortamda, insani yardım kuruluşlarından başlayarak, sivil toplumun temsilcilerine kulak vermek, onlara destek olmak ve harekete geçmeye çağırmak için pek çok nedenimiz var. Türkiye sivil toplum dünyasının mülteci meselesinde bugüne dek gösterdiği performansın karnesini çıkarmak yeni dönemin ihtiyaçlarını tartışmak ve planlamak gerekiyor. Sivil Sayfalar işte bu nedenle, bu alanda çalışan STK’ların, sorunu ve STK’ların performansını değerlendirdiği Mülteci Dosyası’nı açıyor. 

TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİ MÜLTECİLERE DESTEK OLAN ULUSAL VE ULUSLARARASI STK HARİTASI

 

Ekonomik göç, gurbetçi göçü, zorunlu göç gibi kavramların yanına bir yenisini eklediğimiz zamanlardayız. Her bir toplumsal göçün hayatı nasıl değiştirdiği üzerine büyük bir literatür var. Mülteci göçü önümüzdeki on yıllarda Türkiye ve Avrupa’nın kaderinde rol oynayacak en önemli faktörlerden biri olacak gibi görünüyor.

Mülteci göçünün çok kültürlülük kavramından Avrupa ekonomisine kadar pek çok konuyu yeniden masaya yatırmaya yol açacağı anlaşılıyor. Daha yakın zamanda Merkel’in “Çok kültürlülük bitmiştir” yaklaşımını, göçün Almanya kapısına dayanmasıyla Almanya’nın Suriyeli Müslümanları toplumsal ve ekonomik olarak kapsayacak beceriye sahip olduğu şeklinde revize etmesi bunun önemli işaretlerinden. Görünen o ki göçmenlerin bir kısmı Batıyı bir kurtarıcı olarak kutsarken, kimileri de yaşadıklarının sorumlusu olarak görecekler. Türkiye de hem kutsananlar hem lanetlenenler arasında yerini alacak.

EN AZ ZARAR VE TRAVMAYLA NASIL YÖNETECEĞİZ?

Bu tartışmayı yapmak için uzun bir süremiz olacak. Ancak bugün, aslında yaklaşık 3 yıldan beri, dolapta sorulmayı bekleyen esas soru, bu yeni nüfus hareketinin en az zarar ve travmayla nasıl yönetileceği. Sorunun hükümetler, şirketler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere 3 adresi var. Bir diğer adres akademi de bunlara bilgi toplamak, sağlamak ve gelecek tartışmalara alt yapı hazırlamak üzere harekete geçme sorumluluğuyla karşı karşıya.

Hükümetler cephesinde Türkiye’nin Suriye iç savaşının başlamasının hemen ardından mültecilere kapıyı açma, kamplar oluşturma, ülke içinde yasal olmayan bulunma fiili durumlarına toleransla yaklaşma konusunda iyi bir sınav verdiği kabul ediliyor.  Bölgenin diğer Müslüman ülkelerinin, özellikle Körfez ülkelerinin sığınmacılara kapıyı açmadığı ama finansal desteklere etkin katıldığı biliniyor. Avrupa ise 3 yılı kayıtsız kalarak geçirmiş gibi göründü. Ancak her ne olduysa son birkaç ayda Avrupa hükümetleri sorumlu tutumlar takınmaya başladı. Merkel’in liderliğini çektiği Avrupa hükümetlerinin kayıtsızlıktan sorumluluğa bu hızlı geçişleri, son 3 yılı sessiz ama göründükleri kadar kayıtsız geçirmediklerini gösteriyor. Yaklaşık bir milyon sığınmacıyı yılsonuna kadar sınırları içine alacakları ve mülteci statüsüne taşıyacakları anlaşılıyor. Bu kararın muhtemelen hesap edilmiş siyasi, toplumsal ve ekonomik hedefleri olacaktır. Hesabın ötesinde sonuçları olacağını da öngörmek mümkün.

Avrupa hükümetlerine eşlik eden bir tutum ise Avrupa sivil toplumundan geldi. İzlanda’da on bin kişinin hükümetin 50 sığınmacıya kapıları açacağını ilan etmesine tepki gösterip evlerini açacaklarını duyurmalarıyla başlayan insani dalga, Almanya’da stadyum tribünlerinde açılan “mülteciler hoş geldiniz” pankartlarına, Avusturya’da trenle yolcu edilmelerine, Fransa’da destek mitinglerine dönüştü.

HÜKÜMETLER ARASI İŞBİRLİĞİ STK’LARDA VAR MI?

Türkiye ise mülteci meselesinin en temel sahalarından biri olmasına karşın, sivil toplumun başından beri iyi bir sınav verdiği söylenemez. Pek çok STK mültecilerle ilgili girişimlerde bulunuyor ancak bunların görünürlüğü ve etkisi zayıf kalıyor. Mültecilerin uğradığı insan hakları ihlallerine, barınma, beslenme, sağlık ve eğitimle ilgili toplumsal dayanışmayı harekete geçiren haberlere rastlamıyoruz. Mültecilerle ilgili medya görünürlüğünün büyük kısmını insan kaçakçılarıyla ilgili haberler ve mültecilerin uğradığı saldırılar kaplıyor. Görünen o ki hükümetler arası üzerinde uzlaşılmış bir geçiş koridoru var. Koridordaki hükümetler arasındaki bir diğer uzlaşmanın ise geçişi legalize etmeden göz yummaya dayalı bir kabul olduğu anlaşılıyor. Bu durum mültecilere bir tür mesaj içeriyor: “uzun yolculukları, aç kalmaları, sokaklarda uyumaları, tehlikeli deniz geçişlerini ve günler süren yürümeleri göze alabilenler yola çıksın.” Göz yumacağını ama yardım etmeyeceğini ifade eden bu örtük mesajın bir tür filtre gibi çalıştığı anlaşılıyor. Yola çıkanların büyük çoğunluğunu genç ve sağlıklı erkek ve kadınlar oluşturuyor. Küçük bir kısmını ise çocuklu aileler. Nitekim felaketle sonuçlanan girişimlerin asıl mağdurlarının da çocuklar olduğu anlaşılıyor.

Hükümetler arasındaki bu uzlaşma bir işbirliğine işaret ediyor. Ancak benzer bir işbirliğinin STK’lar arasında da kurulduğunu gösteren güçlü işaretler görmüyoruz. STK’ların boşluğunu ise fırsatçı insan kaçakçılarının doldurduğuna dair kuvvetli göstergeler var. İnsan kaçakçılarıyla yapılan röportajlarda kaçakçıların kendilerini hayırsever gibi konumlandırdıklarını görüyoruz.

UZUN YILLARA YAYILACAK BİR SORUN

Mülteci meselesinin uzun yıllara yayılacağının aşikar olduğu bu ortamda insani yardım kuruluşlarından başlayarak, sivil toplumun temsilcilerine kulak vermek, onlara destek olmak ve harekete geçmeye çağırmak için pek çok nedenimiz var. Meseleyi insani yardımın ötesine taşımak da başta Türkiye ve Avrupa STK’larının ortak görevi. Bir yandan mültecilere ilişkin bilgi üretilmesi, diğer yandan kadın, çocuk, engelli gibi hassas gruplara hizmet götürülmesine kadar yapılması gereken çok iş var.

Türkiye sivil toplum dünyasının mülteci meselesinde bugüne dek gösterdiği performansın karnesini çıkarmak yeni dönemin ihtiyaçlarını tartışmak ve planlamak gerekiyor. Sivil Sayfalar STK’ların girişimlerini haberleştirmek, yaygınlaştırmak, yeni girişimleri tartışmak için bir zemin sunuyor. Bunun ilk adımlarından biri de şu an okumakta olduğunuz “Mülteciler Dosyası.” Bu dosyayı hazırlamak için, sığınmacılarla ilgili olarak çalışan STK’lara ulaştık ve onlara şu soruları sorduk:

1. Suriyeli sığınmacılar sorununu, nedenleri, boyutları ve gelişimi açısından nasıl özetleyebilirsiniz? Türkiye bu sorunun altından kalkabildi mi? Baş gösteren sorunların (Barınma, sağlık, eğitim, erken yaşta evlilik, fuhuş, ucuz işgücü, dil sorunları vd) ne kadarı, nasıl aşılabildi? Uzun vadeli, kapsamlı planlar yapılabildi mi?

2. Kurumunuz ne tür çalışmalar yaptı, şu an neler yapmakta?

3. STK’lar bu konuda nasıl bir sınav verdiler; aralarındaki iletişim ağı ve yapılan araştırmalar yeterli miydi?

4. Avrupa’nın konuya yaklaşımını ve son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

5. Sizce bu sorun nasıl aşılabilir?

Bugüne kadar aldığımız cevapları bu sayfada okuyabilirsiniz; yeni cevaplar geldikçe dosyamızı güncelleyeceğiz. Siz de yorumlarınızı göndererek bu tartışmaya katılabilirsiniz.