“Bir Sosyal Girişimcinin İş Modelindeki Ana Odağı Yatırımcı Değil, Müşteri Olmalıdır”

Impact Hub kurucu ortağı Semih Boyacı, sosyal girişimciler için en önemli hususun yatırım olmadığını belirterek, "“Sosyal girişimcinin iş modelindeki ana odağı yatırımcı değil, müşteri olmalıdır” dedi.

Girişimcilik, girişim, start-up terimlerini daha yeni yeni benimsemiş, “girişimcilik”i daha yeni meslek olarak kabul etmeye başlamışken, son yıllarda sık duymaya başladığımız “sosyal girişimcilik”i Impact Hub kurucu ortağı Semih Boyacı ile konuştuk.

 

Nedir bu sosyal girişim?

Sosyal girişimciliğe hem benim yaklaşımım hem Impact Hub olarak yaklaşımımız şu: Tanımlanmış bir sosyal ya da çevresel bir probleme yönelik, sürdürülebilir bir finansal modeli olan bir çözüm sunan girişimler bunlar. İş dünyasının dinamiklerini, sosyal sorunların çözümüne katan bir sistem tasarlıyorlar. Nasıl ticari girişimci iş dünyasında bir fırsat görüp, oradan gelir üretebilen bir sistem yaratıyor, burada da sosyal girişimci bir sosyal sorunu piyasa temelli yaklaşımlarla çözecek bir model üretiyor. Bu model kendi kendine gelir ürettiği için sistem kendini muhafaza edip büyüyebiliyor.

Türkiye’de “sosyal girişim”in henüz mutabık olunan bir tanımı yok, ama bu Türkiye’ye özel değil, dünyada da sosyal girişimin tüm paydaşlarca benimsenen  bir tanımı yok. Benim düşüncem şu: Yıllardır birşey tanımlanamıyorsa, dünyada da Türkiye’de de mutabık olunan bir tanım bulunmuyorsa, belki de spesifik bir tanım olmamalı ve amacımız tek bir tanımdan çok belirli prensipler üzerinde anlaşmak olmalı. Tek bir tanım oluşturmanın farklı sosyal sorunların çözümünün gerektirdiği özgün modeller konusunda sınırlayıcı bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’de sosyal girişimciliğe olan algıyı nasıl görüyorsunuz?

Türkiye’de bir “sosyal girişim para kazanmaz, para kazanmamalı” algısı halen var, bazen karşılaşıyoruz, bence ekosistemi çok zorluyor bu algı. Sosyal girişimciler, para kazanma amaçları olduğundan, sanki kutsal bir şeye zarar veriyormuş  muamelesi görebiliyor, “sosyal amaçtan para mı kazanılır” yargısı ile karşı karşıya kalabiliyorlar. Öte yandan yatırımcıların bazıları da bundan çekiniyor, sosyal amaçtan para kazandı algısı oluşmasın  diye hiç bu alana bulaşmak istemiyorlar. Ben bu algıyı, ekosistemin gelişmesinin önünde büyük engel olarak görüyorum. “Ben sosyal girişimim” denildiğinde yatırım şansım azalıyor diye düşünen de var. Çünkü kanıksanmış bir “sosyal girişim para kazanmaz, kazanmamalı, kazanamaz” durumu var Bu sebeple aman “sosyal” ifadesini kullanmayalım, hiç bulaşmayalım diyen girişimciler tanıyorum.

Bizdeki algı ile diğer ülkelerden farkımız var mı peki?

Mesela İngiltere’de sosyal girişimlerin içinde bulunduğu yasal kategori “community interest company” diye bir kategori, bu tanım ile kurulmuş çok fazla sayıda şirket var. İngiltere’deki durum şöyle: Özellikle kamu alanında, belediyeler ve diğer kamu kurumları sosyal girişimcileri çok iyi tanıyor, orada sosyal girişimlere bakış “bu girişimler bir çok sosyal sorunun çözümünde sürdürülebilir model oluşturup bağımsız bir şekilde bunları çözüyor, üzerimizden yük alıyorlar, biz bunları destekleyelim” şeklinde. Bizde bu bakış açısı yok tabi, henüz yok diyelim.

Birçok Avrupa ülkesinde sosyal ekonomi algısı oturmuş durumda, tüketiciler sosyal girişimlerin sattığı ürünleri veya hizmetleri tercih ediyor. Biz öyle bir noktada değiliz, bizde satın alma kararlarında ürün ya da hizmetlerin sosyal ve çevresel etkisi o denli irdelenmiyor. Hatta örneğin bizdeki üretim sektörlerini ele alırsak bir ürün “ekolojikse ya da organikse çok pahalıdır” algısı var, bu algının yerleşmesi de tehlikeli mesela. Bu sebeple piyasa ile rekabet edebilir modellerin çıkması lazım, umarım çıkar.

Sizce sosyal girişimin ilerlemesinde kurumsal yapısının rolü var mı?

Bugün Türkiye’de bir sosyal girişim farklı kurumsal statülerde kurulabiliyor: Bir dernek altında kurulan iktisadi işletme şeklinde, kooperatif  olarak veya gerçek kişi statüsünde ya da sermaye şirketi statüsünde kurulmuş bir işletme olabilir. Hepsinin kendi içinde avantajları ve dezavantajları var. Şirket harici yapılarda en büyük limitasyon, yapıyı / modeli ölçeklendirme noktasında ortaya çıkıyor. Mesela bir derneğe / vakfa bağlı iktisadi işletme iseniz yatırım alamıyorsunuz. Yatırımcı, koyduğu sermaye ile girişime ortak olmayı amaçlar, ama dernek iktisadi işletmesi hukuken ortak (hissedar) alamıyor, bu sebeple yatırım alabilmek için genelde sermaye şirketi olarak kurulmanız gerekiyor. Ama bu demek değil ki bir sosyal girişim için en iyi model “sermaye şirketi” olarak kurulmak. Bir dernek bünyesindeki iktisadi işletmenin ya da kooperatifin  de toplum için çok değerli olduğunu düşünüyorum. Mesela bir kırsal bölgede kadınlara istihdam sağlayıcı bir sistem kurulduğunu düşünelim, bu model belki ölçeklenme noktasında hırslı bir model değil, ama kurulduğu komünite içerisinde çok önemli bir model, inanılmaz katkı sağlayabilecek bir model. Her modelin de dünyayı ele geçirmesine gerek yok o sebeple. Bazen görüyoruz, girişimler üzerinde sürekli bir büyüme baskısı yaratılıyor, buna gerek yok, küçüğüyle büyüğüyle her model değerli.

“Her sosyal faydası olan iş de sosyal girişim olacak diye bir kaide yok”

Ayrıca, şunu da söylemekte de yarar var: Konumuz sosyal girişim ama bazı işler de sosyal girişim olmamalı mesela, insan hakları veya LGBTİ hakları alanıyla ilgili bir oluşum örneğin, buna da gelir modeli uyarlayacağım diye zorlamanın alemi yok. Sonuçta toplum menfaati yönünden baktığınızda, sosyal girişim diğer sivil alan aktörlerinden iyidir denilemez. İkisi de önemli, bence bunun ayrımını yapmak gerek. Çünkü bazen “sosyal girişimcilik topluma katkı sağlamanın tek yolu” gibi söylemler olabiliyor, buna katılmıyorum ben, toplum için ikisini de önemli görüyorum.

Ayrıca sivil toplumun sorunları yüzeye çıkarma yeteneği daha ön planda oluyor, yani sorunu tespit edip gündeme taşımak noktasında sivil toplum kuruluşları daha etkili bence, çünkü işleri bu. Sosyal girişimler ise biraz daha yüzeydeki soruna çözüm üretme peşinde. Sonuçta onların da görevi sivil toplumun meydana çıkardığı sorunlar üzerine çözüm üretmek. Bu sebeple iki taraf birbiriyle koordine olsa sosyal fayda yaratma adına çok daha efektif olur kanaatindeyim.

Sizce Türkiye’de sosyal girişim ekosistemini güçlendirme adına neler yapılabilir?

Aslında hem destekleyici mekanizmalar tarafında, hem girişimci adayları tarafında yapılabilecek şeyler var. Bireysel bazda bakarsak, bence herkesin yapabileceği “sorunlara nasıl sürdürülebilir iş modelleriyle çözüm üretebilirim” yaklaşımı ve alışkanlığı geliştirmek olabilir. Bu bir alışkanlık meselesi, ne kadar çok insan bu şekilde düşünmeye başlarsa, günün sonunda o kadar iyi işler çıkacaktır. Destek mekanizmaları tarafında da, fonlarla, hızlandırıcı programların (inkübasyon programlarının) çok değer katacağı kanaatindeyim. Yani girişime bir yandan finansman sağlarken bir yandan da ona bazı yetkinlikler kazandıran ve böylelikle bir sosyal girişimi hem finansal hem kapasite yönünden eş zamanlı ayağa kaldıran programların artması iyi olacaktır.

Bir de Türkiye gibi ülkelerde somut başarı hikayeleri görmek çok önemlidir, o yüzden bu alanın görünürlüğünün, bilinirliğinin artması lazım. Fazla Gıda örneğini ben bu anlamda değerli buluyorum, çünkü birçok insanda “aa ben de bunu yapabilirim, o aşamaya varabilirim” hissi yaratıyor.

“Kurumsal alanda birkaç yıl deneyimden sonra sosyal girişimciliğe yönelen insanların ekosistemdeki varlığını değerli buluyorum”

Ben kurumsal bir şirkete girmiş, orada üç – dört yıl çalışmış, belli bir deneyim kazanmış insanların bu alana girmesini çok değerli buluyorum, o deneyim çok işe yarıyor. Çünkü bugün B2B bir ürün yaptığınızda, bir kurumsal şirketle nasıl konuşulur, onların bütçe süreçleri nasıl dönüyor, hangi dönemde kendi içlerinde hedefleri,  temel performans göstergeleri (KPI) nasıl olur, bunları bilen bir insanın kurumsala ürün satmasının daha hızlı ve kolay olacağını düşünüyorum. Bu sebeple kurumsalda olup da bu alanla ilgili kafalarında birkaç fikir, içlerinde kıvılcım olan insanların biraz daha cesaretlenmesi lazım. Bu kitle tanımlı olsa, bu kitleye yönelik destekler de yaratılabilir aslında ama bu kitle tanımlı değil. Kim bu insanlar, kurumsalda olup ama zihinlerinde fikirler dönen, sosyal yaratıcı işler yapmak isteyen ama bu adımı atamayan insan grubu kim? Hiçbir platformda isimleri yok bunların, ama bence en çok potansiyel burada var. Bu insanları sosyal girişimciliğe kanalize etmek lazım. Bu dediğim ticari girişimcilikte oldu mesela, aynısı burada da lazım.

Son olarak hayatta kalmak isteyen sosyal girişimlere önerileriniz nasıl olur?

En başta modeli kurgularken, “çıkardığım / çıkaracağım ürünü ve / veya hizmeti kim satın alacak” diye düşünülmesi lazım. Bu husus düşünülmeden ortaya konan iş, sosyal girişim olarak zaten kolay kolay başarılı olamaz bence. Belki bir iki tane hibe alır, ama sonra devam edemez. Modellemenin baştan iyi yapılması lazım ve hibelere bağımlı olmak yerine bir model etrafında düzenli gelir sağlanabilir mi, buna odaklanmak lazım. Hibe konusu çok belirsizdir çünkü, hele de Türkiye özelinde bakarsak, hibeye güvenerek işe başlanmamalı düşüncesindeyim.

Bir sosyal girişimci için en önemli husus yatırım değil, bunun çok iyi anlaşılması gerektiği kanaatindeyim, en önemli unsur müşteridir. Müşteri yatırımdan daha değerli. Çünkü müşteri bulamadığın zaman yatırım da bulamazsın ama yatırımcı bulmadan müşteri bulabilirsin. Sürekli yatırım bulmaya odaklanmayı ben yanlış buluyorum bu sebeple, müşteri bulmak için daha çok düşünmek lazım bence.