Önce Seks Suçluları için Geldiler – Judith Levine

Amerikan hapishane devleti, benzeri görülmedik ölçüde yüksek sayıda vatandaşını parmaklıklar ardında tutuyor: dünya nüfusunun yüzde 5’i ile ABD şu anda tüm dünyadaki mahpusların yüzde 25’ine sahip ve hem yüzdesel olarak hem de sayı itibariyle diğer tüm ulusların önünde. Parmaklıkların “serbest” sayılan bu yanında, her dört ila beş Amerikalı işçiden biri özel güvenlik sektöründe veya diğer “muhafızlık” işlerinde çalışıyor. Bu “cezai Keynesçilik” diyor Lancaster, “iki ekonomik meselenin hallini sağlıyor: hem istihdam yaratıyor hem de işsizleri zapt ediyor.”

Kaliforniya’da Vali Jerry Brown kayıtlı seks suçlularının evlerini oy verme noktası olarak kullandırmasını yasaklayan bir yasayı imzalıyor. Yasa önergesinin sponsoru Cumhuriyetçi meclis üyesi (ve eski bir Los Angeles polis departmanı üyesi) Stephen Knight, yasanın liseli gönüllüleri ve seçim günü ebeveynlerine eşlik eden çocukları korumak için gerekli olduğunu söylüyor.

Vermont’ta, herhangi bir terör saldırısı durumunda ilk yanıtı verecek olanlara yardımcı olması planlanan, yirmi sekiz iletişim kulesi ile sekiz “kamu güvenliği destek noktası”ndan oluşan 13,8 milyon dolarlık bir ağ yapım aşamasında. Projeyi fonlayan Anavatan Güvenliği, Vermont’a (nüfusu 620.000; eyaletin suç oranı sıralaması: kırk dördüncülük) 2001’den bu yana 90 milyon dolardan fazla para verdi.

New York’ta aykırı duruşlu bir grup psikolog ve kentsel tasarımcı, kaza ve kalıcı psikolojik travma riski nedeniyle yasaklanan yatay merdiven ve asfalt yüzeylerin oyun parklarına geri getirilmesini savunuyor. Altmış sayfalık federal oyun parkı yönetmeliği, başka tedbirlerin yanı sıra, çocukların büzme ipli eşofman üstleri ve kollardan iple bağlı eldivenler giymemesini tavsiye ediyor. Şöyle yazıyor psikologlar: “Paradoksal şekilde, çocuklarımızın en zararsız yaralanmaları yaşamasından duyduğumuz korku, onların daha korkak olmasına ve daha yüksek psikopatoloji seviyelerine neden olabilir.”

2011’in rastgele bir haftasından toplanan bu konular arasındaki alaka ne?

Cevapları Roger N. Lancaster’ın, Amerika’nın çocukların cinsel istismarı ile ilgili otuz yıllık paniğinin, suç karşısında “koruma, cezalandırma ve önleme” iştahını nasıl körüklediğinin ve ABD’de “polis devletini andıran bir şeyin” oluşumu için nasıl model işlevi gördüğünün sürükleyici ve ustaca bir analizi olan Sex Panic and the Punitive State (Seks Paniği ve Cezalandırıcı Devlet) kitabında bulabiliriz.

George Mason Üniversitesi’nde antropoloji ve kültürel çalışmalar profesörü olan Lancaster, bu süreçte ceza yargılaması algısının değiştiğini söylüyor. Bugün, “masumiyetin korunması masumiyet karinesini bastırmış durumda;” kurbanların teselli ve “kısas” “hakları,” sanığın veya mahkûmun anayasal haklarını sahne dışına itiyor ve rehabilitasyona inancın yerini cezalandırma hırsı almış durumda.

Sivil ve özel müesseseler polisin sağ kolu ve ahlak zabıtası haline gelmiş durumda. Devlet okulları, eskiden çocukça eşek şakası sayılan şeyler için öğrencilerini gözaltına aldırıyor. Sosyal konutlardaki yöneticiler evlerde izinsiz arama yapıyor ve tek bir aile ferdinin yasaları çiğnemesi yüzünden tüm aileyi evden çıkarıyorlar. İşe alımlarda insanların geçmişinin soruşturulması, gıda yardımı alanlardan uyuşturucu testi istenmesi, seçmenler için kimlik belgesi zorunluluğu gibi uygulamalar, Lancaster’ın “önleyici paranoyak yönetişim yaklaşımı” dediği şeyin örnekleri. Bir zamanlar fobik dünyanın aklıselim mevzileri olan sanat kurumları bile, artık bir serginin çocuklar için “uygun” olmayabileceği konusunda ziyaretçilerini/izleyicilerini rutin olarak uyarıyorlar.

Belirli ölçüde bir sapmayı demokrasi ve bireysel özgürlükler adına hoş görmüş olan topluluklar, artık paranoya ve intikam dayanışması ile birbirlerine kenetleniyorlar. Tüm ülke kendisini sınırlarındaki ve havaalanlarındaki yabancı işgalcilere karşı hazırolda tutuyor.

Ve hepsinden ötesi, 11 Eylül’den bu yana ulusal bayrağın üzerinde, sadece çocuklarının değil tüm Amerika’nın, kırılgan, zavallı ve masum imajı dalgalanıyor.

“Sosyal Ölüm”

Amerikan hapishane devleti, benzeri görülmedik ölçüde yüksek sayıda vatandaşını parmaklıklar ardında tutuyor: dünya nüfusunun yüzde 5’i ile ABD şu anda tüm dünyadaki mahpusların yüzde 25’ine sahip ve hem yüzdesel olarak hem de sayı itibariyle diğer tüm ulusların önünde. Parmaklıkların “serbest” sayılan bu yanında, her dört ila beş Amerikalı işçiden biri özel güvenlik sektöründe veya diğer “muhafızlık” işlerinde çalışıyor. Bu “cezai Keynesçilik” diyor Lancaster, “iki ekonomik meselenin hallini sağlıyor: hem istihdam yaratıyor hem de işsizleri zapt ediyor.”

Seks suçluları ceza yargılama sisteminin pençesindeki insanların görece küçük bir kısmını oluşturuyor. Ama aldıkları cezaların sertliği ve haklarının yok sayılışı, sıra dışı ölçüde sert sistemlere bile rahmet okutuyor. Ve ikinci bir şans vermesi ile ünlü bir ülkede, seks suçluları, topluma olan borçlarını, yaptıklarının kefaretini ödeme ve yeni bir başlangıç yapma fırsatından mahrum bırakılıyor.

Reşit olmayan biriyle rızaya dayalı olarak cinsel ilişkide bulunmak (ırza tasaddi) veya çocuk pornografisi bulundurmak (on sekiz yaş altı ergenlerin fotoğrafları da olabilir) gibi suçlardan hüküm giyen mahpuslar, bir çocuğa saldırmış ve hatta öldürmüş olanlardan bile daha uzun süre hapis yatıyor. Ve seks suçluları cezalarının sonunda, psikologların tutarsız ve bilim dışı tahminlerine dayalı olarak ve kesin bir serbest bırakılma tarihi olmaksızın psikiyatrik gözetim altında tutulabiliyorlar.

ABD’de şu anda seks suçlusu olarak kara listeye alınmış 705.000’den fazla insan var. Bunlar sadist tecavüzcüler de olabiliyor, bir ağaca iki kez işemiş olanlar da; listedekilerin tam olarak ne yaptıklarının yazmaması, bunları birbirinden ayırmayı zorlaştırıyor. Neredeyse bir ritüel şeklinde, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat yasama üyeleri, her seferinde daha da sert cezalar öngören kanunlar çıkarıyorlar ve eski suçluların ikamet, çalışma ve hareket özgürlüğü konusunda daha da acımasız kısıtlamalar getiriyorlar. Bariz siyasi sebeplerle, bu sert kanunların ilgası hiç gündem olmuyor.

Bu katı koşulların ihlali neredeyse kaçınılmaz ve tekrar hapse giren seks suçlularının epeycesi ve belki de çoğunluğu, örneğin araba satın aldığını bildirmemek gibi ufak ihlallerden bu duruma düşüyor. Bir zamanlar mahkumların sivil yaşama geçişine yardımcı olmak amacıyla öngörülmüş olan şartlı tahliye ve gözetim altında salıverilme uygulamaları, artık tam aksi sonuçlara sebep oluyor: çoğu zaman sokaklarda yaşamaya ve işsizliğe mahkûm oluyorlar, siyasi tüm haklarından mahrum kalıyorlar, yüksek öğrenimden ve askerlik hizmetinden ve hatta ibadethanelerden dışlanıyorlar.

Eski seks suçluları ve aileleri sözüm ona düzen bekçilerinin sürekli tacizi ve tehdidi altında yaşıyorlar; bazıları öldürülüyor. Lancaster, bazı New Orleans’lıların tahliyesine yardım edildiği ve hatta en yoksul olanların bile en azından sığınacak bir çatı bulabildiği Katrina Kasırgası sırasında, seks suçlularının kendi kaderine terk edildiğini söylüyor. “Seks suçlularının kurtarılmaya değmeyenler kategorisine girmesi,” onları toplumun dışına sürükleyen özel yasalarla birlikte, “‘sosyal ölüm’ mantığının hayata geçirilmesi oluyor,” diyor. Sosyal ölüm, Orlando Patterson tarafından köleliği tanımlamak için kullanılmıştı.

İnsan hakları savunucuları bu politikalara çifte yargılama, tazyik hapsi ve yüzlerce yıllık habeas corpus ilkesinin ihlali diyerek hep karşı çıktılar. Ama mahkemeler bu politikaları cezalandırmaya yönelik olmayan idari tedbirler (dolayısıyla da anayasal) diye sürekli savundular. Yüksek Mahkeme dahil federal yargı, seks suçluları için hiçbir cezalandırmanın aşırı zalim veya olağan dışı olmadığını düşünüyor sanki.

On yıla dayanan bir araştırmada, bu gibi kısıtlamaların kamusal güvenliği bir gıdım bile geliştirmediği ortaya çıkmış. Ama Lancaster’ın da gösterdiği gibi, “önleyici yönetişim,” onlarca yıldır düşüşte olan gerçek suça yönelik rasyonel bir tepki değil. Aslında, polis teşkilatının iddialarının ve halkın algısının aksine (ki Law & Order SVU ve To Catch a Predator gibi televizyon dizileriyle iyice tahrik ediliyor), seks suçluları seks suçlarının tekrarı konusunda son derece düşük oranlara sahip. Kara liste uygulamasının savunucuları, bu düşük oranları ve suçtaki genel düşüşü, artan hapishane nüfusuna ve hapisten çıktıktan sonra gözetime bağlıyorlar. Muhalifler ise kısıtlamaların çok stresli olduğunu, o kadar ki listeye alınanların tekrar suç işlemesi ihtimalini artırdığını savunuyorlar. Yakın tarihli araştırmalar iki iddiayı da yanlışlıyor: Şikago Üniversitesi’nden Amanda Y. Agan tarafından işlenen sayısız veri kümesinin dikkatli bir analizi, seks suçlularının kara listeye alınmasının tekrar suç işleme ihtimalini ne artırdığını ne de azalttığını gösteriyor. Makalenin alt başlığı “Boş Korku?”1

Fakat verilerin hiçbir etkisi olmuyor. Gerçekten de, seks suçlularını kara listeye alma modeli diğer hukuk alanlarına bile yayıldı. Bir sürü eyalet sarhoş araba kullanmak ve aile içi şiddetten ceza alanların, Florida’da ise serbest bırakılan tüm mahkumların kamuya açık listelenmesini önerdi veya başlattı. Hepsi de “riski” en aza indirme amacındaydı.

Ebeveynlerin çocuklarını sokağa oynamaya bırakmaktan korktuğu—veya önce kask taktıkları ya da cep telefonu verdikleri—bir çağda, “risk değerlendirmesi” bilimsel bir disiplin gibi büyüyen bir alan. Aslında sembolik de: hep yükselişteki abartılı kamuoyu endişesinin aktüeryal kodlaması. Texas’a kayıtlı eski bir seks suçlusu terapisti olan Phil Taylor, bana “seks suçlusu ‘idaresinin’ işletme yönetimi gibi yapıldığını” söyledi: eyalet olası kârını (ki buna siyasi olanlar da dahil) ve zararını hesaplıyor ve emniyet bürokrasisini buna göre yapılandırıyor. Borç sütununda bir zamanlar Amerikan vatandaşı sayılanların medeni ve insan haklarının olması hiç umurlarında değil.

Beyaz Tacizci

Bu ülkenin daha önce benzeri görülmemiş sayıdaki mahkûm ve şartlı salıverilmişleri arasında, renkli insanlar [“people of color”] orantısız bir yer tutuyor. Örneğin hapisteki genç Afrikalı-Amerikalıların yüzdesi, mahpusların köle emeği için kiralandığı Jim Crow zamanı Güney’indekinden daha yüksek.

Yine de seks suçluları beyaz—sadece hapisteki sayı itibariyle değil, kamuoyunun genel algısında da öyle. Bu neden böyle ve nasıl böyle oldu? Bu durum cezai devleti eleştirenlerin içinden çıkamadığı ve nadiren değindiği bir bulmaca. Gerçekler, hapishane devletinin, siyah ve kahverengi insanların sistematik ezilmesinin en son tekerrürü olduğuna yönelik haklı görüşle pek uyuşmuyor.

Bu yüzden belki de Sex Panic kitabının en değerli ve özgün katkısı bu konuda: Lancaster’ın seks suçlularının “ırklandırılmasını” ve “kuirleştirilmesini” [“queering”] ve bunun “koş vatandaş” diye ortalıkta dolanan sahte vatandaş dayanışması üzerindeki etkisini ele alışı.

ABD tarihinin başlangıcından bu yana, beyaz kadınların siyah (ve Kızılderili) tecavüzcüsü miti; köleliği, linçleri ve renkli topluluklar üzerindeki yasa ve polis baskısını meşrulaştırmıştı; Lancaster bu zalim tarihin çok iyi bilinen bu kısmına ışık tutuyor. Ama özellikle kafa açıcı şekilde haritasını çıkardığı şey, yirminci yüzyıl ortasından günümüze dek, beyaz kadınlara tecavüzle suçlanan siyah erkeklere karşı kullanılan linç yasalarından başlayıp, tacizcinin “ırksızlaştırıldığı” (veya daha ziyade beyaz olarak “yeniden ırklandırıldığı”) “cinsel sapık” yasalarına gelinen süreçte, duygular ve ideolojiler ve de bunların sonucu olan yasalar ve uygulamalar.

Büyük Buhran’dan McCarthy dönemine kadar, çocuk tacizcisi imajı “erkekliği zedelenmiş” işsiz adamdan, “genç tene içsel bir açlık duyan,” sapkınlığı hem doğuştan hem de bulaşıcı sayılan homoseksüele doğru evrim geçirdi. 1950’lerin çocuk tacizcisinin yerini, artık ayrım gözetmeksizin hem reşit olmayan çocuklara cinsel arzu duyanlar hem de ergenleri seksi bulanlar (tıpkı tüm bir reklam sektörü ve—pekâlâ söylenebilir—onun dolayımıyla da hepimiz gibi) için kullanılan “pedofil” (sübyancı) terimi aldı. Çocuk tacizcisi artık açıktan homoseksüel diye tanımlanmasa da, homoseksüellik bir şüpheliyi daha da zan altında bırakan bir unsur olabiliyor. Gerçekten de, seks suçlarının tekrarı riskini değerlendirmek için yaygın şekilde kullanılan Static-99, “kurbanlar arasında erkeklerin olmasını” bir risk faktörü olarak sıralıyor. Yine de, homoseksüellik normalleştiğinden, günümüz “pedofili,” hem eşcinsel hakları savunucuları hem de hetero cinsel özgürlük grupları tarafından eşit ölçüde hücuma uğrayarak kuirliğin daha da marjlarına itiliyor. Lancaster buna “kuirliği üzerinden atmak” [“offloading of queerness”] diyor.

Beyaz Amerika’nın kâbusu olan canavar siyah erkeğe ne oldu? 1960’ların kanun-ve-nizam manyaklığı onu bir ara geri diriltti ve 1980’lerde de (1989’da Central Park’ta koşu yapan birine tecavüzden—sonradan ortaya çıktığı üzere hatalı şekilde—hüküm giyen beş siyah ergende özellikle ahlaksız biçimde cisimleşerek) yeniden ortaya çıktı. İlginç şekilde, o sıralar vicdansız siyah ergen suçlular türünü tanımlamak için kullanılmaya başlanan yırtıcı [“predator”] terimi; esrarengiz, içsel olarak kötü siyah tecavüzcü figürü kenara alınıp, tedavisi mümkün olmayan şekilde hastalıklı, varsayımsal olarak beyaz, çocuk arzulayan kuir figürüne yer açılacak şekilde cinsel terör diskuruna geçti.

Irkçılık elbette ortadan kalkmış değil; beyazlık kendi işini yapıyor. “O zaman hem suça savaş açan (siyah erkeklerin kitlesel hapsi ile) hem de kendisini ırkçılıktan kurtarmaya çalışan (sivil haklar rejimine formel bir uyumla) bir toplumda, korku duyulan beyaz pedofil figürünün zaruri hale geldiğini söyleyebilir miyiz?” diyor Lancaster. “Belki de hizmet ettiği psikolojik vazife, bu kadar çok başka korkunun siyah çete üyesine ve kahverengi kaçak göçmene odaklandığı bir zamanda, ırkçılığın suçlu bilinçaltını temize çıkarmaktır.”

Lancaster çocuk tacizcisinin bir gerçeklik olduğunu ve gerçekten kötülükler yaptığını teslim ediyor. Ama Amerika’nın hayalinde öylesine korkunç ki, sembolik—ve an itibariyle ülkenin ahlaki özüne dair algısının merkezinde yer alan—bir anlamı da var. Suç mahalli şehir merkezinden kenar mahallelere, 1965’in Moynihan Raporu’ndaki evin reisinin kadın olduğu “patolojik” siyah ailesinden beyaz, heteroseksüel, orta sınıf ailesine ve sosyal hizmetlerin yetki alanından ve ıslahevlerinden okul aile birliği ve mahalle nöbetçilerinin özelleşmiş gözetimine kayarken, “[ulusal] normların ırksal kökenlerine dair örtülü göndermeler ilerici bir şekilde silinebiliyor,” diyor Lancaster.

Beyazlık ve heteroseksüellik, ahlaki panikte sergilenen bu namusluluk tipi için artık doğru sözcükler bile olmayabilir.” İdealize edilmiş Amerikan ahlaki topluluğunda—yüksek güvenlikli hapishanenin ırksal olarak insanlıktan çıkarılmış bölgesinde bile—yer edinebilmek için tüm yapmanız gereken bir sapığı kötülemek.

Siyaset ve Sapıklık

Bu ahlaki panik bir on yıl kadar kısa bir kesintiye uğrasa da neredeyse yüzyıldır devam ediyor. Kılıktan kılığa giriyor: sadece son otuz yılda, çok yüksek ensest oranları tahmininden Satanist tacizcilerin toplaşmalarına, oradan da hükümetin çok geniş bir küresel çocuk pornosu ağı olduğu iddialarına (ki kamuoyu ve basının görüntülere erişimi yasak olduğundan ne doğrulanabildi ne de çürütüldü) kadar evrim geçirdi.

Ve çocuk tacizinin çok yaygın olduğuna dair yanlış suçlamalar hız kesmeden sürerken, çocuklara yönelik yetişkin suiniyetine dair popüler kuşku cinselliğin ötesine geçti. Sütü gelmeyen genç bir anne bebeğinin açlıktan ölümü ile suçlanıyor. Çocukları yangında ölen bir baba kundaklama ve cinayetle yargılanıyor.

Bu esnada ise, Lancaster’ın da gösterdiği gibi, “seks suçu” damgası her tehlike söylemine nüfuz ediyor. Bazı eyaletlerde, sarhoş sürücüler “tacizci” şoförler diye adlandırılmaya başlandı. Ebu Gureyb’deki bir mahkumun koluna, keçeli kalemle “TECAVÜZCÜ” yazılmıştı. Federal hükümetin gözetim kolları—Anavatan Güvenliği ve Göçmenlik ve Gümrük Muhafazası veya kısa adıyla ICE—“teröristlere”, yasadışı “yabancılara” ve 15 yaşındaki oğlanların resimleriyle mastürbasyon yapan erkeklere aynı şekilde yaklaşıyor. “İnsan Ticareti Kurbanları”—ki aile içi ve endüstriyel angarya çok daha yaygın olmasına rağmen büyük oranda “fuhşa zorlananlar” olarak tanımlanıyor—sınırlardan serbestçe geçirilebilirken, ekonomik mülteciler ve siyasi sebeplerle işkence görmüş olanlar geri çevriliyor.

Bizi bu konjonktüre getiren şey sadece sağ gericilik değil. Sol ve feminizmin de payı var bunda. Lancaster solun “incinme saplantısının” daha coşkulu dönemlerde bir kurtuluş siyasetiyle dengelendiğine işaret ediyor. Ama coşkulu zamanlarda değiliz. İnsanların sıkıntılarının sistemden kaynaklı sorunları olduğunu anlayabilen sosyal hizmet ve ekonomik adalet savunucuları bile, işlerine gelen veya siyasi etki alanlarında gördükleri seçmen gruplarının kanun yoluyla korunması için çaba sarf ediyorlar [sistemsel sebepleri göz ardı ederek, perspektiflerini yitirerek sırf kanuna ve cezalandırmaya odaklanmaları kastediliyor, Ç.N.]. Cinsel kurbanlık saplantılı anaakım feministler, ahlaki muhafazakarlarla ve kanun ve nizamın ataerkil ve ırkçı güçleri ile sıkı bir ittifak kurdular (mültecilik statüsü verilmesindeki çarpıklıklar için porno karşıtı, fuhuş karşıtı feministlere teşekkür edilebilir).

Her yanı kaplayan kıtlık hissi düşünüldüğünde, belki de ilericilerin, sosyal hizmetler başka herkes için kesilirken suç kurbanlarını destekleme sektörünü—“vahşi kapitalizmin ortasında orantısız bir küçük refah devleti”—eleştirmemiş olması şaşırtıcı değil.

İlericiler bu şeytanlara neden sempati duysun ki? Bazı seks suçluları korkunç suçlar işlemişler. Ama The Nation’ın editoryal yazılar döşendiği ve adına nöbet tuttuğu idam mahkumları da öyle. Suçlular bile adaleti hak eder.

Roger Lancaster’ı Sex Panic’i yazmaya iten şey, öğretmen olan eşcinsel bir arkadaşının yanlış yere cinsel istismarla suçlanması olmuş. Kanıtlardan biri şuymuş: Kendisi de bir eşcinsel olan Lancaster’ı bir okul gezisine davet etmek. Bazen paniğin ancak her Amerikalının yaşamında bu paniğin hayatını mahvettiği bir tanıdığı olduğu zaman biteceğini düşünüyorum.

Belki de bu kitap bunu hızlandırır. Yerinde bir zamanlama ve heyecan verici bir akılla yazılmış olan Sex Panic, bu histerinin yalnızca seks suçları ile suçlanan insanlar için değil, demokrasi ve özgürlüğün kendisi için de yol açtığı tahribatı görünür kılıyor.

Roger N. Lancaster, Sex Panic and the Punitive State (Seks Paniği ve Cezalandırıcı Devlet), University of California Press, 2011), 328 sayfa.

Not

(1) Amanda Y. Agan, “Sex Offender Registries: Fear without Function?” Journal of Law and Economics 54:1 (2011): 207–39.

Yazının İngilizce aslının kaynağı: monthlyreview.org, 1 Ocak 2012

Çeviren: Serap Şen

Çeviri Dünya Çeviri blogundan alınmıştır.